15 Temmuz 2016 tarihi sadece Türk demokrasisi için deÄŸil, dünyanın geleceÄŸi, milletlerin direniÅŸ potansiyelleri ve dünyayı yöneten üst akılların teçhizatlarının planlarının altüst olduÄŸu kutsal ve milli bir tarihtir.
Müslüman Türk milletinin tarih kitaplarında böyle destanları çoktur. En son, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı adıyla anılan direniÅŸte Türk evladı Akdeniz’de destan yazmış idi.
Kıbrıs Barış Harekâtı, babalarımızın dedelerimizin hafızalarında diri tuttuÄŸu olaÄŸanüstü hadiselerle doludur. Ä°stiklal ÅŸairimiz merhum Akif’in mısralarında “Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı deÄŸer” ifadeleri adeta Kıbrıs Barış Harekâtı’nda vücut bulmuÅŸtur. Hafızalarda diri tutulan hatıralara kulak verdiÄŸimizde gerçekten gökten ecdadın indiÄŸini, topraÄŸa düÅŸen o yiÄŸit adamların alınlarını öptüÄŸünü… cephede Türk askeriyle bizzat savaÅŸtığını, yalın kılıç sallayıp, Tekbirlerle ÅŸehadetleri kutladıklarını görürüz. Bunlar, savaÅŸ meydanlarının görünmeyen kahramanları olarak her daim hafızamızda canlıdırlar, tıpkı o zaman cephede savaÅŸan askerlerin arasında canlı oldukları gibi…
Bugün de Türk milleti benzer bir direniÅŸ ile tarih sahnesinde destan yazmaktadır. Bu destanın tıpkı Kıbrıs Harekâtı’ndaki gibi görünmeyen kahramanları, merhum Akif’in mısralarından fışkırıp gelmiÅŸ, Türk milletini bu zorlu günlerde yalnız bırakmamış gibidir.
Ä°stiklal Marşımızın her bir mısraı, bu direniÅŸ günlerinde yanımızda, kanlı canlı birer kahraman olmuÅŸlardır.
“Korkma!” diye seslendi önce o görünmez kahraman. Korkma!
“Korkma, sönmez bu ÅŸafaklarda yüzen al sancak” diyerek milleti cesaretlendiren bir kahramandı o, kol kola girdiÄŸimiz…
Millet, kendi içinde bulunan hainlarin sinsice, bizden görünerek kurdukları tuzaklarla yüzyüze geldiÄŸinde “Ben ezelden beridir hür yaÅŸadım, hür yaÅŸarım / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış ÅŸaÅŸarım!” diyerek meydanlara koÅŸtu.
O gün, gün akÅŸama vurduÄŸunda, meydanlar, milletin askere emanet ettiÄŸi tanklarla doldurulmuÅŸ, köprüler geçit vermez bir çelik zırh gibi kapatılmıştı. Kışlalar harekete geçmiÅŸ, savaÅŸ jetleri sortilerle korku salıyordu. Ülkenin resmi iletiÅŸim kanalına girilmiÅŸ, tüm hayati noktalar iÅŸgal edilmiÅŸ, özel harekât birimleri bombalanmıştı. Halk, ilk haberi alır almaz, bir anda sokaklara döküldü. Kendisine kurulan tuzağı hemen anladı ve tanklardan yükselen “geri dön!” emrini dinlemedi. Aslında halk 17 Eylül 1961’de yani bundan 55 sene önce darbe yönetimi tarafından idam edilen rahmetli Menderes’i hatırladı ve “bir daha asla!” diyerek meydanlara döküldü. Bu defa bir kurban daha vermek niyetinde deÄŸillerdi. Hep bir ağızdan, canlarını ortaya koyarak “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar / Benim iman dolu göÄŸsüm gibi serhaddim var!” dediler ve tankların üzerine yürüdüler.
Çok ciddilerdi, onların iman dolu göÄŸsü, çelik zırhlı duvarları parçalayabilirdi, parçalamalıydı…
Tanklardan bir anda yaylım ateÅŸi açıldı, gökyüzünden bombalar yaÄŸdı yiÄŸitlerin üzerine… KükremiÅŸ bir sel gibiydi hepsi… Enginlere sığmayacak taÅŸacaklardı… Her birinin yüreÄŸinde ÅŸu mısra: “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boÄŸar!” DoÄŸruydu, böyle bir iman, tankla tüfekle boÄŸulabilseydi eÄŸer, Müslüman Türk milletinin alnına bir kader gibi yazılmış “Çanakkale geçilmez!” gerçeÄŸi varolabilir miydi hiç?
AteÅŸe koÅŸuyorlardı kelebekler gibi yiÄŸitler… O tanklar o tüfekler halkındı, halka doÄŸrultulamazdı. Hangi pis hain oyunun parçası olmuÅŸtu asker, neyle kandırılmıştı bu rütbeler? Anlaşılıyordu ki, hain iç-dış mihraklar vatana saldırıyı bir dua gibi okumuÅŸtu bunca zaman.
“ArkadaÅŸ!” dedi gerilerden bir ses: “ArkadaÅŸ! Yurduma alçakları uÄŸratma sakın / Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.!” Her bir yiÄŸit, kadınıyla, çocuÄŸuyla, yaÅŸlısıyla atıldı tankların üzerine… Yürütmeyecekleri onları… Her bir gövde, çelik bir zırh gibi siper oldu birbirine… Babalar oÄŸullarıyla, anneler kızlarıyla, dedeler torunlarıyla vatan semalarına bir destan yazmaya baÅŸladılar. Gecenin karanlığı adeta: “DoÄŸacaktır sana va’dettiÄŸi günler Hakk’ın!” nidalarıyla yırtılıyordu. Ardı ÅŸafaktı, biliyorlardı. Hakk’ın vaadinin Hâk olduÄŸuna inanmış yiÄŸitlerdi onlar, biliyorlardı…
Tek tek düÅŸtüler ÅŸehid kanlarıyla ezelden beri sulanmış mübarek topraklara… tek tek… Abdestli yüzlerine, ÅŸehâdetli dillerine ve Tekbirli nefeslerine deÄŸen her bir kurÅŸun: “DeÄŸmesin ma’bedimin göÄŸsüne na-mahrem eli” içindi.
Adı içindi yaÅŸamak, Adı içindi ölmek. Ve iÅŸte sırası geldiÄŸinde ölmeyi de biliyordu yiÄŸitler. Ezanların, salâların ÅŸehadetiydi onları muzaffer kılan… UÄŸruna ölecekleri bir Ad’ları vardı çünkü…
Meydanları hınca hınç doldurmuÅŸ yiÄŸitler bir bir topraÄŸa düÅŸtüler… Hain kurÅŸunlar, hain emellerin hizmetkârı olarak onları cennetlere uçuruyordu bir bir..
Åžafağın ilk ışıkları vurduÄŸunda topraÄŸa, ÅŸehitlerin yakamoz kan damlaları asfaltları bir tül misali kaplamıştı… AÄŸlayan yoktu, korkan yoktu, hüzünlenen üzülen yoktu… YiÄŸitler, bu topraklar için tek tek düÅŸmüÅŸtü iÅŸte. Bu topraklardı onları sevdalılar gibi sarıp sarmalayacak… Sevgiliydi onlara bu toprak… Onlar topraÄŸa düÅŸerken dillerindeki ÅŸehâdete Akif merhumun mısralarını ÅŸahit tutmuÅŸlardı: “Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı!” dediklerinde, kendi kanları pahasına bu cennet vatanı vermeyeceklerini ispat etmiÅŸlerdi.
Geride kalanlar… Ahh.. Bu topraklar için ölmeyi divaneler gibi arzulayanlar… Bayrağı, kaldığı yerden taşıyan olacaklardı. Bunun için kalmışlardı geride, bunun için haykıracaklardı sonraki nesillere: “Bastığın yerleri ‘’toprak!’’ diyerek geçme, tanı / DüÅŸün altındaki binlerce kefensiz yatanı!” Geride kalanlar, günlerce, geceler boyu, direniÅŸin baÅŸladığı, ÅŸehidlerin bir bir topraÄŸa düÅŸtüÄŸü yerleri terketmeyecekler ve altında yüzlerce kefensiz yatanı salâlarla, tekbirlerle, onlarca kez cenaze namazlarıyla anacaklardı…
Bir ülke, uÄŸruna topraÄŸa düÅŸen evladı yoksa, vatan deÄŸildir…
Bu böyleydi… Müslüman Türk evlatlarına taa Siriderya, Amuderya kıyılarından bu yana, ezelden ebede bu öÄŸretilmiÅŸti. Bu nedenle toprağına “vatanım” diyemeyen adamlar bunu anlayamaz ve “Türk halkı anlamsız ÅŸekilde, bomba atılan, ateÅŸ edilen yerlere gidiyor.” Diyebilirlerdi ancak.
Arkada kalanlar, meydanların yiÄŸit öncüleri olarak günlerce salâlar okudular, Fatihalar gönderdiler ÅŸehitlerine… Vatan nöbetini MehmetçiÄŸin düÅŸürüldüÄŸü yerden teslim aldılar, hala devamla nöbetteler… Her gün ve her gece…
Onlar, toprağın baÄŸrına teslim ettikleri ÅŸehidlerinin alnında “Kim bu cennet vatanın uÄŸruna olmaz ki feda?” yazısını bir kader gibi ÅŸehitlerinden emanet alanlardır…
Onlar, “canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cûda.” niyazıyla bayraklarını vatan toprağına seccade yapanlardır…
Onlar, “Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal!” diye diye, can can hayat verenlerdir ölü ruhlarımıza…
Onlar, imanın inÅŸa ettiÄŸi zaferle burca bayrak diken Ulubatlı’nın mirasıyla can bulan “Dalgalan sen de ÅŸafaklar gibi ey ÅŸanlı hilal / Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.” dizelerine yeryüzünün bütün dualarını iliÅŸtiren ve bayrağın ucunda hürriyetle dalgalandıran korkusuz kahramanlardır…
Åžimdi artık bize “Hakkıdır, hür yaÅŸamış, bayrağımın hürriyet / Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal.” mısralarındaki o devasa iman ve yenilmez güç kaldı.
Ruhları ÅŸâd olsun, rahmet olsun…
Facebook Yorum
Yorum Yazın