VIII. yüzyılda Ä°slam karşıtı ilk polemikleri kaleme alan Yuhanna ed-DımeÅŸkî’den 2000’li yıllarda Amerikalı evangelist Jerry Falwell’in Hz. Peygamber’in “terörist” olduÄŸunu söylemesine ya da Papa XVI. Benedikt’in Regensburg konuÅŸmasında Ä°slam’ın özünde ÅŸiddet barındırdığını ve bu nedenle rasyonel bir din olmadığı beyanına dek süregelen bir Ä°slam-Batı kavgası var.
Özellikle 15 Temmuz darbe giriÅŸiminin ardından, Batı’nın Haçlı ruhunun yerli iÅŸbirlikçiler eliyle yeniden hortlatıldığı üzerine oluÅŸan genel kanının Ä°slam-Batı karşıtlığında kökenleri nereye dayanıyor? Hristiyan dininin askeri tarihinin en iyi bilinen sembollerinden biri olan Haçlı seferleri ruhu hala yaşıyor mu? Kısaca Ä°slam-Batı karşıtlığı bir slogandan ibaret deÄŸilse eÄŸer, kökenleri nereye dayanıyor?
Bu konuda masamızda nitelikli bir çalışma var. Ben, Öteki ve Ötesi adını taşıyan çalışma Doç. Dr. Ä°brahim Kalın’a ait. Kitap, DoÄŸu-Batı iliÅŸkilerini etkiler, etkileÅŸimler, çatışmalar ve antlaÅŸmalar ekseninde ele almış. Kitabın sayfaları arasında gezinirken geçmiÅŸten bu yana Haçlı ruhunun zaman zaman nasıl hortladığına deÄŸil, aslında bu ruhun hiçbir zaman yatışmadığına, silinip yok olmadığına ÅŸahit oluyoruz.
DoÄŸu-Batı arasında süren ve aslında ontolojik bir ayrım olan “ben” ve “öteki” algısı, anlaÅŸma, uzlaÅŸma, ortak bir gelecek inÅŸası ve insanlık birikiminden ziyade, sürekli kırılma ve gerilimlerle yol almış bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Elbette bunda DoÄŸu’nun göz kamaÅŸtıran kültürel ve maddi zenginliÄŸinin, kutsal topraklardaki hâkimiyetinin (Kudüs) ve hakimiyet alanlarını sürekli geniÅŸletme politikasında baÅŸarılı olmasının payı büyük.
Rudyard Kipling “DoÄŸu DoÄŸudur, Batı da Batıdır. Ve bu ikili hiçbir zaman bir yaraya gelmeyecektir; ta ki yer ve gök Tanrının büyük hüküm kürsüsünde hazır bulunana kadar” der. Bu ifadedeki dinsel referans, Batı’nın DoÄŸu’ya bakış açısının temelinde dini inanışın yattığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Alexandre The Great filminde Aristo’nun, öÄŸrencisi Ä°skender’i DoÄŸu’ya karşı uyarması da bu zihinsel arka planın bir yansıması olarak beyaz perdede temsil edilmiÅŸtir. Aristo, Ä°skender’i DoÄŸu’nun efsunlu dünyasına karşı uyarır. “Perslerin yaÅŸam tarzı, bünyesinde ölüm ve korkunun tohumlarını taşır. Yunanlarınki ise hayat ve cesareti…” der. Ä°skender’i, DoÄŸu’nun insanlarının ve rüyalarının yutmasına karşı uyarır.
Batı Parantezinde Pozisyon Almak
Avrupa’nın DoÄŸu’yu ve Ä°slam’ı “öteki” olarak görmesi, Ä°slam’ın tarih sahnesine çıktığı VII. asra kadar geri gider. OrtaçaÄŸ’da tamamen teolojik nedenlerle DoÄŸu’nun ötekileÅŸtirilmesi modern dönemlerde Batı’nın kendi dini kökenlerine de aykırı bir ÅŸekilde ironik olarak seküler-laik argümanlarla devam eder.
Burada geniÅŸ bir parantezle, DoÄŸu’nun da Batı’yı ötekileÅŸtirdiÄŸini söylemeliyiz. Fakat ötekileÅŸtirmede DoÄŸu’yu defansa çeken en önemli kart, Avrupa merkezli modernleÅŸmenin, emperyalist bir ruhla DoÄŸu’nun “kendi evinde” yapılmaya kalkışılmasıdır. Modern Avrupa ile olan iliÅŸikler sürekli çatışma ve direniÅŸ odaklı olmuÅŸtur. Modern kırılmaların neden olduÄŸu buhranlardan dolayı Müslüman toplumlar, Avrupa yayılmacılığına ve emperyalizmine karşı uzun ve kanlı mücadeleler verdiler. Ä°ngilizler, Ä°talyanlar Fransızlar sadece Ä°slam toplumlarını iÅŸgal etmekle kalmadılar, aynı zamanda klasik Ä°slam geleneÄŸiyle irtibatını koparmış siyasi ve fikrî elitler de ürettiler. ModernleÅŸme adına yaÅŸanan yabancılaÅŸma ve sekülerleÅŸme iki kültürün birbirine bakışını hiçbir zaman olumluya çevirmedi. Bu haklı davada DoÄŸu, kendisinin coÄŸrafyasına, tarihine, kimliÄŸine, doÄŸal kaynaklarına, kültürel birikimine, siyasetine, politikasına, eÄŸitimine ve sosyal yaÅŸamına müdahale eden Batı’nın varlığını ÅŸiddetle reddederek onu ötekileÅŸtirmiÅŸtir. Genel bir tarihlendirmeyle, VII. asırdan XXI. asra deÄŸin tam 14 asırdır Batı için “öteki” olan DoÄŸu’yu her alanda biçimlendirme, istediÄŸi forma sokma, kendisine benzetmeksizin kendi deÄŸerlerinden koparma çabası var olagelmiÅŸtir.
Haçlı Ruhunun Kökenleri
ÖtekileÅŸtirmenin kökenlerine dönersek, Batı’nın Ä°slam ya da DoÄŸu algısını, onun Avrupa merkezli tarih anlayışından, Greko-Roman ve Yahudi-Hristiyan kimliÄŸinden bağımsız düÅŸünmek imkansızdır. Çünkü Batı, Ä°slam’a karşı tezlerini temellendirirken dayandığı argümanları sürekli diri tutarak yaÅŸatmaya çalışmıştır. Bunun asırlar boyunca böyle olması, kesintisiz böyle devam edeceÄŸi anlamına gelmiyor ama Batı’ya dair temel göstergeler, insanlık tarihinde DoÄŸu-Batı uzlaşım yapısını imkansız kılıyor.
Bütün DoÄŸu-Batı etkileÅŸimlerine, binlerce çeviri eserin iki coÄŸrafya arasında gidip gelmesine, bilim ve sanattaki paylaşımlara raÄŸmen, Batı’nın Müslüman dünya ile olan çatışmasında Ä°slam ve Müslümanlar konusunda ilk elden kaynaklara dayalı saÄŸlam ve güvenilir bilgiden yoksun oluÅŸu, yanlış kanıların beslenmesine katkı saÄŸlamıştır. Ä°ki asır süren Haçlı savaÅŸları ya da yedi asır süren Endülüs tecrübesi bile bu bilgi eksikliÄŸini ve cehaleti giderememiÅŸtir.
Haçlı ruhunun üç sacayağının bulunduÄŸu üzerine yukarıda zikrettiÄŸimiz çalışma, derinlikli tahliller içeriyor. Buna göre Haçlı ruhunun beslendiÄŸi ilk algı biçimi, Ä°slam’ın teolojik olarak Hıristiyanlığa meydan okuduÄŸu yönündeki yanılgıdır.
Batılı zihniyete göre Ä°slam Teolojik Bir Meydan Okumadır.
Ä°brahimî geleneÄŸin son halkası olduÄŸunu söyleyen Ä°slam, Hıristiyanlığı ve YahudiliÄŸi Hz. Musa ve Hz. Ä°sa özelinde içselleÅŸtirmesine raÄŸmen Batı, kendi teolojik kökenlerinden hareketle Ä°slam’ı Hristiyanlığın içinden çıkmış sapık bir mezhep olarak görmüÅŸtür. Bu teolojik arka plan Hristiyanlığın Ä°slam’a bakışının kutsal yüzünü göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir.
VIII. ve IX. yüzyıllar, Ä°slam karşıtı teolojik polemiklerin yoÄŸun yaÅŸandığı bir dönemdir. Ed-DımeÅŸkî’nin, Ä°slam’ı “Ä°smailîlerin sapıklığı” olarak isimlendirme algısı hiçbir zaman deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. Ed-DımeÅŸkî’nin Emevi sarayında uzun yıllar kaldığı daha sonraları Kudüs’e yerleÅŸtiÄŸi biliniyor. Onun, Müslümanların içinde kalarak Ä°slam’a dair topladığı bilgilerle OrtaçaÄŸ Avrupa’sının “sahte din/sahte peygamber” algısını biçimlendirdiÄŸini görmekteyiz.
Bir ara parantez açarak ÅŸu noktayı belirtmek gerekir: DoÄŸu Hristiyanlığı hiçbir zaman Avrupa Hristiyanlığı gibi ne teolojik olarak ne de siyasal olarak DoÄŸu’nun temel dokusuna karşı olmuÅŸtur. DoÄŸu Hristiyanları Hz. Peygamber’e her zaman hürmetli, Ä°slam’a ve onun müntesiplerine karşı hep saygı ve ihtiram içinde olmuÅŸlardır. Gerek Haçlı seferleri esnasında Avrupa yayılmacılığına ve istilasına ortak olmamakla gerekse çok daha önce yazılan bazı eserlerinde “Tanrı’nın Ä°smailî kullarından Mahmet’e seslendiÄŸi” ÅŸeklindeki ifadelerle Ä°slam’a bakış açılarını belli ederek, birlikte yaÅŸamın gerektirdiÄŸi tüm hakları kullanarak Müslüman coÄŸrafyalarda varlıklarını sürdürmüÅŸlerdir. Avrupa Hristiyanlığının saldırgan tutumuna karşılık DoÄŸu Hıristiyanlığı Ä°slam ve Peygamber (as) hakkında daima mutedil olmuÅŸtur.
DoÄŸu Hristiyanlığının tersine, Batı’nın dini argümanlarından kaynaklanan bu sert tutumunda batıya doÄŸru hızla yayılan bir Ä°slam’ın varlığı önemli bir gerekçedir. Ä°slam’ın batıya doÄŸru sürekli, hızlı ve baÅŸarılı hareketi Batı’yı korkutmaya yetmiÅŸ ve kutsal gerekçelerle donatılmış bir karşı durma hareketi Haçlı ruhunun temelini atmıştır. BilindiÄŸi üzere Batı, Haçlı Seferleri’ne baÅŸlama planını yaptığı ilk toplantılarda “kutsal toprakların (Kudüs) sapkın Ä°smailîlerin elinden kurtarılması” tezini kullanmış ve kitleleri “kutsal topraklar için kutsal sefer” sloganıyla harekete geçirmiÅŸti. Yani Batı, siyasi hakimiyetinin yok olması tehlikesine karşı dini argümanları bir kalkan olarak kullanmaktan çekinmemiÅŸtir diyebiliriz.
Batılı zihniyete göre Ä°slam siyasal bir tehdittir.
Ä°slam’ın Avrupa için siyasal bir tehdit olduÄŸu üzerine oluÅŸan algının kökenleri de hemen bu teolojik algıdan sonra geliÅŸmeye baÅŸlamıştır. Ä°slam’ın hızlı yayılması ve kısa süre içinde Avrupa sınırlarına dayanması Avrupa için çok net siyasal bir tehdit idi. Üstelik adalet, fetih ve zenginlik vaatlerinin somut örnekleri bu tehdidi daha da çekici kılmış görünmektedir. Nitekim Haçlı seferlerinin “güneyden gelen Ä°slam tehdidi” ne karşı özellikle Tapınak Åžövalyeleri’nin varlığı ile durdurulması planlanmıştır. Hindistan’dan Avrupa’nın içlerine kadar geniÅŸ bir yay çizen Kilise destekli Tapınak Åžövalyeleri Ä°slam’ın siyasal hakimiyetini yok etmek ve onu dar bir coÄŸrafyaya hapsederek Arap yarımadasına püskürtmekle görevlendirilmiÅŸlerdi.
Ä°slam’ın yayılma politikasının neden olduÄŸu siyasi hakimiyet endiÅŸesi, zamanla “Siyasal Ä°slam” ÅŸeklinde, içinde cinsellik ve ÅŸiddet barındıran söylemlerin oluÅŸmasına katkı saÄŸladı. Siyasal Ä°slam tehdidinin temel argümanlarını ise ÅŸu üç madde oluÅŸturuyor: Yayılmacı Ä°slam, ÅŸiddet ve cinsellik (Cennet tasvirlerini içerek ayetler ve hadis literatürüne gönderme yapılarak) ve fethedilen yerlerde olası tahakküm korkusu. Bu üç madde, Ä°slam’ın fetih hareketlerinin birer “istila” ÅŸeklinde algılanmasına ve bir an önce durdurulmaları gerektiÄŸine olan inancı beslemiÅŸtir.
Ä°slam’ın siyasi tehdit olduÄŸu algısına iliÅŸtirilen cinsellik, kadın ve insan hakları gibi konular, modern dönemlerde Ä°slamafobi olgusunu besler hale gelmiÅŸtir.
Batılı zihniyete göre Ä°slam bir kültürel tehdittir.
Siyasi tehdit algısının hemen ardından ya da eÅŸ zamanlı olarak Ä°slam’ın bir kültürel tehdit olduÄŸu yönünde bir algıyla karşılaÅŸmaktayız. Ä°slam, düÅŸünce bilim felsefe konularında ÅŸehirlerinin birer ilim yuvası olmasına karşın, Kurtuba piskoposu A’lvaros’un 854’te serzeniÅŸte bulunduÄŸu ÅŸu pasaj oldukça önemlidir.
“Benim Hristiyan kardeÅŸlerim, Arapların ÅŸiir ve aÅŸk hikâyelerinden zevk alıyorlar. Müslüman filozof ve kelamcıların eserlerini onları reddetmek için deÄŸil, Arapça’yı seçkin ve doÄŸru biçimde konuÅŸmak için inceliyorlar. Bugün kutsal metinlerimiz üzerine yazılmış Latince ÅŸerhleri okuyan Kilise dışından birini bulabilir misiniz? Heyhat! YeteneÄŸiyle temayüz etmiÅŸ genç Hristiyanlar Arapça’dan baÅŸka bir dil yahut edebiyattan haberdar bile deÄŸiller. Arapça kitapları büyük bir dikkat ve heyecanla okuyorlar. Büyük masraflar yaparak bu kitapları topluyor ve her yerde Arap kültürüne övgüler yaÄŸdırıyorlar.” Der.
Bir baÅŸka psikopos’un Tempier’in Ä°slam düÅŸüncesinin etkisini Hıristiyan dünyadan tamamen silmek için Ä°bn RüÅŸt’ün kitaplarını Paris meydanında yaktırdığı bilgisi ise Batı tarihinde büyük bir kara leke olarak duruyor.
Peki Avrupalı okumuÅŸ yazmış insanlar, bütün bu önyargılara raÄŸmen Ä°slam kültür ilim ve medeniyetindeki bu ilerlemenin mimarlarını görememiÅŸler mi? GörmüÅŸler ama ÅŸaşı bir ÅŸekilde. Mesela; Roger Bacon gibi skolastik düÅŸünürler Farabi’nin Ä°bn Sina’nın aslında gizli birer Hristiyan olduklarını ama Müslümanların ÅŸiddetinden emin olmak için bunu gizlediklerini ifade eder. Böyle bir savunma, Batılılarda olduÄŸu kadar DoÄŸulularda da mevcut. Fakat Batı’nın DoÄŸu’nun kurduÄŸu yüksek medeniyeti görmeksizin, iyi olan her ÅŸeyin altında gizli bir Batı aidiyeti araması zihinsel kodların “öteki” tarifiyle yakından ilintidir.
Sonuç olarak; Ä°slam’ın teolojik, siyasal ve kültürel bir tehdit olarak algılanmasının temelleri, iki medeniyetin iliÅŸkiye geçtiÄŸi VIII. ve IX. yüzyıllarda atılmıştır. Zaman içinde çeÅŸitli ÅŸiddetlerde artan ve azalan tepkilerle günümüze kadar gelmiÅŸtir. Haçlı ruhunun baÅŸladığı ve zirve yaptığı XI ve XIII. yüzyıllarda kemikleÅŸen bu kötücül duygu, özellikle soÄŸuk savaÅŸ sürecinde, sınırların güvenliÄŸi, radikal Ä°slamcı grupların el altından desteklenmesiyle “terör” kavramıyla eÅŸleÅŸtirilmiÅŸtir.
Ä°slam’ın bir tehdit olarak algılanması ve Müslüman coÄŸrafyaların güvenlik tehdidi oluÅŸturması bahanesinin altında da yine bu dindirilemeyen haçlı ruhu yatıyor. “Batı’nın Ä°slam coÄŸrafyalarında ne iÅŸi var?” sorusuna verilen “barış ve demokrasi” cevabında gizli olan ruh, Batı’nın hiçbir zaman dinmeyen Haçlı ruhu ile yakından iliÅŸkilidir. Tarumar edilen coÄŸrafyalara baktığımızda bile bu çok net görülebilir. Bir BaÄŸdat, bir Åžam, bir Halep, bir Musul, öncesinde bir Kabil, ve daha nice sömürge topraklar, Ä°slam’ın kültür ve medeniyet ÅŸehirleri olarak evrensel insanlık mirasına büyük katkıları ile göz dolduran coÄŸrafyalardı.
Barış ve demokrasi havariliÄŸinin, “Ä°smailî sapıkların itikadını kurtarmak ve onları medeni köleler haline getirmek” üzerinden yürütülen kirli siyasetine, baÅŸka bir ifadeyle, bir türlü yok olmayan Haçlı seferleri ruhuna karşılık bugün bu topraklarda Ä°ran Devrimi, Filistin Ä°ntifadası, Mısır Müslüman KardeÅŸler DireniÅŸi, Türk milletinin 15 Temmuz KurtuluÅŸ Mücadelesi doÄŸmuÅŸtur. Batı, asırlardır sürdürdüÄŸü sömürgeleÅŸtirme politikasından vazgeçmediÄŸi sürece DoÄŸu’nun halkları direniÅŸlerle destanlar yazmaya devam edecektir.
Facebook Yorum
Yorum Yazın