Ahmet Tevfik DURMAZ

Ahmet Tevfik DURMAZ

Mail: yazarlar62@teknikelektrik.com

Kur’an’ın Dili ve Kullandığı İfadeler

Her peygamberin içinden büyüdüğü kavmin diliyle gönderilmesi esasına bağlı olarak (İbrâhîm 14/4)  Kuran muhatap olduğu toplumun dili ile inmiştir. (Nahl 16/103;  Şuarâ 26/195). Bu açıdan Kuranın dili, Arap dilidir.  Mekkelilerin ve o bölgedeki insanların aşina oldukları, günlük yaşantılarında kullandıkları dilin kendisidir. Bu husus, mesajın muhataplarınca anlaşılması ve özümsenebilmesi için şarttır. Aksi takdirde muhatapların anlamadığı bir dil kullanılması, muhatapların mesajı reddetmesi için bir mazeret vesile olacağı gibi, anlaşılması ve özümsenebilmesi de mümkün olmayacaktı. Bu açıdan İlahi mesaj, muhataplarının dilini kullanmış ve onların anlayabildiği üzere inmiştir. 

 “Kuranın ilk muhataplarını öncelediği gerçeği, Kuran ifadelerini tahlil ederken de mutlaka göz önünde bulundurulması gereken bir husustur. Bütün bunların farkında olmak bizi kuranın konuşma tarzı hakkında fikir sahibi kılacak, onu bu yönüyle yakından tanımamıza imkân verecektir. Kuranla herhangi bir şekilde ilişki kurmak isteyen okuyucu, araştırmacı veya müminin, Kuranla yüz yüze gelmezden evvel sahip olması gereken en önemli donanımlardan birisi de Kuranın nasıl konuştuğunu, nasıl bir dil kullandığını ve ilahi mesajı nasıl ifade ettiğini bilmekten geçer.

İşte bu bağlamda, Kuranın ifade özelliklerini tahlil ederken “Tarihsellik” ve “bütünlük” ilkelerinden yararlanmak durumundayız. Birinci ilke bize, Kuranın neden böyle bir ifade tarzı seçtiği ve ne demek istediği sorusunun cevabını 

ararken yardımcı olacaktır. İkinci ilke ise, aynı/benzer ifadelerin kullandığı veya aynı fikri içeren Kuran pasajlarının farkında olmamızı sağlayacak; böylece ilgilendiğimiz pasaja, bir bütün olarak Kurana ters düşebilecek anlamlar verme tehlikesini ortadan kaldıracaktır.

Örneğin; Kur’anın ifadelerine biçim kazandıran en önemli etkenlerden birisi, Mekke müşriklerinin dünya görüşleridir. Allahsız olmayan ama Allah fikrinin hiçbir fonksiyon icra etmediği müşrik dünya görüşü karşısında Kuranın Allah fikrini çok yoğun bir biçimde vurguladığını görüyoruz. Kuranın anlatılışında bütün olayların gerisinde mutlak irade ve güç sahibi Allah vardır. Makro ve mikro boyutuyla, fizik âlemin bütün olaylarında fail güç odur. Yıldızları sevk ve idare eden O olduğu gibi (Araf/54, Nahl/12) ; spermanın teşekkülünden, yumurta hücresiyle birleşip yeni bir yaratığa dönüşmesine kadar geçen bütün safhalarda (Mümin ün/12-14) yine O vardır. Tarih alanında da durum bundan farklı değildir. Toplumları varlık sahnesinden çıkaran, Halden hale geçiren ve nihayet yok eden Odur (Enam/6, Araf/137, Duhan/28).

Allah merkezli üslup neticesinde, Kuranda Allah, -ilk muhataplar nezdinde- iktidarın timsali olan bir krala (melik) benzetilmektedir. Kuranın karşı karşıya bulunduğu tarihsel durumun gerekli kıldığı bu üslup kullanılırken seçilen motif bile, söz konusu tarihsel etkinin izlerini taşımaktadır. Kuranı bütünüyle gözden geçirdiğimizde, onda bu benzetmenin bütün unsurlarını buluruz: O meliktir (Taha/114, Haşr/23, tahtı vardır (Araf/54, yunus/3), mülkünde ortağı yoktur. (İsra/111, Furkan/2), kendisine mutlak itaat eden görevlileri vardır.(hicr/13, İsra/77), evreni bu görevlileri aracılığıyla ve verdiği emirlerle yönetmektedir.

Böylelikle Kuranın ifade özelliklerinin tahliline girmiş bulunuyoruz. Bütün kutsal kitaplara ve dinsel metinlere özgü bir ifade tarzı olarak kabul edilen bu “Allah-merkezli” üslup, Kuranın en karakteristik ifade özelliğidir. Bu hiçbir şekilde kullanılan dile ait bir özellik olmayıp tamamen metnin veya konuşanın seçmiş olduğu bir tarzdır.(1)

Her dini metin gibi kuran da ilk muhataplarına kendi dilleriyle, kendi gelenekleriyle ve onların dünya görüşleriyle hitap eder. Örneğin: Eğer Kuran, tesadüfen bile olsa yeryüzünün güneşin etrafında dönüyor olduğunu söylemiş olsaydı, bu o zaman ki Araplar 

için inanılmaz bir şey olacaktı ve düşmanlarına Kuranı reddetmek için ekstra bir gerekçe sunacaktı. Bunun yerine oldukça açık ifadelerle Allahın yaydıkça yaydığı (79/27-33) düz bir yeryüzünden bahsedilir. Bunu ifade etmek için birkaç farklı Arapça kelime kullanılmaktadır: ancak bunların hepsi, kuşkusuz yeryüzünün düz olduğuna dair özel bir vurgu taşımamasına rağmen, ilk işitenler tarafından yeryüzünün düz olduğu şeklindeki kendi inançlarına uygun olarak yorumlandı.

Çünkü hiç kimse yeryüzünün başka türlü olabileceğini düşünemiyordu bile. Gökyüzü arzın üzerinde bir çatı olarak düşünülmektedir. Kimi zaman göğün muhtemelen taşlardan bina edildiği söylenmektedir: ancak dağlardan çadır direği olarak bahseden bir ayet var ki bu da muhtemelen göğün bedevi çadırı olarak düşünüldüğünü çağrıştırmaktadır. Yine aynı şekilde çöldeki en büyük vasıta olan devenin yaratılışına da dikkat çekmesi de sürpriz değildir. (88/1720) Yine Arapların çölde yaşamları nedeniyle, altından ırmaklar akan cennetlerden bahsetmesi de sürpriz değildir.

Tüm bunlarda, bilinen tabiat olaylarından ustalıkla nasıl dini sonuçlar çıkarıldığına özellikle dikkat edilmelidir. Arabistan koşullarında aylar boyu hiç yağmur düşmemiş “ölü” toprağın yağmurla beraber yeniden canlanması, insanoğlunun da öldükten sonra dirileceği konusunda özellikle güçlü bir delildir. Yine örneğin; Kuran, kasabaların yerle bir olmasını, orada oturanların peygamberlerini inkâr nedenine bağlanmaktadır. Birçok ayette kâfirler yeryüzünde seyahate ve önceki kâfirlerin sonunu görmeye davet edilir. (30/9, 6/11). Böylelikle harabelere aşinalık, dini bir gerekçeye hizmet etmek için kullanılır.

Yine bu konu ile ilgili; dini alana transfer edilen ticari terimlerin sayısı dikkate değerdir. Kişilerin fiilleri bir kitaba yazılmaktadır. Hüküm, hesap vermedir; Herkes kendi hesabını alır; mizan (terazi) kurulur ve insanların fiilleri tartılır; her nefis yaptığı fiillerine karşılık rehnedilmiştir, bir şahsın eylemleri tasvip görürse, ödülünü veya karşılığını alır; Peygamberin davasını desteklemek (Allaha) ödünç vermektir. (24/36,37, 62/11) ,    (2).   Kuranın olgulara anlam verici bu ifade tarzı, karakteristik özelliklerinden bir tanesidir.

“ Mesaj, muhataplarının dünyasına, her şeyin merkezinde Allah fikrinin yer aldığı dindar bir dünya görüşü sokar. Kuran, muhataplarına bu Allah merkezli dünya görüşünü verirken antropomorfik bir dil kullanmıştır. Bu gerek beşeri bir dil kullanılıyor olmanın, gerekse muhatapların insanlar olmasının doğal bir sonucu olarak düşünülebilir. Ancak Kuranın böyle bir üslup kullanılmasının bunun ötesinde bir sebebi vardır ki o da Kuranın hedefidir. Konumuz çerçevesinde bu ifade özelliğini tahlil edecek olursak, Kuranın Allahı bizzat tarihin içine soktuğunu görürüz. Bu demektir ki Allah bütün olayların dışında, hakem veya seyirci değildir, bizzat olayların içinde yaşayan bir taraftır. Böylelikle tarih de bir anlam kazanmaktadır. Artik tarih kuru bir yasallıktan ibaret değildir. İnsanın olumsuz davranışlarının doğurduğu olumsuzluklar sadece birer zorunlu sonuç değil, Allahın bu olumsuz davranışlara karşı verdiği birer cevap, birer karşı tavırdır. Aynı durum ters yönde de vakidir.

Kuran ifadelerinin gerçekten neyi anlatmak istediklerini doğru anlayabilmek için, bu ifadelerin müştereken oluşturdukları tablo hakkında fikir sahibi olmak gerekir. Zira Kurandaki Allah ve tarih fikri bu bütünlük içerisinde bir anlam kazanmaktadır. Kuran Allahı tarihin içerisine yerleştirirken şöyle bir senaryo canlandırmaktadır: Allah ezelde tarih içerisinde nasıl davranacağını belirlemiş 

(irade, hüküm) ve bu davranış tarzını (sünnetullah) değiştirmeyeceğine dair söz vermiştir. Tarihin başlangıcından beri Allah değişmez bir tavır sergilemektedir ve bu davranışında ileride de bir değişiklik olmayacaktır.

Tabiatıyla Kuran ahlaki ve eğitsel hedefler taşıyan Allah merkezli bir tarih anlayışını tarihçilerin ifade biçimlerini kullanarak veremezdi. Bu yüzden, mesela Kuranda kronolojik sıraya önem verilmemesi doğaldır. Muhatap, bir pasajın ne söylemek istediğini anlamak için, tarihten verilen örneğin, vahiy ortamıyla ilişkili olduğunu bilmelidir. Kuranın vakanüvislik yapmak gibi bir niyeti yoktur. Onun amacı tarihte cereyan etmiş bir olayı hatırlatmaktır. Dolayısıyla anlatılan olayın detaylarına inilmemesi de doğaldır; çünkü dikkat çekilmek istenen şey bizzat olayın kendisidir, hadisenin oluşum biçimi, kahramanları, v.s değil. Bu yüzden Kuran hatırlattığı olayları baştan sona tam olarak anlatma konusunda da hassasiyet göstermemiştir. Bilindiği gibi müfessirler Kuranda temas edilen tarihi olayların büyük bölümünü, Kitabı Mukaddes kaynaklı Ehli Kitap tarih kültürünün yardımıyla tamamlamaktadır.

Dolayısıyla Kullandığı dilin, -en azından teknik anlamda- bilimsel bir dil olmadığını belirtmek gerekir. Onun ifadeleri olayları bilimsel olarak betimlemeyi hedeflememektedir. Bu bakımdan Kuranda kullanılan dilin “ tasvir edici” değil, “anlam verici” bir dil olduğunu söyleyebiliriz. Kuran hemen her şeyi dinsel alana çekmekte ve anlam yüklemektedir. Kuranın ifade biçimiyle yağmurun oluşumu ile ilgili olarak bilime aykırı bir açıklama getirmemektedir. Esasen kuranın bilimsel dili kullanmadığı gerçeği göz önünde bulundurulursa, onun ifadelerinin bilimsel verilere uygunluğu veya aykırılığı sorusunun ne denli yanlış olduğu görülecektir.  Yağmur örneğine devam etmek gerekirse, yağmur Kuran açısından, hiçbir zaman buharlaşan suyun soğuk hava tabakasına çarpıp yeryüzüne geri dönmesinden ibaret kuru bir fizik olayından ibaret değildir. Yağmur, Kuran açısından – yeryüzünün ve yeryüzü halkının ona olan ihtiyaçları düşünüldüğünde – yağmurun oluşumuna imkân veren bir düzen kuran Allahın bütün canlılara bir armağanıdır. (Araf/57, Furkan/48, Neml/63, Rum/46, Şura/28, v.b) . Yağmurun fiziksel oluşumu konusunda bilgili olsun veya olmasın, Kuran yağmur olayını müşahede eden muhataptan da bu bakışçısını beklemektedir.

Aynı durum, Kuran tarihten söz ederken de geçerlidir. Kuranın tarihi ele alışında en çok ağırlık verilen konu – ilk hitap çevresinin sürekli olarak yok oluşla tehdit edilmesine bağlı olarak- helak olgusu ve toplumsal çöküşü hazırlayan faktörlerdir. Kuran bu faktörlere işaret ederken hadiseyi tamamen dinsel bir anlam örgüsü içerisinde ele almaktadır. Mesela iktisadi bir ahlaksızlık olan israf, Kuranın kullanılışında aynı zamanda günahtır, müsrifler şeytanların kardeşleridirler ve Allah israf edenleri sevmez. Öte yandan Allahın gönderdiği mesajı yalanlamak (tekzip), aynı zamanda bir ahlaksızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Kurana göre risalet haktır ve hakikati yalan saymak ahlaken olumsuz bir davranıştır. Küfür ve iman da dini niteliklerinin yanında ahlaki değeri de haizdirler. Kuranın dini – 

ahlaki terimleri kullanırken sergilediği bu bilinçli serbest tutumu, onun hemen tamamında gözlemleme imkânımız vardır.

Örnek vermek gerekirse; İbrahim’i ateşin yakmaması, Güneşin doğup batması, insanların ulaşım/taşıma amacıyla gemi yapmaları/kullanmaları, hatta bir savaşın kazanılması veya kaybedilmesi gibi oluşum biçimleri çok farklı olaylar arasında Kuran açısından hiçbir fark yoktur. Hepsi de Allahın emriyle gerçekleşmektedir. Bu itibarla, herhangi bir olayın nasıl oluşum gösterdiği konusunda Kuran ifadelerinden hareketle bilgi sahibi olmak mümkün değildir. Böyle bir soru daha çok Kuran dışı araştırmalara mütevakkıf bir konudur. Özetlemek gerekirse; Kuranda hâkim olan bu ve benzeri ifade özelliklerini göz önünde bulundurmadan bırakınız olguyu, bizzat Kuran metnini bile doğru anlayamayız.” (3)

Mesajın bu ifade özellikleri şüphesiz ki mesajın, birincil muhatapların zihinlerinde net olarak anlaşılması ve özümsenebilmesi içindir. Bizler –ikincil muhataplar- için ise mesajın doğru bir şekilde anlaşılması için, mesajın birincil muhataplara yönelik kullandığı dillin bilinmesi şarttır. Ancak bu şekilde mesajın, asıl amacını anlayabilir, olaylara yaklaşımını doğru bir şekilde algılayarak gerekli çıkarımlarda bulunabiliriz.

Allah’ü Teala iki cihanda cümlemizi aziz ve bahtiyar eylesin, ayaklarımızı İslam üzere sabit kilsin. Cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin. Ramazan ayınız mübarek olsun

Kaynak;

1-Kuran Sempozyumu / Dr. Ömer özsoy/Bilgi Vakfı yy.

2-Hz. Muhammedin Mekkesi/W.Montgomery Watt/Bilgi Vakfı yy.

3-Kuran Sempozyumu / Dr. Ömer özsoy/Bilgi Vakfı yy.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar