Ahmet Tevfik DURMAZ

Ahmet Tevfik DURMAZ

Mail: yazarlar62@teknikelektrik.com

Hayatı Ramazanlaştırmak

Bilinmelidir ki, Müslümanlar, Ramazan ayında belirgin bir hayat tarzı olarak yaşamaya çalıştıkları İslâmî erdemleri senenin diğer on bir ayına da yaydıkları takdirde Batılı değerler sistemine karşı en güzel cevabı vermiş olacaklar, arayış ve boşluklar içerisinde debelenen dünya insanlığına çözüm ve kurtuluş vesilesi olacaklardır ‘Kur’ân ayı’ olan Şehr-i Ramazan’da Kur’ân-ı Kerim’in kadr ü kıymetini bilenlerden olmaya ve bir ay boyu midelerini aç bırakırken gönüllerini ilahî mesajın rahmet sağanağıyla kana kana beslemeye çalışan müminlere ne mutlu! Onlar kalplerini günahtan, kir ve pastan arındırıyor, sırf Allah rızasını gözeterek tuttukları oruçla iradelerini çelikleştiriyor, Allah’ı birlemek için kıldıkları namazlarla da kulluk bilincini diri tutuyorlar. Onlar, Aliya İzzetbegoviç’in “Dolu bir mide ve boş bir kalp; en kötü kombinasyon” diye tanımladığı cahili insan tipini tam tersine çeviren Ramazan ayının manevi iklimine tutunarak “boş bir mide ve dolu bir kalp” sahibi oluyorlar; ve yine onun dediği gibi, oruçla özgürlüğe kanatlanıyorlar. Ramazan’la bahtiyar müminlerin ruh halini Mustafa Kutlu harika ifade ediyor: “Kalbimizin paslı kilidi açılıyor… Açlık bizi doyuruyor… Sabır bizi coşturuyor... Merhamet sağanak gibi boşalıyor… İçimizde kurulan kürsü bizi hesaba çekiyor… Derken ben, Benlikten sıyrılıyor…” Sene boyunca ruhen, kalben, vicdanen ve zihnen kirlenen müminler bir ay boyunca “Ramazan” kelimesinin kök anlamında mündemiç bulunan “güz yağmuru”nda yıkanıp günahlarından arınmaya ve bu kutlu mevsimin rahmet iklimini doya doya solumaya gayret ediyorlar.

Sabrı, sebatı, merhameti kuşanmaya; irade ve kararlılıklarını pekiştirmeye; paylaşma, dayanışma, yardımseverlik, iyilik, kardeşlik gibi güzel hasletlerle bezenmeye çalışıyorlar. Büyük çoğunluğu oruç tutan, “On Bir Ayın Sultanı”na ve onun Rabb’ine huşû/saygı duyarak içkiden, kumardan, zinadan, yalandan, gıybetten, fesatçılıktan, şiddetten uzak durmaya gayret eden, bildiği kadarıyla Kur’ân okuyan, fırsat buldukça dinleyen, anlamaya gayret eden, coşkuyla namazlarını sürekli kılan insanımız özellikle bu ayda içerdeki ve dışardaki muhtaç kardeşlerine merhamet elini, hayır elini uzatarak adeta bir “infak toplumu”na dönüşüyor ve genlerindeki İslâmî erdemlerini yeniden kuşanıyor, hamd olsun.

Bütün Bir mür “Ramazan İklim”ini Solumak Mübarek Ramazan ayı; müminlerin bir ay boyunca, üzerlerine farz kılınan oruç ibadeti ile kendilerini rûhen ve bedenen yenilemeleri, iradelerini pekiştirmeleri, Kur’ân’la yeniden dirilmeleri için müstesna bir fırsat olmakta.  Bilinmelidir ki; İslâmî hayat tarzının alamet-i farikaları olan ve Ramazan ikliminde doruk noktasına çıkan iyilik, infak, dayanışma, paylaşma, diğerkâmlık, kanaat, itidal, tevazu, tutumluluk, sabır, takva, affetme, hilm, sevgi, saygı vb. gibi temel değerler Müslüman toplumların en büyük sermayesidir. Bilinmelidir ki, Müslümanlar, Ramazan ayında belirgin bir hayat tarzı olarak yaşamaya çalıştıkları İslâmî erdemleri senenin diğer on bir ayına da yaydıkları takdirde Batılı değerler sistemine karşı en güzel cevabı vermiş olacaklar, arayış ve boşluklar içerisinde debelenen dünya insanlığına çözüm ve kurtuluş vesilesi olacaklardır. 

İmdi, Ramazan ayında Allah’ın Kitabı’nın yol gösterici ilkelerini hayat rehberi yaparak Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanma çabasında olan müminler olarak, Kitab’ı terk edilmiş bırakmanın (Furkan 25/30) kendimiz ve ümmet için ne büyük bir felaket olduğunu bilerek, ilahi mesajla ilişkimizi sadece bir ay değil bir ömür boyu sürekli ve düzenli olarak sürdürmemiz gerektiği şuurunu kaybetmemeliyiz!  Unutmamalıyız ki; Tevhîd akîdesine inanan her sağlıklı ve reşid Müslümana farz kılınan oruç ibadeti senede bir ay tutuluyor, varlıklı olanlara farz olan zekât yılda bir kez veriliyor ve yine imkân ve yol bulabilen müminlere farz olan hac da ömürde bir kez yapılıyor; ama şükür ki, müminlerin ömür boyu Allah (c.c.) ile sürekli ve kesintisiz bir irtibat kurmalarını, tevhîd inancını ve kulluk bilincini sürekli diri tutmalarını ve pekiştirmelerini sağlayan namaz ibadeti günde beş vakit olarak farz kılındı ve bizi vakit vakit Rabbimizin huzuruna taşıyor…

Ömürde bir kez değil, senede bir ay değil, bir ömür boyu her gün beş vakit huzur-u ilâhîde “huzura erme” imkânı ve fırsatı sunuyor bize...

Bitmeyen, tükenmeyen, sürekli tekrarlanan bir ibadet... Mümini günde beş kez “Mirac”a taşıyan, günlük hayatın bunalım ve sıkıntılarından kurtarıp ferahlatan, kulluk sözleşmesini yenilemesine vesile olan “Cennet anahtarı”...

Gerçek Bayramlara Doğru Allah’a sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, müminlerin oldukça verimli ve canlı biçimde yaşadıklarına tanık olduğumuz bir Ramazan’ı daha geride bırakıyoruz. Böyle verimli bir arınma sürecinin ardından, inananlar olarak “bayram” yapmaya ve bayram coşkusu yaşamaya hakkımız olduğuna inanabiliriz. Oruç, mukabele ve namazlarla Allah’a daha yakın olan; dua, zikir, tövbe ve istiğfarlarla günahlarından arınan; zekât, sadaka-i fıtır ve sadakalarla yüreği yufkalaşan; iftarlar, ziyaretler ve çeşitli etkinliklerle birbiriyle kaynaşan insanımız tam da bayram sevincini yaşamaya hazırlanırken; ins ve cin şeytanları ve şer odakları da bu sevinci müminlerin kursağında bırakmak için ellerinden gelen her türlü plan ve projeyi devreye koyuyorlar.

Ümmetin kan ve gözyaşları üzerinden ürettikleri çıkar egemenliklerinin sona ermesinden korkan şer odakları ve onların yerli işbirlikçileri yani ‘dâhili ve harici bedhahlar’, el birlik bu kutlu bayramı millete zehir etmek isteseler de,  gelin: onlara inat, Şehr-i Ramazan’ın kalan günlerinin, Kadir Gecesi’nin, Fıtır/Ramazan Bayramı’nın kadrini bilelim; 12 ayı Ramazan yapmanın, her geceyi Kadir bilip Kur’ân’ın “hayat veren” ilkelerini hayata taşımanın ve Ramazan Bayramını birbirimizle kucaklaşmanın vesilesi kılmanın imkânlarını arayalım. Biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz (s.), müminlerin Ramazan ve Kurban bayramlarını canlı, heyecanlı ve neşeli ve olarak kutlamalarını istemiştir.

Bu yüzden bayram günleri oruç tutmayı yasaklamıştır. Bayram namazına müminlerin daha kalabalık biçimde katılmalarını sağlamak için, namazı oldukça geniş ve düz bir alan olan Musallâ’da kıldırmış ve kadın-erkek, çoluk-çocuk herkesin oraya gelmesini emretmiştir; namaz kılamayan kadınların da kenarda durup dua ederek o coşkuya katılmasını tavsiye etmiştir. Bu bilinçledir ki, günümüzde de tüm dünya Müslümanları, Bayram namazlarını açık alanlarda büyük kalabalıklar halinde kılıyorlar. Türkiye’de ise son iki senedir, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Namaz Gönüllüleri Platformu’nun işbirliği ile Ramazan ve Kurban Bayram namazları, İstanbul Sultanahmet Camii ve meydanı başta olmak üzere “her şehrin en büyük camiinde ve ailece” yüzbinleri bulan kalabalıklarla coşku içinde eda edilmeye başladı elhamdülillah. İmdi, neşe, sevinç ve coşku demek olan bayramları, biz inananlar oldukça canlı ve heyecanlı bir şekilde kutlamalıyız. ‘İslam âleminin birçok köşesinde Müslümanlar kan ve gözyaşı dökerken hangi bayram neşesi ve coşkusu?!’ diyerek kendimize bayramları ‘haram’ kılmamalıyız. Allah Resûlü’nün (s.) bu tür bir gerekçeyle bayram coşkusunu iptal ettiğine dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Elbette her zaman aktif dualarımızla mümin kardeşlerimizin yanında ve fiilî beddualarımızla da zalimlerin karşısında olacağız. Ama bayram coşkusu, bayram heyecanı, bayram neşesinin de iman ve İslâm kardeşliğinin, birlik ve dayanışmanın en canlı ifade biçimi olduğunu unutmayacağız. Öyleyse, Ramazan Bayramı mümin gönüllere umut, neşe, sevinç ve heyecan getirsin! Ramazan Bayramı, bütün İslâm âlemini feyizlere, bereketlere, barışa, kurtuluşa ve hayırlara gark etsin!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar