Ahmet Tevfik DURMAZ

Ahmet Tevfik DURMAZ

Mail: yazarlar62@teknikelektrik.com

Bir Lokma Bir Hırka Anlayışı ve Kuran

Günümüz Müslüman halklarında bir fazilet gibi algılanan bu anlayış yıllarca Müslüman halkların gerek maddi ve gerekse manevi alanda gelişememesine neden olmuştur. Özellikle aşırı uç sofi tarikatların etkisiyle yaygınlaşan, dünya ve dünyaya ait metadan uzaklaşma ve ellerinin tersiyle hayatın dışına çekilme şeklinde gelişen mistik eğilim en çok müstekbir ve emperyalist güçlerin işine yaramıştır. Yıllarca hayatını bir ekmek peşinde dolaşan ve bununla yetinip gelişemeyen bir insanın veya topluluğun kimseye bir faydası olmayacaktır.


Doğu insanı bir lokma bir hırka anlayışıyla her açıdan gerilerken, batı toplumu devamla zenginleşip hayatın içinde etkinliğini ve gücünü pekiştirmeye çalışmaktadır. Metanın-maddenin insan gelişimi üzerindeki etkileri çok önemlidir. İnsan psikolojisi,  insan karakteri üzerinde ciddi etkileri vardır. Ayriyeten karnı aç olan bir insandan karnını doyurmaktan öte bir şey bekleyemeyiz. 


Eğer şu iki insandan öncelik olarak ve etkinlik açısından bir tercih yapılması istenirse, Allah’a karşı sorumluluğun bilincinde olan zengin insan mı İslam’a daha iyi hizmet eder. Yoksa Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan fakir bir insan mı İslam’a daha iyi hizmet eder? Zengin olan insanın daha etkin ve daha iyi hizmet edeceği bir gerçektir. Çünkü karnı aç olan bir insana, açlığını gidermeden sorumluluk yüklemek çok zordur.  

 

Kuran hiçbir zaman servete karşı değildir. Tam aksine “Allahın lütfü” (fazlullah) olarak tanımlamıştır. Ayette “ Namaz bitince artık yeryüzüne dağılınız ve Allah’ın lütfünden aramaya devam ediniz. Allah’ı çokça anınız ki kurtuluşa eresiniz.” (62/10) buyurmuştur. Bu husus ile ilgili Kuran da daha birçok ayet görmek mümkündür. Şöyle ki; (73/20, 5/20, 27/16, 24/22, 30/23, 38/32, 50/254,) Ayriyeten Kuran da mal ve servet edinme ve akabinde infak etme, Allah yolunda harcama ile ilgili ayetler sıkça zikredilmektedir. Zira Allah yolunda mal infak etmek, zekat vermek ve hacca gitmek, ancak mal ve servet sahibi olmak ile mümkündür. Kuran da bunca ayet zikri geçen bu hususa değinirken Allah’ın lütfünden istifade etmemek cahillik ve aptallıktır. Yeryüzündeki bunca nimet sadece kafirlere değildir. Aksine bu nimetlere en layık olanı Müslümanlardır. Allah her şeyin en iyisine Müslümanların sahip olmasını arzu etmektedir.


Kuran’ın önümüze koyduğu temel hedefleri, maddi güçten yoksun (ekonomik, askeri, v.s) bir şekilde gerçekleştirmek mümkün değildir.(8/60) Maddi ve manevi alanın birbiriyle beraber dengeli bir şekilde tekamüle ulaşacağını unutmamak gerekir.  Yıllarca Müslümanların içinde kaldıkları durum maddi anlamda bir doygunluğa ulaşamadıkları için dengeli bir maneviyatının olduğunu söylemekte çok güçtür. Unutmamak gerekir ki tarihte birçok peygamber güç ve serveti elinde bulundurmuş ve bununla beraber bu alanda mükemmel ahlaki örnekler sergilemişlerdir. Hz. Yusuf Peygamber Kralın sarayında, devletin hazinesini elinde bulundurmuş, tasarruf yetkisini eline geçirmiş (12/55-56) ve bu şekilde ilahi mesajı toplumlara yaymaya ve hakim kılmaya çalışmıştır. Yine Hz. Süleyman tarihte emsali görülmemiş bir servet, mal ve gücün tasarrufuna sahip olmuş (27/16, 24/22, 30/23) ve tüm bunları Allah’a karşı olan sorumluluğunun bilincinde icra etmiş ve hayata hükmetmiştir. (38/32) Bunun gibi nice peygamber de mücadele süreçlerinde, mesajlarının sağlıklı bir şekilde yayılması için mal, servet(güç) etkenlerinden istifade etmişlerdir. Bu sünnetullahın bir gereğidir. Başarı sadece maneviyat doygunluğuyla gerçekleşmez ki, bu sunnütullaha aykırıdır. Ancak maneviyatı dengeleyecek bir maddiyatın varlığı ile başarı, huzur ve adalet gerçekleşebilir. Maddiyat ve maneviyat bir paranın iki yüzü gibidir, birbirinden asla ayrılmaz. 


Sapma ve imtihan endişesiyle, geçmişten beri gelen bu anlayış mal ve servete karşı olan bu tepki tamamıyla tam tersi olan bir başka sapmaya götürmüştür. Ki, bu anlayış bir lokma bir hırka anlayışıdır. İşte bu anlayış nedeniyle Müslüman halklar gereği gibi gelişememiş, bu anlayışın doğurduğu, neme lazımcılık, monotonluk, tembellik, bana dokunamayan yılan bin yıl yaşasın mantığı ve doğal olarak maddiyattan geri kalmanın ezikliği ve aşağılık kompleksiyle insanımız, tamamıyla bir köle haline getirilmiştir. Bu şekilde Müslümanlar hayati bir tahribata uğrarken, batılılar ise her alanda gelişme ve güç kat etmişlerdir.


Hâlbuki Kuran, indiği toplumun zayıf kesimini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Topluma hitap etmesi,  getirdiği düzenleme ve yeniliklerle toplumun yoksul yetim, köle ve ağır borç altında olan zayıf kesimleri güçlendirmeyi hedef aldı. Bu Kuranın adaletli ve eşit bir toplum projesinin adımlarıydı. Bu sayede Kuran, hitap ettiği insanlara, düşmanlarıyla karşılaşabilecek cesareti bilinci ve maddi anlamda güçlenmeyi ve bunun için hazırlığı talep etmiştir. (8/60)


Servet ve malın saptırıcı cazibesinin olduğu apaçıktır. (102/1-4 , 3/14) Fakat bu yeryüzü insanının vazgeçemiyeçeği bir çok saptırıcı için de ( kadın, çocuk, mal) geçerlidir. “Kadınlara, çocuklara, altın ve gümüş cinsinden birikmiş hazinelere, soylu atlara, sığırlara ve arazilere yönelik dünyevî zevkler insanoğlu için çekici kılınmıştır. Bütün bu zevkler bu dünya hayatında tadılabilir; ama mutlu son, Allah katında olanıdır.” (3/14) sorun kişinin tüm bu metaları, amacı için bir araç olarak telakki edebilmesidir. Aksi takdirde saptırıcıdır diye metadan uzaklaşmak büyük bir yanlıştır. 

 

Allah’a karşı sorumluluğun bilincinde olan kişi tüm bu metaı amacı için, Allah’a yakın olmak için kullanacaktır. Bu da dünyada ve ahrette ciddi bir yarar sağlayacaktır. Kuran her şeyde denge aradığı ve oluşturduğu gibi bu alanda da dengeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla bu dengenin bir tarafını teşkil eden maddiyattan gereği kadar istifade etmek doğru olan bir yoldur. Metaı Allah’ın bir ikramı olarak görüp Allah’a karşı olan sorumluluğumuzun ifası için kullanmalı ve bunu Fazlullah telakki ederek Rabbimize yakınlaştırmalıdır.


Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar