Nurcan Şahin Alevli

Nurcan Şahin Alevli

Mail: nsa@teknikelektrik.com

yılmaz özdiller’in Vicdanı

yılmaz özdil 17 Mayıs 2016 tarihli “hulusi bey” başlığıyla Genelkurmay başkanımız Hulusi Akar’ın Sümmeye Erdoğan’ ın düğününe katılımına gönderme yapan bir yazıyı kaleme  almış.


Tüm yazısını vicdanlara deriiin derin dokunan bir Balyoz Davası hikayesiyle süsleyip ardından Sümeyye Erdoğan’ın düğününde nikah şahitliği yapan Hulusi Akar’a hayali bir  parmak sallama üslubuyla;


“Biz de buna şahidiz!

Seni unutmayacağız, asla unutturmayacağız hulusi bey.” demiş.


Hulusi adının özel isim olduğunu unutmuş olacak ki(?) Orgeneralimizin isminin baş harfini tüm yazısı boyunca birkaç kez küçük harfle yazmış. Ya da dilbilgisi derslerinde “sevmiyorsan ismini, kendini, varlığını küçültebildiğin kadar küçült egonu tatmin et bence” diyen bir Kemalist hocası hazır bulunmuştu da aldığı eğitimin hakkını vererek hocasına vefa borcunu ödemek istedi. Muhtaç olduğu nefret’i Hulusi Akar’ın şahsiyetinde bulmuş bu kezde özdil.


Yazısındaki olaya konu olan emekli Tuğamiral Cem Aziz Çakmak Balyoz davasından tutuklanmış, 3 yıl cezaevinde kaldıktan sonra yakalandığı akciğer kanseri nedeniyle cezası ertelenerek Şubat 2014’te tahliye edilmişti. Akabinde zaten hatırlayacağınız gibi Balyoz davasındaki tüm sanıklar beraat etti. Tedavisi GATA’ da devam eden Cem Aziz Çakmak Temmuz 2015 yılında hayata gözlerini yumdu.


yılmaz özdil Tuğamiral’in doğumundan başlayarak mesleğini, evliliğini ve Tuğçe ismini verdiği kızının doğumundan evliliğine kadar olan dönemi kaleme almış. O dönem cezaevinde olan emekli Tuğamiral Cem Aziz Çakmak kızının bu nedenle düğünü ertelemesini istememiş genç çiftin nikahı kıyıldıktan sonra kızı Tuğçe üzerinde gelinliği, müstakbel eşini de yanına alarak cezaevine gitmiş orada babası ve Onun gibi mahkum olan diğer askerlerinde bulunduğu küçük bir kutlama yapılmış, babasıyla düğün dansını yapmış, buruk da olsa mutluluğunu babasıyla paylaşmış.


Bu yürek burkan olaydan güzel malzeme çıkarmış kendine yılmaz özdil.


Hulusi Akar’a çatmış ve sen o günlerde yoktun, onların yanında olmadın ama Sümeyye’nin düğününe koşa koşa gittin demeye getirmiş mevzuyu.


Bu şu anlama geliyor aslında; “ordu göreve diyenler” son yıllarda karşılığını bulamıyor bu çağrılarının ve bunun acısını çıkarmanın yollarını arıyorlardı.


Düğün Türkiye’nin 1 numaralı Adamı’nın kızının düğünü. Damat YERLİ İnsansız Hava Araçları’nı(İHA) yapan ekibin başındaki mühendis. Türkiye için gecesini gündüzüne katanlardan... Davetlilerden biri de TSK’nın 1 numarası olan Orgeneral Hulusi Akar. Bu tabloda garipsenecek bir durum var mı? YOk.


Ayrıca düğünde içki servisi yok, şişelerin dibine kadar alkol tüketimi yok, çalgı çengi yok, sabahlara kadar süren çılgın düğün partisi yok, düğünde gelen hediyeler Mehmetçik vakfına bağışlanmış...Sözün kısası sade bir nikah okadar. Hani o dillere destan, senelerce konuşulan düğünlerden biri değildi yani bu.


Nedir ozaman haftalardır sosyal medyada yürütülen bu karalama kampanyası?


Erdoğan’ın kızı evlenememeli, evlenirse de kimse düğününe gitmemeli mi? Varış noktanız bu değil mi aslında.


Peki ordu kimin için görevde olmalı bu ülkede?

Yılmazgiller için mi sadece?


Bir söz vardır hani; alışmış kudurmuştan beterdir diye. yılmazgillerde tam karşılığını bulmuş gibi.


Tabi burada işi bozan şey alışmışa her istediği verilmeyince kudurmaya da başlıyor.


Hangi alışkanlıklarınızdan bahsetsem bilmem ki.


Okadar çok örneği var ki...

Bu ülke tarihi senin alışkanlıklarının temeline çimento niyetine atılan onbinlerce ölü barındırıyor yılmaz.


Milli Mücadele yıllarında canları pahasına Ankaranın yanında olan binlerce masumun sonrasında idamını bir zaruret olarak nakşetmeye çalışırken “onlar bu haksızlıkları yaşarken kimse orada değildi” dedin mi acaba hiç?


Gel seninle küçük bir tarih turu yapalım ha yılmaz?


Kurtuluş Savaşında düşmanı bu ülkeden kovmak için mücahitlerle birlikte büyük hizmetler veren Erzincanlı Mevlevi Şeyhi İbrahim Hakkı efendi savaştan sonra inkılaplara karşı geldiği gerekçesiyle idama mahkum edilmişti. Vefat etmiş olduğu için ailesi tarafından defnedilmiş, ancak hakkındaki idam kararını öyle yada böyle gerçekleştirme arzusunda olan cinnetliler onu mezarından çıkararak kefene sarılı halde tekrar asmış ve uzun süre halkın gözünü korkutmak amacıyla o meydanda asılı kalmıştı.


Batılılaşmayı eleştiren ‘Frenk Mukallitliği’ kitabını Şapka Kanunu’ndan tam 18 ay önce yazdığı halde 7 Aralık 1925’te evinden alınan İskipli Atıf Hoca’nın ardından ağlayan kızı Ayşe Melahat’ın babasını son görüşüydü. 4 Şubat 1926’da eski meclisin önünde Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi ile birlikte asılarak idam edilir. Ne acıdır ki İskipli Atıf hocanın ailesi ve akrabaları da pekçoklarının ailesinde olduğu gibi yıllarca baskı altında yaşamış, yaşadıkları şehri terketmek durumunda bırakılmış, Aile Hoca’ nın ismini ağızlarına bile alamamıştır. Yine pekçoklarında olduğu gibi mezarı ailesinden gizlenmiş, 2009’da eski Hatay Milletvekili Mehmet Sılay tarafından bulunmuştur.


İlk günden beri İstiklal Mahkemeleri’nin aleyhinde olan Birinci Büyük Millet Meclisinin unutulmaz hatibi Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey’in şu sözleri bu mahkemelere verilen sınırsız yetkiyi çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor:


“Istiklal Mahkemeleri’ne Meclis’in tanıdığı yetkiyi, Cenab-ı Hak Peygamberine dahi vermemiştir.”


Ve devam ediyor Hüseyin Avni bey;

“Bu mahkeme çok namuslu insanları asmıştır. Bizim namusumuzda bir eksiklik mi gördü ki, bizi asmadı?”diyor.


Sırf bu söz nedeniyle aynı İstiklal Mahkemesi Hüseyin Avni Bey’i ömür boyu sürgün cezasına mahkum ediyordu.


Bu mahkemelerde vekiller, gazeteciler, alimler, çocuklar, bakanlar, sıradan vatandaşlar ve Kazım Karabekir gibi Milli Mücadele’nin önde gelen paşaları de yargılandı. İdam sayısı ise onbinlerle ifade ediliyor.


Yine çıkarılan şapka kanunu’na itiraz etti diye İstiklal Mahkemelerinde asılan tek kadın; Şalcı Şöhret Bacı,,,


Türkiye’ ye sığınmış Azeri kardeşlerimizi Ruslara teslim edip Boraltan köprüsünde katledilişlerini izleyen İnönü Hükümeti,,,


Artvin ve Tunceli gibi kendi devletleri tarafından toplu katliama uğrayan şehirlere hiç girmeyeyim istersen...


Ve ve ve...Bu ülkeye başbakanlık yapmış Adnan Menderes’in Yassıada günlerinde gördüğü işkenceler; dövülmesi, psikolojisini bozup delirmesini sağlamak için yapılanlar, kontrollü uyuşturucu haplar verilerek yarı uykulu halde tutulması ve en nihayetinde yalan ve iftiraların delilliğindeki idamı...


Sırf onun savunmasını yaptıkları için avukatları Talat Asal ve Burhan Apaydın’ a yapılanlar, tutuklanmaları, hücrelere kapatılmaları...


İktidarda olsun ya da olmasın CHP zihniyeti’nin yüzbinlerle ifade edilebilecek kurbanları tüm bunları yaşarken kimse, HİÇ KİMSE yoktu yılmaz özdil.


Pekçoğu demir parmaklıkların ardından da olsa evlatlarına sarılıp dans edemediler, gelinlikli ya da damatlıklı hallerini göremediler, evlenme çağında olanların bir yari olamadı, bir yari olanlar vuslata eremedi, kimisi torunlarına masallar anlatamadı, savunmalarını binlerce avukat yapmadı, yerli ve yabancı medya onları yazmadı, yabancı ülke büyükelçileri, siyasileri mahkeme salonlarında selfie şhow yapmadı, dünya yapılanları kınamadı, senin yaptığın gibi kimse Onların cellatlarına parmak sallayıp biz de sizin bu yaptıklarınıza şahit olduk diyemedi...


Hangi birini yazayım bilmiyorum ki?

Uzak tarihi bırakıp yakın tarihimize bakalım istersen;


Erbakan’ a yapılanlar, 28 Şubat, askerlerin fişlenmesi, namaz kılanların, eşi başörtülü olanların ordudan atılması, üniversitelerde Müslüman gençlere yapılan inanılmaz zulümler, Recep Tayyip Erdoğan’ın bir şiir yüzünden cezaevine konması, siyasi yasaklı olması, Cumhuriyet Başsavcıları’nın Müslüman avına çıktığı yıllar, yargılanmalar, mahkemeler, Milletin iradesine karşı sokaklarda yürütülen tanklar, Ahmet Necdet Sezer vakası, Abdullah Gül’ ün Cumhurbaşkanlığı’ nın önünü kesmek için ortaya atılan 367 garabeti...Daha neler...


Sen ve senin gibiler neredeydi yılmaz?

Ama tüm bu saydıklarım senin kafandaki insan modeline uymuyorlardı değil mi?


Hikayesi yazılmaya değer bulunmayan yaratıklardı hepsi senin gözünde.


Senin kaleminden hatta klavyenden kan damlıyor alışmışlığınızın devamı için.


Gezi olaylarında sokağa; “24 saat daha dayanın AB kararıyla hükümet düşecek” diye yalan atarak insanları, gençleri, çocukları daha fazla sokakta tutabilmek için oynatırsın o parmaklarını sadece.


Birkere şunun defalarca altı çizdik, bir kez daha çizmek istiyorum; Ergenekon ve Balyoz davaları tamamıyla içi boş davalar değildi. Öyle olsaydı bu ülke tek partili CHP iktidarından çok partili seçimlere geçip halkın iradesini ortaya koymaya başladığı andan bugüne 1960, 1980, 28 Şubat 1997 askeri darbelerini, 27 Nisan 2007 E-Muhtırasını yaşamış olmazdı. Bu darbelerin tümü milletin iradesine karşı yapıldığı için, askeri darbeleri sürekli başının üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı gibi hisseden millet Ergenekon ve Balyoz davalarında, Siz “ordu göreve” çağrısı yapınca, “ordu kimin için göreve?” diye soracak ve suskun kalmayı tercih edecekti elbette...


Ancak ne acıdır ki bu sefer de yargı yanlış eller tarafından yönetiliyordu ve amaç millet’in iradesini korumak değildi.


Yine de bu milletin ve onun iradesini temsil edenlerin bir vicdanı var yılmaz özdil.


Herşeyden önce onların bir Allah korkusu var.

Amaca giden yolda her şey mübahtır mantığını gütmedi bu iktidar, oyun içinde oyun, dost görünenlerin içinde hain, kendine yol arkadaşı olarak seçtiklerinden bazılarının daha büyük bir ihanetin parçası olduğunu anladığı an adaletin terazisini çalıştırıverdi hemen... Çalıştırıverdi ve görevlerini layıkıyla yerine getirmiş olanların yanında, fırsatını bulabilse senin çağrına seve seve koşabilecek olanları’ da özgürlüklerine kavuşturdu. Niyetleri bozuk olanları hakkaniyetle seçmek mümkün olamayacaktı ne de olsa.


Masum olanların hatrına masum sayıldı hepsi.

Hani Ak Parti iktidara geldiği günden bu güne orduyu defalarca göreve çağırdınız da ordu asli görevinin bilinciyle sizi kaale almadı ya,,,


Hani sen şimdi Aziz Cem Çakmak ve O’ nun hüzünlü hikayesi üzerinden Türkiye Cumhuriyeti tarihinde terörle en başarılı ve “EN DÜRÜST” mücadelelerinden birini yürüten TSK’ nın başındaki isim Orgeneral Hulusi Paşa’ ya yürüyorsunya yılmaz,,,


Bir de olaya şöyle baksan diyorum;

Ben yarı kaçık ve yüreğindeki kapkara nefretiyle bir postal yalayıcısı olsam bugün ve desem ki;


“ORDU GÖREVE” 

???


Senin Kemalizm sosuna buladığın nefretinin benzerini kendime yakıştırmaktan ar ederim.


Kemalizm yağıyla cilalanmış bol vicdanlı yazıları kaleme alanlar adaleti sadece kendi gibiler için ister.


Kendi adalet anlayışlarını hakim kılmak için de teraziyi tek kefeli yaparlar yılmaz...


Not: “Harf küçüklüğü” nedeniyle tüm Yılmazlardan ve geçmiş dilbilgisi hocalarımdan özür dilerim. Herbirinizi tenzih ederim. Bu yazının muhatabı bellidir.


Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar