Yeni Kabine ve Yeni Dönem Neden Başkanlık, Neden Erdoğan?

Bu satırlarımın yani dergimiz Teknik Elektrik Postası’nın müdavimleri (devamlı okurları) çok yakından şahit olmuşlardır ki biz bir meslek (sektör) dergisi olmakla beraber hem sektörü hem de günlük yaşantımızı etkileyen, domine eden bir unsur olarak siyasetten kopmamız mümkün değildir tabii ki.


Sosyal hayatta yer alıp iş, sanat, spor, kültür dünyasında söz sahibi olup da siyasetten bahsetmemek mümkün müdür acaba? Çok iyi hatırlıyorum dikkatli okurlarımızda hatırlayacaklardır; 2007 yılı seçimleri idi ve ben burada 11. Cumhurbaşkanı seçimleri için neden dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’ın aday olmaması gerektiğini ve dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül’ün olması gerektiğini yazmıştım. Acizane bu fakirin temennisi milletimizin arzusu ile örtüşmüş ve Sayın Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olmuştu. O zaman da bana “neden sektörel bir dergi de hep siyaset yazıyorsun” dediklerinde Türkiye’de siyaset yazmayan, yorumlamayan hatta yapmayan kim var ki ben uzak durayım demiştim.


Yine 2014 yılında Abdullah Gül’ün görev süresinin dolmasıyla da yine dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kez Cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğinin nedenlerini yazmıştım. Halkın seçtiği veya seçeceği bir makama 12 yıl boyunca  9 seçim kazanmış ve halkın en az yarısının sevgi ve teveccühünü kazanmış bir siyasinin artık gelmesini bende söylüyordum. Artık diyorum çünkü 2007 daha çok erken idi. Başbakan olarak, Ak Parti olarak yapacak çok icraatı vardı Sayın Erdoğan’ın. Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin bu en çok sevilen ve halk tarafından seçilen siyasisi yalnızca Parlamentoda ki parmak üstünlüğü ile gelmemeli idi. Kendisine yakışan bir halk oylaması ile gelmeli idi. Bunun zamanı da 2014’ün 10 Ağustosu idi.


Cumhurbaşkan’ının halk tarafından seçilmesi aslında 1950’den beri süren, parlamenter sistemin yarı yarıya sona ermesi ve yarı başbakanlık sistemine  geçişinin de bir adımı oldu. Malum ülkemizde Cumhurbaşkanlığının yetkileri çok fazladır. Bu güne kadar kullanılmamış olması Sayın Erdoğan’ın kullanmasına bir engel değil idi.  Ve Erdoğan’da bu yetkilerini kullanmalı idi ve kullandı. 21,5 milyon seçmenin oy verdiği kişi ben sorumsuzum demeyecekti, demedi de.


Nasıl olsa Başbakanı’da giderayak kendisi atamıştı (Sayın Davutoğlu’nu) ama Türkiye’de mevcut anayasa o kadar yetki veriyordu ki hem Başbakan’a hem de Cumhurbaşkanına. Değil Erdoğanla ile Davutoğlu, baba ile oğul, karı ile koca olsa Cumhurbaşkanı ve Başbakan; çatışma olmaması imkansızdı! Öyle de oldu. Ben burada Sayın Erdoğanla, Sayın Davutoğlu arsasında ki çatışmaların neler olduğunu yazacak değilim. Çünkü şahıslar arası bir çatışma yok, çatışma kurumlar arasıdır. Sayın Binali Yıldırım gibi Sayın Erdoğanla tam uyum içerisinde çalışacak bir başbakanlık bile bu çatışmayı tamamen engelleyemez. O yüzden Sayın Binali Yıldırımda Ak Parti Genel Başkanlığına seçildiğinde ilk vaadi başkanlık olmuştur. Başkanlık sistemi devlet içi çatışmanın sonudur. Çift başlılığın da sonudur.


Başkanlık sistemi koalisyonlu hükümet modellerinin ebediyyen sonu demektir, istikrar demektir.


Tüm bu gerçekler bilinirken, Dünya da başkanlıkla yönetilen ülkelerin başarısı ortada iken, istikrarın gerçekleşeceği bilinirken başkanlık sistemine karşı direnmenin anlamı var mı? 


Bu konuda Özal’ın, Demirel’in, Erbakan’ın, Türkeş’in tavsiye ettiği bilindiği halde niçin başkanlık sistemi gelmesin Türkiye’ye? Üstelik başkanlık sistemi bizim yabancı olduğumuz bir sistem de değil. Bu topraklarda var olduğumuz bin yıldır, 1950 sonrası hariç biz hep fiili bir başkanlık sistemini uyguladık, yaşadık.


Alpaslan Gazi bu coğrafyayı vatan ettiğinden beri Türkler bu coğrafyada diğer etnisite kardeşleri ile birlikte başkanlık sistemini uygulamıştır aslında. 


Cumhuriyetin ilk döneminde  de aslında (1923 - 1950) fiili bir başkanlık sistemi uygulanmıştır. (Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü fiili başkandılar) Bu çerçeve de zaten yabancı olmadığımız bu sistem daha da Türkiye’yi yerinden sıçratacaksa neden gelmesin Türkiye’ye?