1946’dan başlayan, özellikle son yıllarda kızışan çekişmenin nedeni; tek tipçi ve dayatmacı CHP nizamına karşın, farklılıkların özgürce kendisini ifade edebileceği yeni bir zemin inşa etme hareketinin destek bulmasıdır. Yani artık İttihat ve Terakki zemini miadını doldurmuştur. Kuvvetli direnişin arkasındaki sebep budur. Fakat bu o kadar basit değil. Farklı çıkar grupları, başka mikro noktalarda buluşurken, yer yer kesişen ve birleşen kümeler gibi olması, bu hareketi zorlamakta ve bir noktaya kadar izin vermektedir.
Tabi en şaşırtıcı olan da yıllarca karşısında durdukları şeyin nasıl değişeceğini bilemeyen ve sadece eleştirmekle, “aydın” olma konforunu yaşayan aydınlarımız diyebiliriz.
Ne var ki farkında bile değiller. Kimileri, nefrete teslim oldular ve kendileri bile nedenini bilmiyor/anlamıyor.
Bahse konu elbette eski nizamcıların nefreti değil. Zira bundan doğal ne var. Eleştirilmesi gereken, bunun dışında kalan ama üretmeyen aydınlarımız. Bütün kakafoni veya kaos görüntüsü buradan kaynaklı. Yeni ya da farklı bir şey söyleyen yok. Genelde batı örnekleri ortaya konuyor. İyi de İttihat ve Terakki de dönemin bir batı örneği değil miydi? Batı’nın desteklediği, Paris ve Brüksel gibi şehirlerde merkezi bulunan bu örgüt, kendi içindeki farklılıkları bile yok eden bir örgüte nasıl da dönüşmüştü. Belki de en başından amaçlanan buydu. Ya da büyük bir cemiyet olabilmek için, o farklılıklar birer araçtı. Neticede ezberler, alıntılar, bu topluma-coğrafyaya aynıyla uymamış, uymuyor. Çünkü coğrafyalar, toplumlar ve medeniyet başka başka… Keşke özgün olmanın peşinden gidilebilseydi ve bunu bizim aydınlarımız ve bilim adamlarımız ortaya koysaydı.
Bir siyasi parti, fark yaratmak için ortaya çıktı.
Ancak bu sadece bir partinin işi değil. Bu konuda aydınlarımızın ortaya koyacağı modellere, fikri tartışma ve önerilerine ihtiyacımız var.
Türkiye entelektüeli maalesef, güncel siyasetin kışkırtıcı cazibesine yenik düşerken, üretmeyi ihmal ediyor. Kopyala yapıştırıcılardan farklı olarak, bu zamana kadar üretilmiş bilgiden yararlanarak, yeni kapılar açmak ve bir şeyler sunmak gerekmez mi! Kaldı ki medeniyetlerin beşiği bir bölge olarak zengin bir kaynağa da sahibiz. Batı da bunlardan yararlandı ama kendi toplumuna uygun olanı arayarak ve aralarındaki çatışmaları da masaya yatırarak...
Öncesinde kanlı mezhep savaşları ve katliamlarla... Sömürerek Afrika’nın kara çocuklarını, daha daha fazla elmas için… Yolları, kansız bir yol değildi; ahlâki de. Kendi çocuklarını yiyen devrimleri de oldu. Geldikleri yere ancak varabildiler.
Ancak, ekonomileri bozulunca, hümanizma makyajları da bir bir dökülüyor. Irkçı saldırılar yayılmakla kalmıyor birçok yerde politik karşılık da bulmaya başladı. Yani yüz elli yıllık modelimiz de alarm veriyor. İlkesiz, tutarsız yaklaşımları ve çifte standartları, toplumlarını da aydınlarını da çok rahatsız etmiyor.
Çünkü “Beyaz adam üstündür!” efsanesi hortladı bile çoktan. Yalpalamaktan yorgun düşen biz, ne yapmalıyız? Elbette, hakkın galebe çalacağı bir temel prensiple… İyi bir “şey” olması umudu ve beklentisiyle… Yeni bir şey söylemek /doğurmak zorundayız. Belki de buna gebedir bunca sancı.
Facebook Yorum
Yorum Yazın