Ve üstelik kutlu güne sadece bir gün kala, BERAT sevinciyle bile atan kalpler yok gibi artık…
301 şehit veren Manisa’m… Bu gökkubbe, masmavi gülen yüzüne hasret kaldı… Bizim tutamadığımız matem sana mı kaldı, ağla ağlayabildiğin kadar. Bizim ağlamadıklarımızı da ağla, bizim unuttuklarımızı da hatırlat.
Ülkemin gariban insanı gönlünde taşır sevgiyi de, hüznü de. Unutmak ne mümkün bu toprağın fidanlarını…
Bu hafta sonu gittiğim bir köyde gördüklerimi paylaşmak istiyorum sizlerle…
Çobanisa’ya gidişim, bir dostumun şehrin kalabalığından kaçıp bir köy evi alıp yerleşmesi cihetiyle oldu. Gittim gördüm ki, tek kaçan o değilmiş. Köyde kalan sadece birkaç köylü var, oldukça yaşlı birkaç çift, onların haricinde yazlık olarak alınıp dekor edilen onlarca ev var…
Benim amacım, köy havası, köy ekmeği, köy evi temalı bir hafta sonu geçirmek. Gel gör ki, güzelim kerpiç evlerin yerini iki katlı lüks evler, villalar almaya başlamış. Doğal yapı bozulmaya durmuş. İnsanlar kaçtıkları şeyleri de peşi sıra getirmişler, (!) beton yığınlarını…
Dışarıdan oldukça bakımlı, tertemiz, penceresinde renk renk menekşelerin açtığı, sokağın başından insanları cezbeden o ev ve sahibinden bahsetmek istiyorum sizlere: Hatice nineden.
Evinin kapısını ardına kadar açan, çay ikram etmek için adeta dil döken bu yaşlı teyzem, bir ömür geçirdiği kerpiç evini gezdiriyor. O da ne? Girişte, mutfak ve ortada kocaman bir ağaç gövdesi. İnanılası değil. Evin içinde çiçek gördüm, sarmaşık gördüm ama kocaman bir ağaç gövdesi ilk kez görüyorum. Kesmeye kıyamamışlar ve evin temeline destek olsun diye kolon vazifesi gören ağaç, odanın ortasında yuvarlak bir sütun gibi yükseliyor beyaz kireçle boyanmış vaziyette. Dışarda sıcaklık epeyce yüksek olduğu halde evin içi buz gibi. Yazları hiç sıcak olmaması kerpiç yapıların özelliğiymiş, kışları da ılık oluyormuş. Daha sonra onunla kiler odasına girdik, kuruttuğu dağ kekiklerinden bir bardak verdi hemen, yaptığı konserveleri gösterdi, kış hazırlıkları hemen hemen tamamdı. Ancak söylediği bir söz vardı ki içime oturdu oracıkta. “-Kızım evde unum olsaydı size gözleme yapardım, ama amcan maaşını alınca bir çuval un getirecek, o zaman gelin, ben size ne isterseniz yapayım.”
Hz. Ömer geldi aklıma, bir un çuvalını sırtına yüklenip hızlıca adımlarla doğruca bir fakirin evine götürüp bırakması. Gücüm kuvvetim yerinde olsa yapar mıydım?
En son ne zaman biten bir şey için bekledimdi? Bunu sorguladım. Veya 70 lira un parası olmayan bu insanların, gönül zenginliğinden haberleri var mıydı? Bunun benim için ne demek olduğunu biliyorlar mıydı? Yoksa sıradan sarf edilmiş bu kelimeler, benim vicdanımı neden bu kadar sızlatmıştı? Yokluk içinde varlık müjdesini veren bu güzel yürekli insanlar neden köylerde kalmışlardı. Aramızda değillerdi? Hemen amcayı sordum. Emekli amcam, kiraz toplamaya gitmiş günlük yevmiye almak için. Teyzemin samimiyeti, teslimiyeti, cömertliği, güleryüzü o hafta sonuma damgasını vurdu.
Dillendirmediği hiçbir sıkıntısı yok gibi görünen teyzemden sonra, yakın bir komşunun evindeyiz. Bu evi farklı kılan evin bahçesinde bir yatır olması. Bir incir ağacının altında Çoban İsa denilen bir Allah dostu yatıyor. Kabrinin başına dolu testi konulduğunda, sabaha boşaldığı ve takunyalarının ıslak olduğu söyleniyor ev sahibi yaşlı çift tarafından. Ruhuna okuduğumuz Fatiha’dan sonra köy sokaklarında ıhlamur kokulu havayı teneffüs ederek dolaşıyoruz…Rengarenk küpeler, ortancalar, hanımelilerle karışık bir kenar süsü var yol kıyılarında.
Ve “karadutum çatalkaram çingenem” satırlarına mazhar olan her derda şifa Karadut ağacının önündeyiz. Birkaç dakika sonra dirseklerimizden kıpkırmızı sular damlıyor… Toplarken yedik, yerken boyandık adeta. Rabbimin böylesi bir rengi, tadı, kokuyu, lezzeti, şifayı tek bir meyveye vermesi, tefekküre vesile kılmasın mı bu ziyafeti?
Ardından komşu bahçelerinden dalları sokağa sarkan kayısılar, vişneler, erikler, kirazlar, cevizler…
Tabiat tablası insanlığın hizmetinde, koşulsuz ve şartsız cömertliğiyle yerlere eğilmiş, ikrama hazır lezzetler, renkler, tadlar, kokular, şifalar, gölgelikler, kuşlara arılara barınaklar olmuş, hiç beklentisiz öylece duruyorlar. Gelip geçeni ya kokusuyla durduruyor, ya da rengiyle cezbediyor.
Bu güzellikleri oradaki güzel gönüllü insanlara lütf eden Rabbim’e sonsuz hamd ve senalar ederek ayrılıyorum Çobanisa’dan. Komşuluk hakkını, misafirlik hakkını bana hatırlatan samimi insanların sayılarını çoğaltması için Rabbim’e dualar ediyorum. Bu topraklardaki her şeyi paylaşacak kadar bol bol veren Rabbim, bizi birbirimize sımsıkı kenetleyip bağlasın, birlik, dirlik ve beraberlik ruhumuzu derinleştirsin niyazıyla hepinize selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Perşembe gecesi kutlayacak olduğumuz Berat gecesiyle af kapısından giren, Ramazan ve Kadir gecesinin bereketine gönlü uyananlardan olabilmek niyazı ve duasıyla, Allaha emanet olun.
Facebook Yorum
Yorum Yazın