VİVA LA MUARTE (YAŞASIN ÖLÜM)

Viva La Muarte  1990’lar da yayınlanan Alev Alatlı’nın Türk aydınını yorumlayan enfes romanıydı. Şimdi anlatacaklarımla köprü kuramayabiliriz ve ne ilgisi var diyebiliriz. Yaşasın ölüm derken ölümü İspanya da Franko dönemi faşistlerinin kült sloganı olarak mı kullanmalıyız. Yoksa ölümü kutsayarak onun üzerinden rant sağlayanlara sövmek derdimize merhem olabilirmi. Bu coğrafyada yaşayanların ortak kaderimidir pisipisine ölmek ya da mankurtlaştırılıp köle olarak kullanılmak. Mankurt”, Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un Türkiye Türkçesine, “Gün Olur Asra Bedel” adıyla çevrilen romanındaki “Nayman Ana” söylencesinde geçer. Milattan sonra 200’lü yıllarda Orta Asya’dan Kuzey’e doğru göç eden Juan Juanlar, Kırgızların hem komşusu ve hem de can düşmanıdırlar. Son derece gaddar ve acımasız olan Juan Juanlar, her fırsatta Kırgız kabile ve oymaklara saldırır, yakıp yıkarlarmış. Ancak Juan Juanların esir aldıkları genç Kırgız savaşçılarını köle yapmak için mankurtlaştırma yöntemi vardır ki, Cengiz Aytmatov inanılmaz bir akıcılıkla anlatır. Juan Juanlar, esirin başını kazır, saç tellerini tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken bir kasap da oracıkta bir hayvanı öldürüp derisini yüzermiş. Sonra taze hayvan derisini, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Daha sonra, tutsakların boynuna, başlarını yere sürtmesin diye bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı kızgın güneşin altında bırakırlarmış. Deri kuruyup büzüldükçe, başı saran hayvan derisi mengene gibi olurmuş. Acılar içinde kıvranan Kırgız esirlerin her beşinden ancak bir veya ikisi sağ kalırmış. Sağ kalanlar ise hafızalarını, kimliklerini kaybederlermiş. Juan Juanlar, belleğini yitiren tutsağı alır, yiyecek içecek verirlermiş. Bir süre sonra gücünü toparlayan tutsak, artık bir mankurt haline gelmiştir. Bir mankurt, kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu artık bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arzetmeyen bir köle imiş. Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıymış. Ama mankurt isyanı ve itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka birşey düşünmeyen bir yaratık…En pis, en güç işleri, büyük sabır isteyen çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış. Açlıktan ölmemesi için yiyecek, donmaması için eski-püskü giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemezmiş. Ve efendisinin emriyle, kendisinden aslına dönmelerini isteyen öz annelerini bile öldürecek kadar, kimliğinden ve kişiliğinden uzaklaşır hale gelirlermiş.

Nayman ana öyküsünde mankurtlaşma ile anlatmaya çalıştığımız baskıcı rejim, yeni kurulan cumhuriyetle birlikte iktidara gelen CHP’nin faşist, baskıcı Franko modasının etkisini uzun yıllar Türkiye üzerinde hissettirmişti. Tek parti hegomanyasında mankurtlaştırılan halkımıza sadece Dersim özrü çıkış olabilir mi yoksa Başbakan Yozgat, Ağrı, Trabzon, Konya, Kastamonu, İskilip v.s. den de özür dilerse kafamızdaki mankurt derisini çıkarmış olurmuyuz. Deriyi çıkaramazsak o zaman “VİVA LA MUARTE“