Türkiye ekonomisinin üç temel sorunu; işsizlik, enflasyon ve cari açıktır. Bu sorunları çözmek için, terör ya da doğal felâketler gibi siyaset üstü kabul edilip, yıllara yayılan planlara sadık kalınması gerekir.
Bu planların uygulanması için başta demokrasi ve hukuk devleti olmak üzere, bazı temel konularda da uzlaşılması şarttır. Marjinal bir kesimin, devletçi ekonomiyi benimseyip, serbest piyasaya karşı olması ve bunu ifade etmesi sorun olmaz.
Ancak iktidar alternatifi olabilecek siyasi oluşumların, bu konulardaki ifadeleri, darbeler karşısındaki tutumları, sermayeyi bile etnik ve ideolojik yaklaşımla sınıflandırmaları ve serbest piyasa karşıtı tutum sergilemeleriyle, temel atılamadığından, binanın yapılmasına da geçilemeyecektir.
Aslında bu üç kronik sorunun yıllardır çözülememesinin ana sebebi, çözüm için gerekli olan temelin bir türlü atılamamasıdır. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın parçalanması, Kurtuluş Savaşı… Elimizde ne sermayemiz ne de yetişmiş insan kaynağımız vardı. Fakat borçlar, kapitülasyonlar ve Lozan’ın bazı ticari maddeleri yanı başımızdaydı.
Cumhuriyet kurulmadan hemen önce yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde Atatürk tarafından yol haritası ortaya kondu. Sanayi Devrimi’ni kaçıran bir ülke olarak, kısıtlı imkânlar ile devlet destekli şirketler ve özel teşebbüse kredi sağlanması için kamu bankası kuruldu. Yabancı yatırımcıya bazı kurallara uymaları şartıyla izin verildi. Dönemin koşullarında başarılı kabul edilen kongre kararlarının yanında, istemezükçü kafalar tasfiye edilseymiş, belki de bugün marka sahibi bir ülke olmuştuk.
Ne yazık ki ülkemizde üretime, yatırıma ve kalkınmaya karşı duran tuhaf bir zihniyet hep vardı ve bu zihniyet Atatürk’ün ölümüyle gücü iyice eline geçirdi. Bürokrasiden, eğitim diline kadar, “Biz yapamayız; bizden bir şey olmaz!” bakışı hâkim oldu. Uçak fabrikaları kapatılarak, girişimcilerin yolu kesildi. Vecihi Hürkuş, Nuri Demirağ, Nuri Killigil gibi kıymetlerimiz pasifize edildiler. Hele Devrim arabaları meselesi şaka gibi! Aynı tavrı şimdi de görüyoruz. TOGG için yazılanlar, “BOGG” diye açılan twitter başlıkları, bu zihniyetin hiç değişmediğini, kifâyetsiz muhterisliklerinin aynen devam ettiğini sizce de göstermiyor mu? Kronik sorunlarımızın çözümü için bırakın bir zemin yaratmayı, gelişmemiş bir zihniyetle mücadele etmekten gına geldi. Darbeleri destekleyen, halkı inanç ve kimliklerine göre sınıflandırıp “had bildirmek” isteyen, genellikle eski bürokratların çocukları, torunları olan bu mirasyedi kesim, ülkenin önündeki en büyük takoz olmaya devam ediyor. İşin komik yanı, bunları yaparken çok batılı, çok bilimsel ve dahi demokrat oldukları iddiasında olup, geri kalanı yobaz ve çağdışı olarak görmeleri.
Bu üç kronik sorunun çözümü, üretim artışından geçiyor. Her dönemin üretim anlayışı değişirken artık teknoloji yoğun ve katma değeri yüksek ürünler üretmek zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz. Üretim için kesintisiz bir demokrasi ve sermaye gerekiyor. Fakat malum kesim, Menderes’ten bu yana, üretmek isteyen sağ partileri daima engelledi. Kalkınma ve üretim, dünyanın gelişmiş ülkelerinde herkesin sahip çıkacağı milli bir meseleyken biz bunu bir türlü sağlayamadık. 21. yüzyılda halen, geç kalınmış olsa da yapılmakta olan yollar, limanlar, köprüler ve çeşitli amaca hizmet eden inşaatların tartışmasını yapıyoruz. Düşünün; bu zihniyetle daha alt yapıda anlaşamıyoruz.
Özetle üretmekten başka çaremiz yok. Öyleyse buna engel olan zihniyeti yalnız bırakmakla işe başlamak, hızımızı arttıracaktır. Kısır tartışmaları bırakarak üretmek zorundayız.
Facebook Yorum
Yorum Yazın