Enerji o kadar büyük bir ehemmiyet arz ediyordu ki Güneşi Batmayan İmparatorluk için… Gerekirse taş üstünde taş bırakmayacaklardı hedefledikleri ülkelerde! O ülke şayet kendi çıkarlarına hizmet değil de kendi milli çıkarlarına hizmet etmeye başlarsa o ülkenin idarecileri veya rejimi ayakta kalamaz. Güneş’i Batmayan İmparatorluk ve emrindeki akraba devletler gerekeni yapar!!!
Siz okurlarım en az bu yazıyı yazan fakir kadar akıllısınız ve bu devletçiklerle onlara emreden küresel sermayeyi bağrında, başkentinde bulunduran kraliçenin Güneşi Batmayan İmparatorluğunu çok iyi bilir ve analiz edersiniz. Benim yazdıklarım malumun sadece bu sayfalarda ilamı ve tekrarıdır. Şayet 1953’de Musaddık İran petrollerini millileştireceğim demese idi. Darbe ile İran’daki görevinden gitmezdi.
Yine Bülend Ecevit 1970’li yıllarda Afyon ekeceğim demese idi TÜSİAD’ın gazete ilanları ile görevden uzaklaştırılmazdı.
1973’de iktidara CHP-MSP koalisyonu ile gelen Bülend Ecevit (12 mart 1971) de Amerika destekli darbe sonrası yasaklanan haşhaş ekimini tekrar başlatacağını söyleyince Kıbrıs da Sampson Darbesi ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatına yol açmıştı. Akabinde de ambargolu yıllar.
Yine Kaddafi; bir Avrupa ülkesinin veya bir kaçının “Güneş Enerjisinin Avrupa’ya ithaline engel olacağını” iddia ettiğinden dolayı öldürülerek rejimine son verildi. Burada Kaddafi’nin zaten gitmesi gereken bir diktatör olması ayrı bir konudur. Önemli olan gönderilme sebebidir. Yoksa Kaddafi aynı zihniyetle 1969’dan 2011’e kadar yönetmişti Libya’yı. Neden kırk iki sene müdahale edilmemiş hatta Amerika’nın 1986’daki bombalaması ile bile gönderilmemiş de enerjinin Avrupa’ya ithalinde engel olunca gönderilmiştir. Bu da değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
Yine Irak petrollerinin ve Orta Asya gaz rezervlerinin Amerika’nın denetiminde olması için ikiz kulelere uyduruk El Kaide saldırıları ile Irak ve Afganistan işgal edilmiştir. Gerek Kuzey Irak’taki Kürt petrolleri (Musul-Kerkük) gerekse güneydeki rezervler ile Afganistan’daki enerji kaynakları Amerikan işbirlikçisi yönetimler işgal sonrası işbaşına getirilerek bu iki ülkedeki tüm enerji kaynaklarını kontrol altına almıştır.
Şimdi biraz daha geriye gidelim ve Osmanlı’nın 1908 – 1918 yılları arasında milyonlarca km2 toprağının paylaşılıp dağılımını hatırlayalım. Öncelikle 1908’e nasıl gelinmiştir. Yani 31 Mart 1908’de Selanik’ten Mahmut Şevket Paşa komutasındaki “Çapulcu Ordusu” aynı 31 Mayıs-1 Haziran’da Taksim’e vandallığa çıkan bugünün çapulcu gezi Vandalları gibi Taksim’e, Yıldız Sarayı’na neden yürümüşlerdi. Niçin yürüyordu bu Selanik’den gelen çapulcu Ordusu…? Zira hedefte Sultan 2. Abdülhamid vardı. Bugün diktatör diyerek Erdoğan’ıdevirmek için yürüyen Vandallar o günde “Müstebid ” diyerek 2. Abdülhamid’i devirmek için yürüyorlardı. Zira Abdülhamid gitmeden Osmanlı parçalanamıyordu. Osmanlı coğrafyasının çöllerinde “Neft” diye bilinen bir yağ vardı!!! (Petrol). Ortadoğu bölgesi adeta bir enerji kaynağı idi ve mutlaka bu bölgenin Osmanlıdan kopartılması gerekiyordu.
Bu ancak Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile mümkündü. Bugün olduğu gibi o günde Abdülhamid’in ve yönetiminin en büyük düşmanı beyaz Türkler ve batıcı jakoben tiplerdi. Batı hayranı, jöntürk, sabatay kökenli çapulcular o günde işbaşında operasyonda idi. Bugün diktatör diyenler yukarıda da hatırlattığım gibi o günde müstebid diyorlardı. O zamanda bir çok basiretsiz İslamcı vardı bugünküler gibi. O günün Eliaçık!!! ları da vardı bilmeden veya bilerek ihanet eden. Bugün Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin diyenler o günde Abdülhamid gitsin de kim gelirse gelsin diyordu. Bugünün iç düşman, hain ve ahmakları ile o günün iç düşman ve ahmakları aynı idi.
Tabii ki dış düşman hep aynı idi. Londra merkezli küresel emperyalist sermaye…! Görünüşte cephede başkaları olsada Güneşi Batmayan İmparatorluk ve onların kullandığı ahmaklar!
1908 sonrası (ki bu 1898’de Theoder Herzl başkanlığında toplanan 1. Dünya Siyonist Kongresinde alınmıştır) Kurulmaya çalışılan ve 1948’de kurulan Siyonist İsrail Devleti için Abdülhamid’in gitmesi gerekiyordu. Zira Abdülhamid parayla Filistin’i ve davasını Yahudilere satmamıştı. Tıpkı Erdoğan’ın “One Minute” diyerek satmadığı gibi… O yüzden Abdülhamid gibi Erdoğan’da gitmeliydi. Bunun için Taksim sokakları da Kiev Sokakları gibi yakılıp yıkılmalıydı. Canlar gitmeliydi. Diktatörün devrilmesi için her şey mübahtı. Hem devlet geleneğimizde can veya canların yanmasının ne önemi olabilirdi ki?
31 Mayıs 1 haziran’da süregelen gezi vandalizmi 21 Mart 2013 Newroz’una karşı bir hamle ise 17 ve 25 Aralık yolsuzluk kamufleli darbe planı da Kasım ayındaki Barzani – Erdoğan buluşmasına karşı bir hamle idi. İki hamlede de paralel yapının ciddi rolü olmuştur. Paralel yapının da bertaraf edilmesi ile zannederim devlet içerisinde çete kalmayacak. Yeni bir hamle veya operasyonda beklenmiyor.
Kürt petrollerinin, Kürt Özerk Bölgesi eli ile Türkiye ile buluşturulması Batı’yı ve doksan yıldır Türkiye’yi dizayn edenleri çok endişelendirmişe benziyor.
Türk’in Kürt ile Kürt’ün Türk ile buluşması bunun hem de davul zurna ile dünyaya (Şiwan Perwer ve İbrahim Tatlıses’i ile) ilanı 17 Aralık darbesini getirmiştir diyebiliriz.
Kendi enerjimizi daha da fazla üreteceğimiz günlere doğru. Daha zengin ve müreffeh bir Türkiye’ye doğru… Geçen ay yazdığımız gibi “Her şey çok daha güzel olacak”
Facebook Yorum
Yorum Yazın