“Sazın, sözün, duygunun, düşüncenin, yaşam biçiminin, geleneğin, sevginin ince bir maharetle işlendiği bir bütündür bir hazinedir türkülerimiz. “
Bizim sevdamız, bizim özümüzdür. Türkülerdir yaşadığımız duyguları en güzel anlatan ve yansıtan... Sazın teline vurulan tezenenin okşayışıyla, zurnadan çıkan korkusuz haykırışla, davulun tokmağının çırpısıyla uyumuyla, sipsinin feryadıyla, kavalın ağlamasıyla ve üstüne dizilen acılı, tatlı, neşeli, kederli sözlerle kulaktan girip ruhun derinliklerine yerleşen saf, temiz bir can suyudur türkü.
Anadolu insanının dilden, gönülden söylediği kimi zaman ağlatan, kimi zaman güldüren, kimi zaman sevindiren duygu dolu gönül sesimizdir. Türkülerimiz damlayan gözyaşlarımızdır yağmurlu gecelerde, yanağımızdan süzülen pınarlarımızdır. Türkülerimizde hüzünlenir, türkülerimizle çoşar ,sevinçlerimizi paylaşır , halay çeker ve bir bütün oluruz.
Bu yazımda sizlerle Zahidem’, Misket , Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar türkülerinin duygusal hikayesini paylaşmak istedim.
“ Zahidem “ Türküsünün “ hikayesi
Zahide türküsünü asıl yazarı ve hikayenin esas kahramanı “Aşık Arap Mustafa`dır”.
Aşık Arap Mustafa 1901 yılında Çiçekdağı`na bağlı “Orta Hacı Ahmetli” köyünde doğmuş. Ailesini çok küçük yaşlarında kaybetmiştir. Mustafa 10 yaşına kadar bir akarabasının yanında, yetim ve öksüz olarak büyümüştür.
Mustafa`nın babası, o zamanlar, o yörede, düğünlerde derneklerde oynanan “Koca Oyunu” adlı oyunda “Arap” rolünü oynarmış. Mustafa`yada babasından ötürü Arap lakabı takılmış çevresinde “Arap Mustafa” adıyla tanınmıştır. Yetim ve öksüz kalan Arap Mustafa 10 yaşında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozade`lerden Mehmet`in yanında çiftçi olarak yetişmeye başlar. Zamanla çalışkanlığıyla, babayiğitliğiyle ve giyimine kuşamına özen gösteren yakışıklı ve mert bir delikanlı görünümüyle herkesin beğenisini ve taktirini kazanır. Bu sıralarda da Mustafa yetişir ve askerlik çağlarına yaklaştığında da ağasının kızı olan Zahide`ye gönlünü kaptırır, fakat fakir ve kimsesiz olduğundan bu sevdasını bir türlü dile getiremez, sevdası içten içe hergeçen gün büyür.
Askerlik çağı gelen Arap Mustafa sevdasını söyleyemeden vatani görevini yapmak için askere gider, ama aklı deliler gibi sevdalandığı Zahide`sinde kalmıştır. Köydeki sevdiği dostlarına devamlı mektuplar gönderip Zahide`sinden haber almaya çalışır. En son haberde Zahide`nin başka birisiyle evlendirileceğini ve düğünününde bir hafta sonra olacağının haberini alınca, üzüntüsünden bu türkünün sözlerini şiir olarak söylemiştir.
Kimi yerlerde bu türkünün sözlerini Arap Mustafa`nın “Hektor” adında arkadaşının kaleme döktüğü söylenir. Sözleri besteleyen Neşet Ertaş`dır. Arap Mustafa`nın bu büyük sevdasından dolayı, zamanla ismi “Aşık Arap Mustafa” olarak anılmaya başlanmıştır.
Türükünü Orjinal Hali:
Zahide’m kurbanım n’olacak halim Gene bir laf duydum kırıldı belim Gelenden gidenden haber sorarım Zahide`m bu hafta oluyor gelin Ezeli de deli gönül ezeli Çiçekdağında döktü m’ola gazeli Dolaştım alemi gurbet gezeli Bulamadım Zahide’mden güzeli Gurbet ellerinde esirim esir Zahide’m kurbanım hep bende kusur Eğer anan seni bana vermezse Nemize yetmiyor el kadar hasır
İşte Misket’in Hikayesi Türkünün Adı:Misket Türkünün Yöresi :Ankara
İnsanları neşelendiren, hareketlendiren Ankara’nın bu ünlü oyun havası aslında acı bir aşk öyküsünü anlatıyor.Bu hikaye , Ankara’ nın önemli seymenlerinden Osmn Efe’nin güzel Huriye’nin sonu acı ile biten , hikayesidir.
Huriye, Ganizadeler olarak bilinen ailenin genç ve güzel kızı, Osman Efe ise Ankara’nın bileği, yüreği güçlü delikanlılarından biridir. Huriye gizliden gizliye Osman Efe’yi sevmektedir. Ne zaman evlerinin önünden geçse onu görmek için küçük bir elma türü olan Misket ağacına çıkar. Osman Efe de Huriye’yi sevmektedir. Hep Misket ağacında gördüğü için kendisine Misket diye hitap etmektedir. Ancak yörenin yiğitlerinden Kır Ağa bir gün Huriye’yi istetir. Bunu duyan Osman Efe “Kendisini yiğit bellerim. Huriye’yi sevdiğimi ona söyleyin, aradan çekilsin” diye haber gönderir. Ancak aracılar bu haberi bire bin katarak götürür. Kır Ağa’ya “Osman Efe diyor ki; kendisi kim oluyor ki benim yavuklumu istiyor. Aradan çekilsin, yoksa leşini sererim” diye haber götürürler. Bunun üzerine Kır Ağa, “Demek dünkü çocuk bana kafa tutuyor. Gelsin hesaplaşalım” der.Yine aracılar bire bin katar ve iki yiğidi karşı karşıya getirirler. Osman Efe ve Kır Ağa, bıçakları çekerler. Sağ kalan Huriye’yi alacaktır. Ancak Kır Ağa kavga sırasında birden durur ve “Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam. Koç olacak kuzuya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun” der. Osman Efe şaşırır ve elindeki bıçağı yere atar. Bu arada Huriye, Misket ağacında olan biteni görmeye çalışmaktadır. Kalabalık bir gurubun önünde Kır Ağa’yı gelirken görünce kendini kaybeder ve ağaçtan düşererek son nefesini verir. Misket kızın yani Huriye’nin bu öyküsü dilden dile dolaşıp türkü olur.
“Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar Türküsünün “ hikayesi Türkünün Adı: Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar Türkünün Yöresi:Malkara
Türkünün Sözleri
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim Babamın bir atı olsa binse de gelse Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse Kardeşlerim yolları bilse de gelse Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim Gelenek ve göreneklerimize uygun şekilde yapılan kına gecelerimizde gelinleri ve yakınlarını hep ağlatır bu türkü.
Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep’i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep’i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep’i Ali’ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep’i alıp aşırı köyüne götürür.
Zeynep’in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep’in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.
Oysa kocası, Zeynep’in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca
horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep’i yataklara düşürür.
Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep’in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep’in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep’in anası babası köye gelirler, Zeynep’i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.
Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.
Evet , Türküler umuttur, hasrettir, vefadır, dostluktur ve yüreğimizde kıvrım kıvrım dolanan ince bir yoldur sılaya uzanan gurbet ellerde. Dermandır dermansız kalanlara... Yüreğin gurbetinde büyüyen, özlemleri kor kor, demet demet sunan iki damla hasret çiçeğidir türküler... Yüreğimizdeki sevgi kıpırtılarıdır, sevgi pınarıdır gürül gürül hasrete akan...
Dostluk , Kardeşlik , Barış ve Sevgi dolu TÜRKÜLERLE kalın...
Facebook Yorum
Yorum Yazın