Tunus'ta diplomalı bir işsiz vatandaşın kendisim yakmasıyla başlayan olaylar dünyanın dikkatini bölgeye teksif etmesine neden oldu. Yaklaşık bir aydan bu yana devam eden olaylar Tunus diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeden kaçmasına rağmen henüz durulmadı. Magrib'in bu küçük ülkesi tarihin nisbeten durgun aktığı Büyük Ortadoğu'da olayların akışını hızlandıracak gibi görünüyor. Tunus'un komşuları Cezayir ve Libya'dan gelen tepkiler, bu iki ülkenin Tunus'daki olaylardan tedirgin olduklarım gösteriyor. Bu tedirginliğin Büyük Ortadoğu'nun diğer ülkelerindeki despot rejimlere de yansıyacağını tahmin etmek zor değil.
Kısa Bir Tarihi Artta Plan
Tunus, yaklaşık 3 asır Osmanlı idaresinde kaldıktan sonra, 1881'de Fransa tarafından işgal edildi. 75 yıl kadar süren Fransız işgalinin akabinde 1956 yılında bağımsızlığına kavuştu. Direnişi organize eden Burgiba Tunus'un ilk devlet başkam oldu. Burgiba bütün eğitimim Fransa'da tamamlamıştı. Fransızlan ülkesinden kovmak için savaşırken bile, Fransa'nın değerlerinin hakim olacağı bir ülke tasavvuru içindeydi. Burgiba, gerek direniş yıllarında, gerekse iktidarının ilk yıllarında İslam'ın kitleleri mobilize etmekteki gücünü sonuna kadar kullandı. Ne zamanki iktidarından emin olduğunu hissetti, ülkeyi İslamsız-laştırmak için her yolu mübah gördü ve denedi. Orucu yasak etti, örtüyü yasak etti. Aynen Türkiye'de olduğu gibi vakıfları devletleştir di. Tevhidi-i Tedrisat Kanunu'na benzer bir kanun çıkararak, tarihi Zeytuniye Medresesi'ni üniversiteye bağladı. Yani yok etti. Böylece Ulema'nın bütün dayanak-larını kesti. Fransız kültürünün ve hayat tarzının yayılmasına mani olabilecek bütün engelleri ortadan kaldırdı.
Fransız askerleri ülkeyi terk etmişlerdi ama Fransız kültürü yönetim tarafından bütün boyutlarıyla empoze ediliyordu. Nitekim bir İngiliz gazeteci Burgiba için, "Fransızdan daha Fransız" nitelemesini yapacaktı. Burgiba, iktidarının yaklaşık son on yılını fiziksel ve zihni rahatsızlıklarla geçirdi. Yönetim ehliyeti ni yitirdiği konusunda üst yöneticiler ve bürokrasi arasında yaygın bir kanaat oluşmuştu. Nihayet 1987 yılına gelindiğinde altı hafta önce başbakan olarak atadığı Zeynel Abidin Bin Ali tarafından bir saray darbesi ile devrildi. Bin Ali, iktidarı ele aldığında, daha özgür bir Tunus vaadinde bulundu. İktidarının ilk zamanlarında bunu kısmen yapmaya çalıştı, ancak daha sonra selefini aratmayacak bir despotizm sergiledi. Başta İslami Direniş Hareketi Nahda olmak üzere öncellikle İslamcı muhalefeti ve akabinde tüm muhalefeti sindirdi. Siyasal alanda kendi partisinden başka bir siyasal organizasyon bırakmadı. Bilhassa İslamcılara karşı şedid davrandı. Batı'nın, özellikle ABD' nin kurduğu İslam eşittir terör denklemini batı'nın kendi iktidarını desteklemesi için zalimane bir şekilde kullandı. 10 milyonluk nüfusu sahip olan Tunusta 100 bin kişilik polis gücü kurarak Tunus'u bir polis devletine çevirdi. 40 bin kişilik ordu, bu polis gücünün gölgesinde kalmıştı. Bir milyona yakın parti üyesi ve bu polis gücü, ülkenin bütün kaynaklarını sömürüyordu.
Çok ciddi bir okumuş nüfusu bulunan Tunus'ta entelektüellerin büyük bir kısmı rejimin yaptıklarını meşrulaştıncı bir fonksiyon icra ediyorlardı. Çünkü rejimin propagandası onları da etkilemişti. Bin Ali giderse İslamcılar gelecekti. Hayat tarzı kaygısı taşıyan "endişeli modernler" öncelikle İslamcılann, ikincil olarak da diğer muhalefetin işkenceye maruz kalmasını meşrulaştırıcı bir tutum takındılar.
Olaylar Nasıl Gelişti
Olayların fitilini Tunus’un kırsal kesimindeki Sidi Ebuzid kentinde bir gencin vali konağı önünde benzin dökerek kendini yakması ateşledi. Muhammed Buaziz adlı genç Tunus'ta sayılan hayli yüksek olan işsiz üniversitelilerden biriydi. 26 yaşındaki Buaziz beş yıl boyunca iş aramış, bulamamıştı. Sonunda aile bütçesine katkı yapmak için seyyar satıcılık yapmaya karar vermiş, bir kaldırıma tezgah kurmuştu. Borç harç aldığı sebzeleri ve meyveleri satmaya başlayan Buaziz'in mallarına daha ikinci gün zabıta el koydu. Buaziz tekrar borç alarak tezgahını kurdu, zabıta tekrar el koydu. Bu durum 4-5 defa tekrar edince bunalıma giren öğrenci, "işsizlik yoksulluk canıma tak etti" diyerek vali konağı önünde kendini ateşe verdi. 17 aralık 2010'da meydana gelen bu olay, Tunus'ta olayların başlamasına vesile oldu. Gerek Sidi Ebuzid'de, gerekse Tunus'un diğer şehirlerinde ülke şartlannda cesur sayılacak gösteriler yapılmaya başlandı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, 22 aralıkta aynı şehirde bir başka genç elektrik direğine tırmandı kalabalığın gözleri önünde, "işsizliğe yoksulluğa lanet olsun" diyerek elektrik tellerine sarıldı ve birkaç dakika içinde cansız bedeni yere düştü. O da üniversiteliydi, o da işsizdi. Bu ölüm, gösterileri biraz daha büyüttü ve yaygınlaştırdı.
Olayların arka arkaya gelişi baskı altındaki halkın sokaklara dökülmesine neden oldu. Avrupa'daki ekonomik kriz Tunus'u fazlasıyla etkilemişti. Çünkü Tunus tarımsal ihracatının büyük kısmını Avrupa ülkelerine yapıyordu. Oradan gelen turistleri ağırlayarak ekonomisini ayakta tutuyordu. Reel ve yeterli bir üretimi olmayan ülkede bu iki kaynak sıkıntıya girince ekonomik kriz baş gösterdi. Varolan kıt kaynak-ların da, Zeynel Abidin Bin Ali, ailesi, yakınları, yüzbin kişilik polis gücü ve sayılan 1 milyonu bulan parti mensupları arasında paylaşıldığını düşünürsek, yoksulluğun boyutlannı tahmin edebiliriz. Durum böyle olmasına rağmen birkaç ay öncesinde Tunus'un ekonomik göstergelerine bakarak ülkeyi başka ülkelere örnek gösteren demeçler veri-liyordu. IMF başkanı Dominik Straus Khan olayların başlamasından 3-4 ay kadar önce Tunus'un ekonomik performansını övüyor ve diğer ülkelere örnek gösteriyordu. Eğer bu beyanat kasıtlı olarak verilmediyse, ortaya konulan ekonomik göstergelerin her zaman halkın reel durumunu yansıtmadığını göstermesi açısından ilginç bir örnektir. Yani "istatistik insanı" hedef alan göstergeler iyi olduğunda, bu aynı zamanda gerçek insanlann da iyi olduğu anlamına gelmiyordu.
Tunus'ta başlayan gösteriler büyük kalabalıkların katılımıyla yapılmadı. Olayları takip eden gözlemcilerin genelinin tesbitine göre başlangıçta gösterilere katılımın 3-5 bin kişiyi geçmediği ortaya çıkıyor. Nüfusu 10 milyonu biraz aşan Tunus'un nüfusuna göre bile az sayıda insanın katıldığı bu gösterilerin 23 yıldır, ülkeyi demir yumrukla yöneten bir diktatörü ülkeden kaçıracak bir sonuç üretmesi doğrusu üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur.
Yaklaşık 100'e yakın insanın öldüğü olaylar despotik rejimin yıkılmasını sağladı. Tunus halkı şu anda nisbi bir hürriyet havasını teneffüs ediyor. Ancak ülkede geleceğe ilişkin tam bir belirsizlik yaşanıyor. Bir kaos manzarası arz eden ortam, iç siyaset alternatifi çıkaramayan ülkeyi dış güçlerin siyasal müdahalesine açık hale getirmiştir. Bundan sonraki dönemde Tunus, muhtemelen iç siyasete hakim olmak isteyen dış güçlerin müdâhalesine maruz kalacaktır.
Tunus Olayları Bölgesel Bir Değişimin Habercisi mi?
Birçok yazar, gözlemci, siyasetçi Tunus olaylannın bir domino etkisiyle bölgeyi etkileyeceğini, bölge ülkelerindeki rejimlerin değişebileceğini söylüyor, yazıyor. Tunus'un bölgeyi etkileyeceği tahmininde bulunabiliriz. Bu etkinin yakın vadede bölge ülkelerinde rejim değişikliklerine sebep olacağını söylemek, aşırı iyimserlik olarak nitelenebilir. Bilindiği gibi BOP bölgesindeki rejimlerin büyük çoğunluğu iç siyasal dinamiklerin gereği olarak hayatlanm devam ettirmiyorlar. Kuruluşlarından itibaren bir siyasal mühendislik projesi olarak inşa edilmiş bu ülkeler, varlıklarını kendilerini inşa eden dış güçlere borçlular, o güçlerin işbirlikçisi olan yönetimler tarafından yönetilen bu ülkelerde muhalif bir siyasetin oluşmasına da asla imkan verilmemiştir.
Bölge rejimlerine destek veren dış güçlerin bölgedeki siyasal ortamın artık bu şekilde devam etmeyeceğine ilişkin kanaatleri olsa da değişimin kendi istedikleri sonucu vereceğinden ciddi kuşku duyuyorlar. Kuşkudan da öte daha önce yapılmış iki denemeyi Cezayir seçimleri ve Filistin seçimlerinin sonuçlarını unutmuyorlar. Bilindiği gibi Cezayir'de ' 1991 yılında yapılan seçimlerin birinci etabını İslami Selamet Cephesi (F.İ.S) büyük bir çoğunlukla kazanmıştı, ancak ABD ve Fransa'nın desteklediği rejimin despot yöneticileri, seçim sonuçlarını yok saydılar. Ülke bir iç savasa sürüklendi. 150 bin kişinin öldüğü iç savaş sonucunda zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan Cezayir, rüşvetin, yoksulluğun ve yolsuzluğun cirit attığı bir ülke haline geldi. Zengin generalleri, paralarının bulunduğu Fransa'da yaşayan ve yoksul işsizleri ile başbaşa kalan zengin bir ülke.
Filistin'de yapılan seçimleri de Hamas kazanınca seçim sonuçlarını tanımamakta bir beis görmedi bölgeyi dizayn eden güçler.
Batılı güçler serbest seçimleri istiyorlar; ancak kendi istedikleri seçildiği sürece. Nitekim Sudan'da, Güney Sudan'ın ayrıl-ması sonucunu getiren referandumu tanımakta bir beis görmediler. Çünkü öyle istiyorlardı zaten. Bu örneklerden yola çıkarak BOP bölgesindeki rejimleri değiştirmek için, hemen ve kısa vadede serbest seçimlerin yapılacağını varsaymak ham hayal olur. Bölge ahalisi uygun olanları seçecek bir noktaya getirilene kadar serbest seçimlerin yapılması beklenmemelidir. Ahalinin uygun hale getirilmesinin de birçok yolu var. Açık Toplum Enstitüsünün kurucusu spekülatör George Soros, ABD başkanı Bush'u eleştirirken toplumun nasıl rafine bir biçimde değiştirileceğinin ipuçlarını da veriyor. "Ben yıllardır kurduğum Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ağı vasıtasıyla Amerika'nın kendisiyle dost, demokratik rejimler kurma misyonunu üstlenmişken ve Amerikan projelerini usulca hayata geçirirken, Bush birden bire aşırı güç kullanımıyla bütün planı ortaya çıkara-cak bir siyaset izlemeye başlamıştır."
Tunus Bu Kaostan Nasıl Düzen Çıkar?
Öncelikle tüm Büyük Ortadoğu bölgesinin sarsıntı geçirdiğini söylemeliyiz. Tunus'tan Lübnan'a, Mısır'dan Sudan'a, Afganistan, Pakistan'dan Irak'a tüm bölge sarsıntı geçiriyor. Ülkeler bölünüyor, yeni ittifaklar kuruluyor. Bir araya gelmesi imkansız gibi görünen güçler bir araya geliyor. Tunus'u da bu bölgesel hareketliliğin dışında kabul etmemiz için ikna edici bir neden yok.
Tunus belki de yoksulluğu finanse edecek yer altı zenginliklerine sahip olmayan bir ülke olarak, bölgenin değişiminde model ülke olarak değerlendirilebilir.
Ortaya çıkan halk hareketi bir devrim niteliği taşımıyor. Ortada karizmatik ve belirgin bir lider yok. Baskıdan kurtulma ve özgürlük talebi dışında ideolojik bir yönelim yok. Rejimin yıkılması sonrasında neyin istendiğine dair açık aleni bir talep yok. Kısacası baskıdan bunalan kitlelerin, sayıları 3- 5 bini geçmeyen gösterilerle despotik bir yapıyı salladığı bir eylemlilik yaşıyoruz. Bugüne kadar gerçekleşen devrimlere benzemeyen, onlar gibi olmayan yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu teorik anlamda bir kaos durumudur. Kaos ülkedeki baskı yönetiminin, despotizmin oluşturduğu ortam sonucu meydana gelmişse de, kaostan düzen çıkaracak iç dinamiğin ortada olmaması, ister istemez gözlerin dışa çevrilmesine sebep oluyor.
Bu bağlamda Tunus'ta kültürel ve siyasal anlamda yoğun bir hakimiyeti olan Fransa'nın yeterli aktiviteyi göstermemesi manidar. Buna karşın ülkede ciddi bir etkisi olmadığı izlenimini veren ABD'nin eylemcileri yüreklen-direcek şekilde, diplomatik bir lisanın ötesinde beyanlarda bulunması da oldukça ilginç.
Nitekim eylemlerin yükseldiği bir aşamada ABD başkanı Obama, "Tunus'ta görüşlerini barışçıl yollarla dile getiren yurttaşlara karşı şiddet kullanılmasını kınıyorum. Bundan ötürü üzüntü duyuyorum ve Tunus halkının cesaretini ve onurlu duruşunu alkışlıyorum" demiştir. Bu söylem elbette yüreklendiricidir ve diplomatik teamü-lün ötesinde bir destek ifade eder.
Bunu da aşan ifadeler ve açık bir destek; Tunus'taki ABD büyükelçisi Gordon Gray'ın Tunus'ta Fransızca olarak çıkan 21 ocak tanhli Le Quatidien gazetesinde yayınlanan yazısında yer almıştır. Gray yazısında ABD olarak Tunus halkının gösterdiği cesaret ve kararlılığı kutladıklarını beyan ederek devam ediyor. "Temel haklarınız için çabanız ilham yaratmıştır. ABD demokrasiye geçiş sürecinde sizin yanınızdadır. Deneyiminizi bir umut olarak gören tüm halklar için örnek teşkil edeceğinizin bilinciyle, özgürlüklerinizi yaşama konu-sundaki kararlılığınızı cesaretlendiririz. İşsizliğin temel sorunlardan biri olduğunun farkındayız. ABD şirketlerini Tunus'a yatınm yapma ve size iş imkanları yaratma konusunda teşvik edeceğiz." Halen görevde olan bir büyükelçinin başka ne demesi beklenirdi. Bu iki söylemden de anladığımız kadarıyla ABD kaosun oluşumuna güç veren ve kaosdan düzen oluşturacak bir güç olarak Tunus'ta var olmak istiyor. Bu bağlamda Tunus'un ABD ve Fransa'nın güç mücadelesi yapacağı bir alan haline gelmesi beklenebilir.
Aynca 21. yüzyılda Afrika'nın birtakım güçlerin mücadele alanı haline geleceği gözüküyor. Yorgun Avrupalı sömürgecilerin yeni ve güçlü ortakları kabullen-meleri gerektiğinin gösterge-leri şimdiden onaya çıkmış durumda. Çin, başta Sudan olmak üzere Afrika'ya tahminleri aşan ölçüde yatırım yapmaktadır. ABD'nin Tunus'a olan ilgisinin hem BOP bölgesine, hem de Afrika'ya dönük olduğunu söyleyebiliriz. ABD elçisi Tunus'u yaptığı işle tüm ülkelere, elbette öncelikle bölge ülkelerine örnek gösteriyor. Bu örnekliğin sadece yapılan eylemlerle değil, Tunus'ta oluşacak düzenle de olacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Sonuç
Kanaatimizce Tunus hadiseleri bölge ülkelerinde bir domino etkisi meydana getirmeyecektir. Ancak bölge ülkelerini tedirgin ederek, kendilerini destekleyen dış güçlerin telkinlerine daha açık bir hale getirecektir.
Bu bağlamda, Tunus'ta oluşacak yeni düzen bölge ülkelerine örnek teşkil edecek, onların evrimsel değişimine örneklik edecek bir mahiyet arz edecektir. Tahminimiz odur ki bölge ahalisinin zihinsel dönüşümünü sağlayacak kadar bir özgürlük ortamının var kılındığı bir sürece doğru evrilecektir bölgedeki rejimler. Sosyal planda sağlanacak bu geniş özgürlük, siyasal plana aynı genişlikte yansımaya caktır. Siyasal özgürlük alanlarının bugüne nazaran genişletileceğini söyleyebiliriz, kontrollü siyasal alternatiflerin ortaya çıkacağı ve bu alternatifler arasında bugüne göre daha özgür mücadelenin yaşanacağı bir siyasal alanın var olması mümkündür. Bu, siyasal mücadelenin sonucunda reel bir iktidann çıkacağı anlamına gelmez. Şöyle bir tahminde bulunabiliriz. Tunus Türkiye'nin bundan 40 yıl önceki haline benzeyen siyasal bir iklime evrilebilir. Yani seçimlenn yapıldığı ama seçilenlerin muktedir olamadığı bir siyasal model yürürlüğe konabilir. Bütün bu tahminler, bölgedeki siyasal rejimleri ayakta tutan güçlerin serbest seçimlerle oluşacak siyasal ortamlara imkan vermek istemeyeceklerine dayanarak yapılmaktadır. Daha önceki Cezayir ve Filistin örnekleri bunu gösteriyor. Ancak bölgeyi bu haliyle devam ettirmek de mümkün değildir. Dolayısıyla demokrasi görünümlü otoriter rejimlerin olacağı bir siyasal iklime geçileceğini tahmin ediyoruz.
Sonuç olarak çok rengi belli olmayan bir hareketle karşı kar şıyayız. El Kudsü'l-Arabi gazetesinde belirtildiği gibi, Sidi Ebuzid kentinde kendisini yakan genç Muhammed Buaziz, İslamcı Nahda partisinin üyesi değildir, bu gençle dayanışma içine girerek ayaklananlar da üye değildir. İçlerinde İslamcı olanlar varsa da onlar da bu sıfatla değil baskının, açlığın, zulmün, iktidardaki ailenin ve çevresindekilerin yolsuzluğunun ezdiği vatandaşlar olarak gösterilere katıldılar.
Bu vatandaşlar Arap Dünyasında bir ilki gerçekleştirdiler. Bu dünyada bir despot ilk defa olarak bir halk hareketiyle yıkıldı. Bu başlı başına önemli bir hadisedir. Kaynak: Umran Dergisi Şubat Sayısı / 2011
Facebook Yorum
Yorum Yazın