Bütün gökcisimleri..Einstein'in izafiyet teorisinde belirttiği gibi...birbirlerini..iterek ve çekerek..kurulan bir denğe sonucu..hem kendi etraflarında, hem de bir kütle merkezi etrafında dönüyor. Peki, evrenimizin kendisi dönüyor mu, bir merkezi ya da ekseni var mı?
Dünya kendi ekseni etrafında 23 saat 56 dakikada dönüyor. Dünyadan 100 ayçapı uzakta olan Ay, Dünya’nın çevresinde ve kendi etrafında 27,3 günde dönüyor..bir dairesel dişli çark gibi..kendi etrafında döne, döne..tam tur yaptıgında..dünyanında etrafında dönüşünü tamamlıyor..Bu mükemmellikten dolayı biz daima Ay'ın daima gördüğümüz yüzünü görüyoruz..Ayın gördüğümüz yüzü değişmiyor..Ayın göremediğimiz kısmına Ayın karanlık yüzü deniliyor..
Dünya ve Ay ikilisi ise bizden kendi çapının 115 katı uzakta olan Güneş’in çevresinde 365,25 günde dönüyor. Güneş de, kendi etrafında 27 günde dönüyor..Yani, teleskopla baktığınızda..gördüğünüz Ay ne şekilde ise, Güneşte aynı görünüş açısında oluyor..
Güneş ise kendi gezeğen sistemiyle beraber, kendi ait olduğu yıldız kümesi olan Samanyolu(Kehkeşan) galaksisinde dönüyor.
Güneş gibi 500 'milyar' adete yakın yıldızdan oluşan Samanyolu Galaksisi ise..kendisine en yakın Andromeda Galaksisi ve diğer galaksiler ile beraber..'Süper Küme' denilen bir 'Galaksi Kümesi' olarak.. merkezinin etrafında 220 milyon yılda bir dönüyor ve Samanyolu da içinde bulunduğu yerel küme ile beraber hareket ediyor.
Görüyoruz ki, her şey dönüyor. Peki içinde bulunduğumuz Evren de dönüyor mu? Bu, cevabı kolay bir soru değil ama, son yıllarda uzay teleskoplarından alınan verilerle cevaba az çok yaklaştık.
Aslında gökcisimlerinin nasıl dönmeye başladığı, yani o ilk kıvılcımın nasıl çakıldığı hâlâ tam olarak cevaplanmış bir soru değil. Dönüş ile ilgili teoriler Platon ve Aristo’ya kadar uzanıyor. Platon, gökcisimlerinin mükemmel daireler çizmesi gerektiğini söylerken Aristo evrenin Dünya’nın etrafında döndüğünü düşünüyordu. Kopernik ise Güneş’i merkeze alarak Dünya ve gezegenlerin Güneş’in çevresinde döndüğünü öne sürdü ve yüzlerce yıldır kabul edilen antik kozmolojiyi yıkmış oldu. Sonrasında Newton da evrenin mutlak ve statik olduğunu, dolayısıyla evrenin sonsuz olması gerektiğini ve dönmenin olmadığını söyledi.
Öncelikle Samanyolu galaksisi içinde bulunup da, galaksimizin döndüğünü nasıl anladığımızı açıklamakla işe başlayabiliriz. Teleskoplarla gözlemlerimiz sonucu galaksimiz içindeki yıldızların ve diğer gökcisimlerinin göreli konumlarını ve hızlarını artık rahatlıkla tespit edebiliyoruz. Bu verileri de, bir grafiğe yüklediğimizde görülüyor ki, yıldızlar da..belli bir merkez etrafında dönüyorlar. İşin ilginç yanı, bu verilerle elde ettiğimiz dönme eğrisi hiç de..bizim, Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin dönüşlerine benzemiyor.
Güneş Sistemi’nde gezegenler, Güneş’e ne kadar yakınlarsa o kadar hızlı dönerler, uzaklaştıkça yavaşlarlar.
Ama..Galaksimiz çevresinde dönen yıldızlara baktığımızda ise hepsinin aynı hızda! döndüğünü görüyoruz.
Buradan da bu boşlukları dolduran nesnenin kara madde olduğuna dair büyük bir kanıt elde etmiş oluyoruz. Özellikle büyük cisimlerde kütle çekim o kadar önemli ki, birkaç galaksi birbirlerine yaklaşıp bir kütle merkezi etrafında da dönebiliyorlar.
Tabii bundan çok daha geniş resme bakarsak, evrenin dönüşünden bahsederken bütün evrenin bir nokta, bir bölge ya da bir eksen etrafında dönüp dönmediğini sorabiliriz. Bu bakımdan evrenin bir şey etrafında dönmesi için belki de evrenin merkezini, ya da ona benzer bir kütle merkezini bulmamız gerektiğini düşünebilirsiniz.
Hızlı bir cevapla aslında evrenin bir merkezi olmadığını! belirterek..evrenin dönüp dönmediği konusuna devam edebiliriz.
Uzay teleskoplarından alınan gözlemsel verilerle ulaşılan sonuçlara geçmeden önce evrenin döndüğünü öngören fizikçi Kurt Gödel’in kuramından bahsedelim. Kurt Gödel’in evreni, Einstein’ın Genel Görelilik teorisinin direkt çözümlerinden birinin sonuçları olan bir model.
Homojen ve dönen bir evreni açıklayan bu kuramın matematiksel geçerliliği olsa da, ona bugünkü gözlemlerle uyuşmadığından bir kenara atabileceğimiz, alternatif..eskimiş bir evren modeli diye bakabiliriz.
Örneğin, bu evrende, Hubble’ın keşfettiği gibi evrenin genişlemesi diye bir şey yok ama, ilginç olarak zaman da yok. Dolayısıyla zaman yolculuğu gibi bir şey var, hatta öyle ki kendi anne veya babanızı bile öldürebilir ve hâlâ yaşamaya devam edebilirsiniz. 1949‘da Gödel bu teorisini ortaya attığında Einstein’ın yanıtı, “doğa, Gödel’in uzay-zaman evrenini materyalize (yoklardan, var etmek) etmemek için yöntemler buluyor” olmuştur.
Evreni açıklamak için bugün kullandığımız en son bilimsel verilere dayanan..Standart Kozmoloji Modeli, Friedmann-Lemaître-Robertson-Walker (FLRW) geometrisine dayanır ve mutlak zamanın varlığını (ne yazık ki bu teoreye göre ise, zaman yolcuğu yok) genişleyen ve dönmeyen evreni tanımlar.
Peki genişleyen bir evren, dönüyor olsaydı merkezkaç kuvvetiyle galaksiler evrene dağılıp birbirlerinden uzaklaşmaz mıydı? Bu soruyu şöyle basitleştirelim. Örneğin lunaparkta atlıkarıncada döndüğünüzü düşünün. Elinizde kum taşları olsun. Siz hızla döndükçe elinizdekileri bırakırsanız bu kum taşları uzaklara doğru saçılır, döndükçe saçılmaya devam eder. İşte bu şekilde genişleyen ve dönen evrende, eğer merkezkaç kuvveti ile galaksiler birbirlerinden uzaklaşıyor olsalardı, bir merkez noktanın etrafında uzaklaşmanın olduğu belli olurdu.
En uzaktaki galaksiler çok çok daha hızlı uzaklaşırdı ve hatta bir zaman sonra ışık hızına bile ulaşırlardı. Ancak gözlemler evrenin genişlemesinin, yani galaksilerin birbirinden uzaklaşmalarının bir noktadan değil, her yöne doğru tekdüze (uniform) bir şekilde olduğunu gösteriyor.
FLRW modeline göre evrenimiz izotropik, yani eş yönlüdür. Galaksilerden de çok daha büyük geniş yapıları iplikler (filaments) ve boşluklar (voids) incelediğimizde, hangi yöne bakarsak bakalım hep benzer yapıları görüyoruz. Bu da merkezi bir noktanın, ya da eksenin olmadığını gösteriyor. Son yıllarda evreni tarayan birçok uzay teleskobu da hep bu sonucu verdi.
İlk olarak 2006 yılında COBE (Cosmic Background Radiation Experiment) uzay teleskobu ve son olarak Planck uydusu kozmik arka fon ışımasının haritasını çıkarttığında, kendi enstrümanlarının hassasiyeti çerçevesinde evrende tercih edilen bir yönün olmadığını gösterdi.
Kısaca evrende nereye bakarsak bakalım hep aynı şeyi görüyoruz. Dolayısıyla bu veriler sadece belli yöne doğru bir toplanma, ya da hareketlenme diye bir şeyin olmadığını göstermiş oldu.
Kozmik arka fon ışıması evreni tanımak için çok önemli bir araçtır. Bu ışınım Big Bang’den yaklaşık 400 bin yıl sonra yayınlanmaya başlayıp görebildiğimiz en uzaklardan gelen ışınımdır.
Hatta eski televizyonlardan hatırlarsanız, kanal çekmeyince, ya da tam kanal değiştirirken ekranda bir karıncalanma izlerdik. İşte, bu karıncalanma görüntüsünün belli bir yüzdesi Big Bang zamanından kalan bu ışıma sebebiyle oluşuyordu. Dolayısıyla bütün evreni bol miktarda kaplayan bu ışıma bize aynı zamanda evrenin dönmediği sonucunu da vermiş oldu.
Buraya kadar söylediğimiz her şey görünen evren içerisinde yaptığımız gözlemler neticesinde oluyor. Bir de görünmeyen ve hiçbir bilgi sahibi olmadığımız evren var, ya da yok, işte o daha büyük muamma.
En azından artık biliyoruz ki kozmik ağ içerisinde bulunduğumuz yer, hiçbir şekilde özel bir noktada değilmiş. Kısacası evrenin sıradan bir noktasında, sıradan bir zamanda yaşayan, kendini özel hisseden ama gayet sıradan bir evren tozu! içinde yaşayan canlılarız. Kabul etmesi belki zor bir gerçek!..
Yazarın son notu olarak; bu kadar devasa bir Evrende yaşamamıza rağmen..Kuran'ın... Rahman 33. Ayet: "Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin çevresinden geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa geçip gidin.. ama, üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.'' emrinde apaçık belirtildiği gibi... Bizler, insan denilen canlı varlık..maalesef... Bu dünyanın dışına çıkamayız ve hiçbir zamanda çıkmadık. Çünkü, atmosferimiz dışında hiçbir canlının yaşayamayacağı yükseklikte bir radyasyon var... 40 bin kilometre çaplı Dünyamızı, 12 bin kilometrelik atmosferimizin de dışında bulunan 36 bin kilometrelik bir 'manyetik koruma alanı' olan 'Van Allen' kuşağı..bu yüksek radyasyondan koruyor..Yani..Ay'a ayak falan basılmadı..hepsi birer Hollywood stüdyo çekimi, Amerikan propoğandası idi..Atmosferin dışına, asla..hiçbir canlı..çıkmadı..çıkamaz!..cansız, radyosyondan etkilenmeyen..makineler çıkabilir..Sonuç olarak; bizim için..atmosfer dışındaki Evren, çok tehlikeli..evimiz Dünya, en güvenli ve buradan ölmeden çıkamıyoruz..
Facebook Yorum
Yorum Yazın