TERÖRÜN EKONOMİ POLİTİĞİ

Dünya Bankası’nın 2011 Dünya Kalkınma Raporu’na göre, bugün 1.5 milyar insan, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 25’i terör ve şiddetten muzdarip bir şekilde yaşıyor.

Usame Bin Ladin’ın öldürülmesi ile terör dünya gündeminde tekrar baş köşeye oturdu. Pakistan’daki operasyondan tam iki hafta önce Dünya Bankası iki senedir üzerinde çalıştığı “2011 Dünya Kalkınma Raporunu” yayınladı. Raporun ana teması “ihtilaf, güvenlik ve kalkınma” idi. Bugün 1.5 milyar insan, toplam dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 25’i’ terör ve şiddetten muzdarip bir şekilde yaşıyor. Bu insanların çoğu fakir ülkelerin vatandaşları. Yani, terör ve şiddet bir geri kalmışlık göstergesi. Terör sorunu olan ülkeler, olmayan ülkelere göre, son 25 yılda yüzde 21 daha fazla fakirleşmiş. Son on yılda, terörden hayatını kaybedenlerin yüzde 80’i Batı dışındaki ülkelerin mukimleri. Zengin ülkeler istikrarlı ve güvenli ülkeler. Öyleyse, ya terör ve çatışma ülkeleri geri bırakıyor, ya da geri kalmışlık terör ve çatışmaya çanak oluyor.

İlk insan ilk ihtilaf
Ortalama bir ülkenin sivil savaşa maruz kalması, yaklaşık 30 yılına mal oluyor; yani 30 yıl ekonomik olarak yerinde sayıyor. Ticaretinin eski seviyelere ulaşması, tam 20 yılını alıyor. Ayrıca, ihtilaf ve çatışmalar bir defa peydah olunca, durdurması neredeyse imkansızlaşıyor. Zira, günümüzdeki ihtilafların çoğu geçmiş hesaplaşmaların bir eseri. Son on yılda yaşanan sivil savaşların yüzde 90’ı, son 30 yılda sivil savaş yaşamış ülkelerde cereyan etmiş. Demek ki, sosyal doku bir defa parçalanınca, dikmesi çok zorlaşıyor. Ayrıca, son yıllarda ülkeler arası çatışmalar ve savaşlar azalırken ülke içi sorunlarda bir tırmanma var. Yani devletler artık pek savaşmıyor, ancak herhangi bir ülke içindeki etnik guruplar, ekonomik sınıflar, değişik din mensuplar çatışıyor. O zaman tabi soru, bu artan ülke içi ihtilafların kaynağı nedir? Sebep ekonomik mi, sosyal mi? Yoksa ikisi mi?

Terör ve çatışmanın tarihi aslında insanlık tarihi kadar eskidir. Hz. Adem’in oğlu Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürdüğüne ve tarihteki ilk katil olduğuna inanılır. Tarihteki bu ilk çatışma bir haset sonucu çıkmıştır. Allah Habil’in adağını kabul etmiş, Kabil’inkini reddetmiştir. Dolayısıyla ilk cinayet ekonomik kaynaklı değil, itibar kaynaklıdır. Aslında, ihtilaf ve çatışmaların kaynağını açıklamaya çalışan birçok felsefi görüş vardır. Marksist görüş, ihtilaf ve savaşların arkasında sırf ekonomik nedenlerin yattığını düşünmekte, Hegelci görüş ise itibar oluştuğunu iddia etmektedir.

Şan ve itibar savaşları
Hegel’e göre, ancak insan denen varlık madalya gibi, düşman bayrağını ele geçirme gibi, biyolojik ihtiyaçlar yönünden tamamen ‘faydasız’ işlerin peşinde koşar. Bunu da başkalarının takdirini kazanmak için yapar. Ancak herkes başkaları tarafından tanınmak ve adam yerine konmak isteyince, ortaya “itibar düellosu/savaşları” çıkar. İki itibar savaşıcısı arasındaki bu düellonun üç sonucu vardır. Ya iki savaşçı da bu düelloda hayatını kaybeder ve herkes için yaşam biter. Ya da birisi diğerini öldürür. Ancak o zaman da düellonun galibi için yaşam mutsuz hale gelir. Zira onu tanıyacak ve takdir edecek kimse kalmamıştır. Yahut savaşçının birisi düellodan kaçar ve canı karşılığı diğerinin ömür boyu kölesi olmayı kabullenir. Bu şartlarda, galip mutludur, zira hem galip gelmiştir, hem de kendi gücünü tanıyacak ve takdir edecek birisine kavuşmuştur. İddiaya göre, işte bu düello sonucu tarihte “efendilik ve kölelik” sistemi doğmuştur. Hobbes’e göre de insanlık, tarih boyunca en çok bu tür şan ve şeref kavgalarından çekmiştir. İnsanın en büyük arzusu, ona göre, “hayatta kalmaktır”. Ancak hayatta kalmak için herkesin herkesle kavga etmesi gerekir. Otoriter bir efendinin/devletin olmadığı böyle bir ortamda anarşi doğar. Çözümü, insanların aralarında bir sosyal kontrat (anayasa) yapmalarıdır. Bu kontratın icrası için herkesin üzerinde olan bir aygıtın (devlet) kurulması gerekir. Devletin meşruiyeti bu kontrata sahip çıkması ve çatışmaları önleyip, halkın can güvenliğini sağlamasıyla mümkün olur. Hobbes’e göre, mutlak asayiş güçlü, otoriter, monarşik bir devlet gerektirir.
Güvenlik ihtiyacı
Modern demokrasinin babası sayılan Locke tam bu noktada Hobbes’tan ayrılmakta, despot bir kralın keyfi olarak tebaasına zulüm edebileceğini ve suçsuz yere canlar alabileceğini iddia etmektedir. Ona göre çözüm sınırlı devlettir. Bu sınır da anayasal ve parlamenter bir rejimdir. Locke’ye göre, insanın sadece can güvenliği değil, mal güvenliği de önemlidir. İnsanların helal kazancı kutsaldır. Herkese iaşesini kazanmak ve mal edinmek için gerekli ortam sağlanmalıdır. Bu anlamda, vatandaşlarının renk, dil, din, ırk ve nesebine bakmadan herkese mal ve can güvenliği sağlayan devletler ancak meşru devletlerdir ve itaati hak eder. Aksi takdirde, devlete ve otoriteye itaatsızlık baş gösterir ve -isyancılar tarafından izlenen yönteme göre- ya terör ya da sivil çatışma ortaya çıkar.

Türkiye de terörden çok çekmiştir. Ülkenin batısı nispeten daha emniyetli ve daha müreffehtir. O zaman, doğu terörden mi geri kalmıştır, yoksa geri kalmışlık mı terörü doğurmuştur?Sorun Marksist teorinin aksine sırf ekonomik değildir, sorun daha çok sosyal ve politik bir sorundur. Sorun, etnik farklılıklar değil, aramızdaki sosyal kontratın yetersizliği ve yanlış uygulanmasıdır. Bir kere, eşit guruplar olarak, tekrar bir akit düzenlememiz gerek. Türkiye’nin son yıllarda yaptığı çeşitli açılımların kalıcı olması için, muhatap guruplar bu açılımların vadettiği yeniliklerin ve hakların kanunla garanti altına alınmasını beklemektedir. Bu yüzden, bir sonraki hükümetin yapacağı ilk iş, bütün toplum etmenleriyle beraber acilen yeni bir anayasa/kontrat üzerinde çalışmasıdır. Bu anayasa yukarıdan aşağıya dayatılmamalı, aşağıdan yukarıya talepleri de göz önüne almalıdır.

Adalet mülkün temelidir
Ayrıca, raporun belirttiği gibi, terörün neşvü nema bulduğu ülkeler genelde kurumları zayıf ülkeler. Hukuk sistemiyle hakkını alamayan ve politik arenada taleplerini meşru yollardan arayamayan guruplar, şiddeti seçebilmektedir. Bu da hukuk ve politik sisteminin etkinliğinin ve tarafsızlığının artırılmasını gerektiriyor. Bu yüzden, yeni bir kontrat yapılırken, hukuk ve politik sistemin de etkin ve adil infazı için önlemler şart. Ayrıca, terörün en büyük müşterileri, alternatif maliyeti çok düşük olan, çoluksuz çocuksuz, işsiz güçsüz, itibarsız ve eğitimsiz gençlerdir. Bu da sosyal düzenlemeler, mesela erken evliliği özendirici, işsizliği azaltıcı, eğitimi destekleyici, fırsatta eşitliği artırıcı politikalar demek. Evin dağdan daha cok sey vadetmesi demek.

Birçok milletten kişiler üzerine yapılan iki yeni bilimsel araştırma (Hoff 2010 ve Henrich ve diğerleri 2010) göstermiştir ki, kökeni ne olursa olsun insanlar adalete çok önem veriyor ve adaletsizlikle mücadelede kendilerinin ekonomik zarar göreceğini bilse dahi, adil davranmayan kişileri cezalandırmayı tercih ediyorlar. Adalet gerçekten mülkün temeli. Adaleti bir toplumdan bir kere kaldırmaya görün. Ne mülk kalıyor ne melik!