Türkiye'de iki ay içinde peşpeşe gelen saldırılar, son Silvan saldırısıyla ülkeyi yeni bir çatışma ortamına soktu. PKK'nın güvenlik güçlerine dönük saldırıları uzun bir süredir yapılmıyordu. Ancak şu son iki aylık dönemde yaklaşık 45 asker, polis ve bazı sivil vatandaşların ölmesi, barışı ve barış dilini zehirleyen bir etki meydana getirdi. Siyaset yapma imkanının var olduğu, inkâr politikalarının terk edildiği, PKK önderinin devlet tarafından muhatap alındığı, askerin operasyonlarının da alabildiğine azaldığı bu dönemde, böylesine yoğun saldırıların başlaması, izahı zor bir durumdur.
Bu ortam, sadece PKK'nın kararıyla mı oluştu, yoksa bölgesel dinamikler mi PKK'yı bu noktaya yönlendirdi? Veya bu saldırıların oluşumunda her iki faktör birden mi etkili oldu? Kuşkusuz bu soruların geniş bir perspektif-ten cevaplanması gerekir.
PKK'nın Temsiliyet Sıkıntısı
Önce birinci sorudan başlayalım. PKK'nın ve onun siyasal örgütü BDP'nin Kürt sorununun ülke bütünlüğü içinde halledilmesi gibi bir amacı var ise, bu amaca siyaset yoluyla ulaşmanın imkanlarının her zamankinden daha açık olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Elbette her şey arızasız devam etmiyor. Ancak meselelerin konuşulabildiği, şiddet içermeyen her sözün söylenebildiği bir ortamda bulunuyoruz. Ayrıca yeni bir anayasa yapılması için siyasi kararlılığın deklare edildiği bir süreçteyiz. Muhtemel bir anayasa yapım sürecinde BDP, hem niteliksel hem de niceliksel olarak önemli bir aktör durumundadır. PKK/ BDP'nin bu önemli rolü oynamayarak, şiddeti gündeme getirmesi gerçekten izahı güç bir durumdur.
Neden böyle oldu, sorusunu izah sadedinde şöyle bir tahminde bulunabiliriz. PKK, karşısındaki gücün önemli ölçüde değiştiğini, değişme sürecinde olduğunu yeterince algılamamış ve eski döneme ilişkin algılarla davranıyor olabilir.
İkinci olarak, AKP Kürt seçmenden yaklaşık BDP kadar oy almaktadır. Bu durum AKP'nin PKK/BDP kadar Kürtleri temsil gücüne sahip olduğunun önemli bir göstergesidir. Durumun böyle olması PKK/BDP'nin Kürt siyasetinin yegane temsilcisi olduğu söylemini boşa çıkarmaktadır. Yani temsil meselesi bu hareketin bir temsil zafiyeti içinde olduğunu gösterir.
Buradan, PKK/BDP'nin son zamanlarda, devleti, askeri, diğer siyasal partileri devre dışına çıkararak, sadece AKP'yi düşman olarak seçmesini de anlayabiliriz. PKK/BDP kendisine temsiliyet krizi yaşatan AKP'yi bölgeden silecek ve iktidarını sonlandıracak bir politika takip ediyor olabilir ve son zaman¬lardaki şiddet eylemlerini de, AKP'yi kitleler karşısında zaafa düşürmek, çaresiz bırakmak ve iktidarını kaybetmesini sağlamak amaçlı yapıyor olabilir.
Bu bağlamda silahlı Kürt milliyetçi hareketinin Ortadoğu'da Türkiye'nin etkinliğinin yayılmasından tedirginlik duyan güçlerle de işbirliğine girmiş olması muhtemeldir. Bu güçler, Türkiye'nin sadece kendi iç sorunlarıyla ilgilenen ve maziden kalma tek boyutlu dış politikasına geri dönmesini sağlamak için PKK şiddetine destek verebilir.
Kürt Sorununun Çözümünde AKP'nin Pozisyonu
AKP'nin Kürt meselesindeki pozisyonu bugünkü konjonktür de çok önemlidir. BDP nihayetinde bir bölge partisidir. AKP ise Türkiye'nin her tarafında temsil kabiliyeti olan bölgede ise BDP dışında ve onun kadar temsil kabiliyeti olan tek partidir. Bu bağlamda bölgenin devlet ve ülkenin diğer kesimleriyle bağlantısını kurabilecek bir konuma sahiptir. Bu konum sorunun çözümü açısından önemli bir konumdur. AKP'nin bu pozisyonunun korunması hatta geliştirilmesi gerekir. Ancak son dönemde gelişen şiddet olayları bu konumu sarsma potansiyeli taşımaktadır. AKP hükümet olmanın gereği olarak terörle savaşmak ve vatandaşının can ve mal emniyetini sağlamak zorundadır. Ancak aynı zamanda da bölge insanının hassasiyetlerine azami özeni göstermekle yükümlüdür. AKP'nin bölgedeki meşrutiyeti zedelendiği ölçüde, bölgeyle Türkiye'nin diğer kesimlerinin bağları da aynı ölçüde bu durumdan menfi olarak etkilenmektedir. Dolayısıyla son derece dikkatle üzerinde durulması gereken bir gidişat vardır orta yerde.
Bir yandan gemi azıya almış teröre karşı caydırıcı bir mücadele devam ederken, bir taraftan da bölge halkının hassasiyetlerine dikkat edilmesi ve hakkaniyet duygularının yaralanmaması gerekiyor.
Çünkü bu hassasiyet, öncelikle insan hakları açısından, ikinci olarak da PKK'nın menfi propagandasını önlemek açısından önemlidir. AKP'nin bölgedeki meşruiyetini ortadan kaldırmak isteyen PKK/BDP siyaseti, terörle mücadelede yapılacak her hatayı AKP'yi bölgeden silmek için propaganda malzemesi olarak kullanıp, hükümetin terörle mücadelesini, bunların da diğerlerinden farkı yok şeklinde propaganda ederek, AKP'nin bölgesel meşruiyetini bitirmeye çalışmaktadır.
AKP hem fiili mücadelede hem de bölgeye, teröre ilişkin kullandığı dilde azami hassasiyet göstermelidir. Bir Kürt okuyucunun Mümtazer Türköne'ye gönderdiği mektuptaki satırlar, AKP'nin, dolayısıyla hükümetin ne kadar dikkatli olması gerektiğini göstermektedir: "Eskiyi çağrıştıran bir dilin kullanılması bir korku ve kaygı yaratacaktır. Bu sözlerin ne kadar ağır ve kötü sonuçlan olduğunu hepimiz yaşadığımız için biliyoruz. PKK'nın eline silah verip çatışmalara gönderdiği militanların çoğu, bölgede yaşayan ailelerin çocuklan. Bu sertleşen dil, onlar için yıkılan umutlarının altında kalan çocuklan demektir. Elden kayıp giden çocuklarının gerçeği demektir. Bu insanlar çocuklarının dağdan bir şekilde indirilip, kavuşacakları günün sevinci ve umuduyla yaşıyorlar. Hükümetimiz bu konuda onların çocuklarını indirecek bir formül, pratik bir yol bulamadı ama umut ışığı oldu."
Bu umut ışığının sönmemesi lazım. Çocukları ölen asker annelerinin ve çocuklan dağda ölen annelerin duygularını mezcedecek bil dilin bulunması, bir davranış tarzının geliştirilmesi, bir siyasetin üretilmesi gerekiyor. Bunun hiç de kolay olmadığını biliyoruz. Bu sadece hükümetin işi değil, vicdan sahibi olan herkesin işidir aynı zamanda.
Bölgesel Güç Olmayı İstemenin Maliyeti
Türkiye, tarihi ve tabii potansiyelini kullanarak bölgesel güç olmak istiyor. Bu bağlamda bilhassa son on yıl zarfında aktif bir dış politika uygulamaya çalışıyor. Komşularıyla ilişkilerini geliştiriyor. Ticari ilişkileri anıyor, siyasal ve toplumsal ilişkilerini geliştiriyor. Bölge halkları nezdinde itibar gören bu politika, yönetimlerde aynı ilgiyle karşılanmıyor. Çünkü Ortadoğu coğrafyasındaki yönetimlerle, halklar arasında ciddi uyumsuzluklar var. Türkiye, yönetimleri halkalarının istekleri istikametinde dönüşümü gerçekleştirmeleri noktasında ikna etmeye çalışıyor. Yönetimlerin ani değişimini değil, dönüşümü teşvik ediyor. Yönetimin seçimle değişebileceği seçimli siyasetin hakim olması yönünde çabalarını yoğunlaştırıyor. Halklar nezdinde itibar bulan bu politika, yönetimlerde aynı itibar bulmuyor. Hatta tersi sonuçlar meydana getiriyor. Türkiye'yi içeride meşgul edecek sorunları tetikleyip hareketlendirerek, kendi siyasetlerine müdahil olmasını engellemeye çalışmaları ihtimal dahilindedir. Son terör olaylarına bir de bu gözle bakmak yararlı sonuçlar üretebilir. Ancak PKK'nın sadece bir aparat olduğu kolaycılığına kaçmamak kaydıyla.
Ayrıca bölge dışında ama bölgede ciddi menfaatleri olan ABD gibi ülkelerin de politikaları dikkate alınmalıdır. ABD açısından Türkiye önemli bir müttefiktir. Ama kolayca büyük hedeflere kayabilen, kendisini güçlü hissettiği anda "nerede kalmıştık" duygusuna kapılabilen bir yapısı olduğunun da farkındadır. Onun için ara sıra burnu sürtülüp, sınırlarının hatırlatılması gerekir. ABD'nin böyle baktığını Türkiye'nin bilmesi ve ona göre politika üretmesi gerekir.
Türkiye büyük devlet olmayı hedeflemişse, bu sorunlarla yorgunluğa bıkkınlığa düşmeden ayrı ayrı uğraşmak zorundadır. Büyük devlet aynı anda birkaç sorunla uğraşabilen devlet demektir. Kendi sorununu halletmeden, Suriye ile Somali ile uğraşıyor diye yapılan eleştiriler, bir ufuksuzluk değilse, bir hasedin sonucudur.
Türkiye aynı anda terör sorunu ile de uğraşacak, Suriye ile de ilgilenecek, Somali'ye de yardım edecek, Libya'yı da göz önünde bulunduracaktır. Aynı anda Kürt sorununu da hakkaniyete uygun bir şekilde çözmenin yollarını bulacaktır.
Bur konularda siyasetin aktif olması yetmez, bürokratik yapının da bu politikayı yürütebilecek bir enerjiye ve ufka sahip olması lazım. Bu da süreç içinde gerçekleştirilmelidir.
Türkiye zor zamanlarda karşlaştığı sıkıntılardan dolayı, hedeflerinden vazgeçmemelidir. Yine Türkiye kendisini yılgın ve yorgun bırakmaya dönük olarak ortaya konulan eylemlerin üstesinden gelebilecek bir performansı göstermek durumundadır. Büyük başın büyük derdi olduğunu unutmamak gerekir.
Kaynak:Umran Dergisi / Eylül 2011
Facebook Yorum
Yorum Yazın