TELEVİZYON GELMİŞ HOŞGELMİŞ

Tek tek dizili evler, birbirine dayalı duran insanlar gibidir mahallemizde. Hep düşmeyi engeller gibidir duruşları. Herkes komşusunun evini de bilir yüreğini de..Yeni alınan ne varsa tüm evlere alınmış gibi karşılanır mahallemizde..O zamanlar, imece usulü bir kamyon karpuzun elden ele atılarak manava tepeleme yığıldığı zamanlar..Ardından da hediye olarak dağıtılan mis gibi süt kokan beyaz ve çikolatalı dondurma. Patlayan karpuzlarda mahalleliye kıyak, her kucakta evlere götürülen patlak karpuzlar.

Manav mahalle girişinde bir köşe başı. Bir kamyon karpuz inince çoluk çocuk kim varsa herkes orda. Karpuzlar küçük ellerden büyük ellere geçerek tezgahtaki yerini bulmakta.

Diğer köşe başında da Hediye ablayla Muhammet abilerin evi. Muhammed abi minibüsüyle yolcu taşıyor. O zamanlar kimsede böyle minibüs yok, araba zenginlik sayılıyor..Çoğu eşya onlarda var. Zaten mahalleye yeni ne alınsa herkes biliyor kimin aldığını, herkes yeni biri gelmiş gibi eşya ziyaretine gidiyor. Son zamanlarda mahallelide bir telaş, bir telaş Hediye ablalara televizyon gelecek. Küçük radyolarımızda duyduğumuz o sesler görüntü olup izlenecek artık. Herkeste büyük yada küçük bir radyo var, haberler önemli büyükler için haber bitince iş yapan kadınlar için de şarkılar türküler. Ha birde arkası yarın piyesleri var, her gün sabırsızlıkla beklenen. Arkası yarın dedikçe beklentilerimizi hiç bitmeyen yarınlara atan.

Çoktandır mahallenin dilinde dolaşıyor Muhammed ağabeyin televizyon alacağı. E,, ilk beyaz eşyada onlarda değil miydi zaten.. Bizlerde tel dolaplar varken onlar sokak kapısının girişine koymuşlardı beyaz koca dolabı. Hem hiç ekşitmiyordu yemekleri, sıcak yaz günlerinde de serinlemek adına buzlar atıyordun suyunun içine. Mahallenin zengini. Muhammet abi kendi minibüsüyle mağazaya giden kadınları taşıyordu her sabah. Hediye abla temiz titiz kadın, tip olarak uymasa da mutlu aileler işte. Kızları Serpil ablamla yaşıt Serap benimle. Kendini beğenmiş Serpil pekte güzel giyiniyor, Hediye abla süslü kadın kızlarını da süslüyor süslü elbiseleriyle salıyor sokağa hep…

Öğlen saatleri sokağa giren araba makam aracı gibi karşılandı ahali tarafından. Tüm ihtişamıyla ilk kez gördüğümüz televizyonu birde onu koymak için kapaklı kilitli dolabı nadide parça gibi eller üzerinde indirdiler. Kalabalık aynı şekilde televizyonla evin içine doldu bir anda. Millet görmek için heyecan içinde.

Yol kenarındaki camdan da görülebilecek şekilde duvara yaslanan dolap hazine sandığı gibi okşandı iyice. içine yerleştirilen televizyonda okşanıp akşama kadar dolap kapağı kapanıyor. .Akşam ilk açılış için herkes heyecanlı..o zamanlar 24 saat yayın yok ,akşam açılıp gece son haberlerle kapanıyor.Bir tek Pazar günleri gündüz yayın yapılmakta ,o zamanda zaten hep olimpiyatlar hep spor.

Hediye ablanın sokak kapısı artık hep açık, gelen giden kapı önü ayakkabı dolu. Bir pazar, pencere önünde bir kalabalık benim boyum camın altında kalıyor kalabalığın arasında zıplasam da ne olduğunu göremiyorum. Kim olduğunu hatırlamadığım biri beni tutup havaya kaldırıyor meğer maç varmış herkes bir topun peşinden koşanların sadece hareketlerini izleyip ‘hadi ya, koş ya’ bağırıp duruyor.

İlk televizyon geldikten sonra tadına varanlar, durumu da biraz iyi olanlar yavaş, yavaş televizyonlarını alıp baş köşeye koyuyorlar. Artık mahallede bizim içinde bir sürü kapı açılıyor tabi. Hatta bir süre sonra kime gitsek diye düşünmeden seçim yapıp gidiyoruz. Çocuk aklımla istenmediğimizi anlıyorum aslında. Babam haber hastası her akşam haber saatinde bir yerde oluyor bizde babamın yanında tabi. Hatta bazı akşamlar ayrı, ayrı evlerde oluyoruz. Bir akşam Seyit ağabeylerdeyiz, herkes pek sinirli Seyit abi bağırıyor ‘kapatın şu televizyonu, nedir bu zır zır ‘’ ben yerin dibindeyim babam anlıyor ama haberlere yeniliyor duruyor öyle. Biz kardeşler bakıyoruz birbirimize babam otururken sessizce çıkıyoruz .Seyit abilere gitmeyiz artık, zaten babamla da hep dalga geçiyor, komiklik yaptığını zannediyor. Zehra abla, karşı komşu birde akrabamız yine onlara gidiyoruz. Geçen akşam abimin kızı uykuya dalıp koltuğa işediğinde çok bozuldular, surat ettiler ama olsun her yerden rahat orası..

Haber saati onların tamda yemek saati olmasa belki daha rahat edeceğiz. Bazen aç olsak da hep tokuz diyor oturmuyoruz sofralarına. ’Ah şu Zehra ablanın yutkunduran yemek kokuları yok mu.’’Yemek bitince kapatılıyor elektrikler karanlıkta yayın akışında ne varsa hiç biri kaçırılmadan izleniyor. Sevmiyorum karanlıkta izlemeyi, Mahmut hep yanıma oturup elimi tutmaya çalışıyor, bazen de saçımda eli, kimseler görmüyor. Mahçupluğun, sessizliğin, korkaklığın verdiği tüm eziklikle sesim çıkmıyor, sıkıntıyla kıpırdanıyorum yerimde, birileri anlasın istiyorum olmuyor. Sevmiyorum oraya gitmeyi.

Meryem can kız her akşam gitsek seviniyor hizmet edecek annesinden yüz bulsa.Yemek sonrası mutlaka çaylar içiliyor, bir bardak çay nasıl da lezzetli geliyor bize. İlerleyen saatlerde uykumuz gelse de güne bakışı bekliyoruz, babam son gece haberlerini de dinleyecek. ’’Ya; babam, haberleri akşam izliyorsun bu gece güne bakışı beklemekte ne oluyor, illa bayrak göndere çekilecek istiklal marşı okunacak öyle mi kalkacağız, bak Mahmut işi ilerletti iyice sokuluyor, kardeşimin de uykusu geldi ayak ovmaktan’’ diyemiyorum, içimden neler geçiyor sadece susuyorum.

Bu televizyonlu gecelerin en karlısı Zehra abla çıkıyor, kardeşim ağrıyan ayaklarını ovuyor sürekli kardeşime, birde fitil mi ne varmış ayak topuğunda onları çıkarttırıyor tırnak uçlarıyla. O ayak ovmaları kardeşimin ilerleyen yaşında ayağa dokunamama hastalığına dönüşüyor. (Bugün hala ayaklara bakamıyor bile)

Herkesin hoşnutsuzluğu iyice belli olunca bizde de babama baskı başlıyor. Biz, alalım televizyonu dedikçe babam ayıptır diyor. Babam içerlemiş bir şeyler ayıp demesi bundan. Meğer komşularla bu konuyu konuştuğunda dalga geçmiş, anteni ağaca mı takacaksın demişler. Babam olur olmaz konuşan adam değil hep duyar anlar ama kırmaz kimseyi.’He ya demiş olmaz bize televizyon’ ama gönlüde almaktan yana. O da bıkmış insanların surat asmasından anlamış yapılanları. Aslında çok gururlu adam son zamanlarda gitmiyor zaten haberleri izlemeye, bizimde iyice ayağımız kesildi heryerden. Böyle olunca eve televizyon almak farz oluyor. Nasıl yapalım nasıl alalım derken, en son noktayı yengem koyuyor elinde üç dal bilezikle. ‘’ Al baba diyor, bunlar televizyonun baş parası. bizimde evimizde olsun artık, çoluk çocuk gitmeyelim başka yere.’’Babam bakıyor bilezikleri eline alıyor gülüyor tatlı, tatlı ‘’ tamam diyor alalım yarın gidip’’

O gece hepimizde heyecan uyku uyuyamıyoruz. Hayatımızın en uzun gecesini geçiriyoruz. ilk defa hediye ablaların evine girerek dünyamıza giren televizyonun yarın evimizin baş köşesinde olacağını düşünüp sabahı zor ediyoruz.

Kapıda duran arabanın etrafında kimse yok, televizyonumuz eller üzerinde değil. Mahalleli eşyalardan yana bitirmiş heyecanını, bizim yüreğimiz pır pır ediyor. Köşeli koyuyoruz dolabı, içinde bize ait özgürce izleyeceğimiz GRUNDIG televizyonumuz….