Anlaşılan o ki, siyasi iklimin müsait olduÄŸu bir ortamda geçmiÅŸte yapılan hataların samimiyetle giderilmeye çalışıldığı ve bu yolda hayli mesafe alındığı bir iklimde ÅŸiddetin tekrar avdet etmesi, niyetin çok farklı olduÄŸunu açıkça ortaya koyuyor. PKK, Suriye meselesinin özellikle IŞİD/DAÄ°Åž faktörünün oluÅŸturduÄŸu konjonktürün, kanton olarak ütopyalaÅŸtırılan kendi siyasal fantezisine uygun bir ortam oluÅŸturduÄŸunu düÅŸündü. Bu ortamdan yararlanmanın Türkiye içinde oluÅŸturulacak barıştan daha önemli olduÄŸu zehabına kapıldı ve çözüm sürecinin bittiÄŸini deklare etmekten geri durmadı.
Hakkında ne düÅŸünülürse düÅŸünülsün, Türkiye’de cereyan eden olayları, Tanzimat’tan bu yana yaÅŸanan batıcılaÅŸma süreci ile irtibatlandırmadan anlamak çok mümkün gözükmüyor. Krize bir çözüm bulmak maksadıyla baÅŸlatılan BatıcılaÅŸma süreci, en meÅŸhur deyimle bir medeniyet deÄŸiÅŸtirme sürecidir. Devleti muhafaza ederek kurtarmanın ancak böyle mümkün olacağı varsayılmıştır. Elbette bu karar, tabii bir geliÅŸim deÄŸil, bir zorlama ve bir mühendislik operasyonudur. Rıza üreterek deÄŸil, büyük ölçüde askerî ve sivil bürokrasinin kuruculuÄŸunda tepeden inme yapılmıştır. Tepede kararı veren elit, ahaliyi çok dikkate almadan kendi kararını uygulayacak mekanizmaları kurmuÅŸ ve buna dayanarak, devleti dönüÅŸtürmüÅŸtür. Rızaya dayanmayan bu uygulama, halk ile devlet arasında ciddi bir kopukluk oluÅŸturmuÅŸtur. Devlet, millete raÄŸmen girdiÄŸi bu yolda, sırtını millete deÄŸil, kendi oluÅŸturduÄŸu kurumlara yaslamıştır. Sivil/askerî bürokrasi, üniversite, aydınlar devletten geçinen ve üretken olmayan sermaye ve buna dayalı oluÅŸturulan medya, halka karşı konumlanmıştır. Böyle bir konumda olduÄŸu için gayrı meÅŸrudur baskıcıdır.
Tarihsel Vesayet BloÄŸunun Yeni Müttefikleri
Ä°ktidar alanını, yönettiÄŸi ahaliye kapatır. Ä°ktidar alanının saÄŸladığı imtiyazı tümüyle kullanır. Seçimli siyasetin baÅŸladığı ellili yıllarda, seçimle iktidara gelme ümidini kaybeden bu tarihsel vesayet bloÄŸu imtiyazlarını devam ettirmek için seri darbeler sürecini baÅŸlatır. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra oluÅŸturulan 1961 anayasası, tarihsel vesayet bloÄŸunun iktidar alanını tahkim ederek, seçilmiÅŸlerin atanmışlar karşısındaki siyasî alanlarını daraltacak bir ÅŸekilde tanzim edilmiÅŸtir. 1950’den itibaren yapılan, bir iki istisna dışında tüm seçimleri kaybeden bu tarihsel vesayet bloÄŸu, darbeler ve darbe sonrası oluÅŸturulan anayasalar sayesinde imtiyazlarını devam ettirmiÅŸtir. Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan (hatta bir dönem Süleyman Demirel) birbirleriyle tenakuz arz eden fikrî ve siyasî farklılıklarına karşın bu blok karşısında milletin iktidar alanını geniÅŸletme mücadelesi vermiÅŸlerdir. Bu mücadele sonucunda Menderes idam edilmiÅŸ, Özal 1990’larda devletin zirvesinde otururken güçsüz ve yalnız bırakılmış ve Erbakan ise 28 Åžubat 1997 darbesi sonucunda iktidardan uzaklaÅŸtırılmıştır. 1950 yılından bu yana basında yapılacak bir tarama Menderes’e yapılan eleÅŸtirilerle, Özal’a, Erbakan’a yapılanların neredeyse birebir örtüÅŸtüÄŸünü ortaya çıkaracaktır. GeçmiÅŸten bu yana “kutuplaÅŸma”, “otoriterleÅŸme”, “irtica”, “yolsuzluk”, “basının susturulması” gibi pop siyasetin tezgâhına su taşıyan suçlamalar, seçilmiÅŸ iktidarı yıpratmak ve iÅŸ göremez hale getirmek için adeta bir mermi gibi kullanılmıştır. Hatta bu sebeple bugünkü Türkiye’deki belli odakların büyük ölçüde 1950’lerde yaÅŸananlar üzerinden varlık kazandıkları söylenebilir. Dolayısıyla bu on yıllık zaman dilimi her bakımdan kurucu nitelikler barındırmasına karşın ayrıntılı olarak ele alınmış deÄŸildir. 1950’lerin ortalarından itibaren seçilmiÅŸleri kamuoyu nezdinde itibarsızlaÅŸtıran birtakım suçlamalar ileri sürülmüÅŸ, bunun neticesinde iktidarlar devrilmiÅŸtir fakat bunları bahane edenler kendileri iktidara geldiklerinde, iddialarını ispat için hiçbir gayret sarf etmemiÅŸlerdir. Çünkü mesele yolsuzluÄŸu, kamu kaynaklarının usulsüz kullanılmasını veya bir söylentiye dönüÅŸmüÅŸ vaziyetteki irticayı önlemek deÄŸildir.
Daha yakından bakıldığında kutuplaÅŸma ifadesinin bizatihi vesayet karşısında irade beyanında bulunmanın adı olduÄŸu çıkarılabilecektir. Otoriterlik ise, vesayet bloÄŸunun politikalarını uygulamayanların sıfatıdır. Yani bu yaftalamalar sahici deÄŸil, fonksiyoneldir. Siyaset mühendisliÄŸine imkân saÄŸlayan suçlamalardır. Batıcı, seküler kesimin imtiyazına dokunmaya teÅŸebbüs eden siyasîleri iktidardan uzaklaÅŸtırmanın aracıdırlar. Bu baÄŸlamda terör ve öÄŸrenci hareketleri de sıkça kullanılmıştır. 3 Kasım 2002’ye gelene kadar bu tezgah arızasız iÅŸlemiÅŸtir. 2002 yılında AK Parti’nin iktidara geliÅŸi ile beraber, birtakım deÄŸiÅŸiklikler olmuÅŸtur.
Menderes, Özal ve Erbakan döneminde kısmî ve cüzî de olsa tarihsel vesayet bloÄŸunun dışında teÅŸekkül eden sermaye yeni iktidar döneminde dikkate alınacak bir büyüklüÄŸe ulaÅŸmıştır. Yine bu zamanda vesayet blokunun sermayesi gelirini her dönemden çok daha fazla artırmıştır. Ama durumdan memnun deÄŸildir çünkü tapulu mülkleri olarak kabul ettikleri ekonomi alanına ortaklar gelmiÅŸtir, ayrıca siyasal iktidara istediklerini yaptırma lüksünü de kaybetmiÅŸlerdir. Sermayeleri çoÄŸalsa da kayıpları can sıkıcıdır.
Bu çevreler özellikle 2010 sonrasında kendilerine raÄŸmen icra-i siyaset eden siyasî iktidara ve onun liderine haddini bildirmek için harekete geçtiler. Uzun iktidar yılları süresince oluÅŸturdukları CHP tabanının üzerine baÅŸka müttefikler de bularak tabanlarını geniÅŸletme arayışına girdiler. Sırbistan, Ukrayna, Ermenistan, Gürcistan gibi ülkelerde yaÅŸanan kadife darbe süreçlerinin tecrübelerinden de yararlanarak siyasî iktidara karşı amansız bir mücadele baÅŸlattılar. BilindiÄŸi gibi bu darbelerde gayrı memnunları bir çatı altında toplayarak tek hedefe yönelik bir mücadele sürecine sokmak esastır. Onun için algı yönetimi yoluyla denetim dışı iÅŸler yapan siyasal lideri ÅŸeytanlaÅŸtırmak esastır. AK Parti’de elbette Recep Tayyip ErdoÄŸan hedef seçilmiÅŸtir. Diktatör, otoriter gibi oyuncak kelimeler son üç yıl içinde Gobbels’vari bir metotla tekrar edilerek bir algı oluÅŸturmada epeyce mesafe alınmıştır.
Bütün ortak özellikleri bu algıya muhatap olan ÅŸahsa karşıtlık olan kiÅŸiler ve guruplar bu karşıtlık baÄŸlamında organize edildiler. Organizasyon yurt dışından da destek aldı. CNN’den BBC’ye, New York Times’tan The Guardian’a kadar batılı basın organları bu ÅŸeytanlaÅŸtırma operasyonuna katkıda bulundular.
En garip olanı da, inkar ve asimilasyon politikalarıyla, Kürt sorununun ortaya çıkmasında en büyük paya sahip olan tarihsel vesayet bloÄŸu ile Kürt haklarını koruma iddiasındaki PKK- HDP’nin 7 Haziran seçim sürecinde ve sonrasında kadife darbenin aÅŸamalarını andırırcasına aynı çatı altında buluÅŸması oldu. Ä°nkar politikalarını, asimilasyonu bitiren Kürtlerin haklarının iadesi konusunda bugüne kadar var olan iktidarlarla mukayese edilmeyecek bir çaba gösteren siyasal parti ve onun tabii liderine karşı oluÅŸturulan bloÄŸun içinde Kürt siyasî hareketinin yer almasına nelerin sebep olduÄŸu ciddiyetle düÅŸünülmesi gereken bir konudur.
Bir lidere, bir siyasî kiÅŸiliÄŸe nefret etrafında toplanan bu blok, yıllardır sahip olduÄŸu imtiyazları koruma mücadelesini yürütmektedir. Türkiye’ye söyleyeceÄŸi bir sözü olmadığı gibi sloganların ötesinde baÅŸka bir gelecek teklifi de yoktur. Sadece kendi iktidarına mani olacak bir toplumsal tabanı temsil eden siyasal parti ve onun liderini sofistike bir darbe yoluyla siyasî iktidardan uzaklaÅŸtırmayı ve gerekirse cezalandırmayı istemektedirler.
Bunu yapmak için denedikleri kadife darbe yöntemleri, halk katındaki meÅŸruiyeti güçlü olmayan yönetimlerin bulunduÄŸu ufak ölçekli ülkelerde baÅŸarılı olmuÅŸtu. Türkiye’de ise, halk nezdindeki meÅŸruiyeti güçlü bir siyasal parti ve %52 oyla seçilmiÅŸ ve bu siyasal partinin doÄŸal lideri olan bir CumhurbaÅŸkanı var. Dolayısıyla arzuladıkları sonuca ulaÅŸmaları imkansız görünüyor. Fakat mücadeleden de henüz vazgeçmiÅŸ deÄŸiller. Üstelik tekrar seçim kararının alınacağının belli olduÄŸu günlerde bunu tekrar ve sofistike bir biçimde yeniden iÅŸlemeye koyuldular. Dolayısıyla Türkiye’de vuku bulmakta olan olayları bu mücadele sürecinden bağımsız bir ÅŸekilde ele alıp analiz etmeye çalışmak doÄŸru olmaz. Belli bir tabana oturmuÅŸ, konumlarını, imkânlarını ve imtiyazlarını kaybetmek istemeyen tarihsel vesayet bloÄŸu ile çok geniÅŸ bir tabana hitap eden, farklı siyasal yapılarda kendini temsil eden halk çoÄŸunluÄŸu temsilcilerinin karşılaÅŸması kaçınılmazdı. Bugün yaÅŸadığımız budur. Åžüphesiz bu amansız mücadelede, kimlerin nerede durduÄŸu en az mücadelenin kendisi kadar önemlidir.
Bu açıdan mücadelenin günden güne sertleÅŸtiÄŸi vasatta, özeleÅŸtiri adına siyasî iktidarı oluÅŸturan blokun varolan hatalarını büyüterek tarihsel vesayet blokunun ekmeÄŸine yaÄŸ sürecek tavırlara ve söylemlere itibar etmek ölümcül bir hata olur. Önce karşıdakilerin mahirane bir biçimde yaptıkları gibi safı (yahut cepheyi) belirleyip, doÄŸru yerde durmak ve ardından hatalara, eksiklere, yanlışlara karşı siyasî ve ahlakî duruÅŸ göstermek ve gerekli mücadeleyi yapmak, doÄŸru bir tutum ve tavır olacaktır.
Son aylarda artan ÅŸiddet kullanımı PKKHDP’yi daha da araçsallaÅŸtıracaktır. Yukarıda çizdiÄŸimiz tablo içinde tarihsel vesayet blokunun imtiyazlarını devam ettirmek için verdiÄŸi mücadelede en önemli yardımcılarından biri de PKKHDP’dir. Kürtlerin haksızlığa uÄŸramasında neredeyse tek belirleyici olan tarihsel vesayet blokunun PKK- HDP’yi Kürtlerin vatandaÅŸlık ve insan hakları baÄŸlamında çok büyük riskleri göze alarak, olmaz/yapılamaz sanılan pek çok ÅŸeyi yapmış olan siyasal iktidarın karşısına dikmeyi baÅŸarması nereden bakılırsa bakılsın o blok adına bir baÅŸarıdır. Nitekim bu yönde bir ittifak beklentisi Gezi Parkı olaylarında da gündeme gelmiÅŸ ve fakat istenilen düzeyde gerçeklik kazanmamıştı. Bu açıdan bir yıl öncesine bakıldığında hatta HDP’nin kurulduÄŸu vasatta gerçekleÅŸmesi muhal zannedilen bu birlikteliÄŸin aktüel siyasî taktikler çerçevesinde makul bir izahı yapılabilir.
Åžöyle ki, hem tarihsel vesayet bloÄŸunu yönetenler, hem de PKK HDP önderleri genel olarak temsilcisi olduklarını iddia ettikleri ve yönetmek iddiasında bulundukları ahali ile deÄŸerler baÄŸlamında yabancıdırlar. Åžimdilik ele geçirdikleri bu temsil konumunu her iki grup da en azından yerli ve buralı olarak niteleyemeyeceÄŸimiz bir baÄŸlamda kullanıyorlar. “Åžimdilik” kaydını özellikle kullanıyorum çünkü Kürt siyasal hareketi ne tür tavır gösterirse göstersin, Kürt halkı yerlidir ayakları bu topraÄŸa basmakta ve bu topraklarda varlığını devam ettiren ortak deÄŸerlere yaslanmaktadır.
Bu ayrımın samimiyetle farkında olmak ve oluÅŸturulacak politikaları, bu baÄŸlamda deÄŸerlendirmek devleti yönetenlerin çok dikkat etmeleri gereken bir husustur.
Ayrıca, PKK-HDP, bir hak arayışından öte uluslararası güçlerin himayesini talep ederek, bir siyasal ve yönetsel statü kazanmak çabası içindedirler. Mevcut ÅŸartlarda bu çabanın onların isteklerini gerçekleÅŸtirmek için yetmeyeceÄŸini söyleyebiliriz. Ancak bu çaba tarihe özne olarak dönüÅŸ yapma gayretindeki Türkiye’nin yürüyüÅŸünü yavaÅŸlatmayı hedefleyen güçler tarafından fonksiyonel bir ÅŸekilde kullanılmaktadır. PKK-HDP’nin bu baÄŸlamda araçsallaÅŸtığını söyleyebiliriz. Åžiddeti devam ettirdikleri süre içinde, araçsallaÅŸma ve Kürt halkına yabancılaÅŸma süreci hızlanacaktır. Ne var ki bu süre içinde nahak yere ölümler olacak, analar göz yaşı dökecektir. Siyasetin mümkün olduÄŸu bir ortamda ölümlere sebebiyet verenlerde tarihen de hukuken de, siyasal olarak da sorumlu olacaklardır.
Bir Talep Şekli Olarak Şiddet Kullanımı
Türkiye’de ÅŸiddetin bir siyasî talep aracı ÅŸeklinde kullanılması yakın tarihte daha ziyade 12 Mart muhtırası sonrasında sol yapılarda örneÄŸine sıkça rastladığımız bir durumdur. Keza PKK’nın örgütlenmesi, mücadele tarzı ve ideolojisi de büyük ölçüde bu yıllarda ÅŸekillenmiÅŸtir. Aslında ÅŸiddet, siyasetin yapılamadığı ortamlarda boy veren aynı zamanda siyasetin yolunu tümüyle tıkayan bir olgudur. Ancak bir talep aracı olarak siyasetin serbestçe yapılabildiÄŸi bir ortamda, ÅŸiddetin kullanılması meselenin bir hak yahut daha özelde insan hakları, “barış” talebi olmadığını baÅŸka stratejik bir hedefin ele geçirilmesi mücadelesine dönük olduÄŸunu gösteriyor. Anlaşılan o ki, siyasî iklimin müsait olduÄŸu bir ortamda geçmiÅŸte yapılan hataların samimiyetle giderilmeye çalışıldığı ve bu yolda hayli mesafe alındığı bir iklimde ÅŸiddetin tekrar avdet etmesi, niyetin çok farklı olduÄŸunu açıkça ortaya koyuyor. PKK, Suriye meselesinin özellikle IŞİD/DAÄ°Åž faktörünün oluÅŸturduÄŸu konjonktürün, kanton olarak ütopyalaÅŸtırılan kendi siyasal fantezisine uygun bir ortam oluÅŸturduÄŸunu düÅŸündü. Bu ortamdan yararlanmanın Türkiye içinde oluÅŸturulacak barıştan daha önemli olduÄŸu zehabına kapıldı ve çözüm sürecinin bittiÄŸini deklare etmekten geri durmadı.
Elbette, devletin “çözüm süreci” süresince belki de yanlış olarak ihmal ettiÄŸi bölgedeki kamu otoritesi ve güvenliÄŸini gündeme getirmesi kaçınılmazdı. Nitekim devlet, PKK’nın KCK aracılığıyla “devrimci halk savaşı” ilan etmesinin ardından süreci dondurduÄŸunu ve kamu güvenliÄŸini saÄŸlamaya dönük eylemlere geçtiÄŸini ilan etti. Örgütün baÅŸlattığı ÅŸiddet eylemlerini sonlandırmak ve çözüm sürecini geçmiÅŸten de ders alarak yeniden baÅŸlatmak için güvenlik güçlerini devreye soktu.
Nihai tahlilde, zor yoluyla kitlelerin taleplerinin ortadan kaldırılamadığı, devlet dahil her kesim tarafından biliniyor. Ancak müzakereyi imkânsız kılan aşırı talepler, oyalamalar, muhatabını aldatmaya dönük atraksiyonlar, konjonktürü yanlış okumanın getirdiÄŸi güç zehirlenmesi, sürecin devamını imkânsız hale getirdi. Bu durumda istenmeyen ve arzu edilmeyen oldu. Åžiddetin gayrı meÅŸru kullanımını engellemek için, tanım gereÄŸi ÅŸiddet kullanma meÅŸruiyetini elinde bulunduran devlet, ÅŸiddet kullanmak durumunda kaldı. Bu durumun çok uzun sürmesi temenni edilmez, olumlu sonuç da vermez. Ancak, çözüm sürecinin yeniden baÅŸlamasına imkân verebilmek için tarafların sınırlarını anlayıp, meÅŸru taleplerin karşılanacağı iklimin oluÅŸacağı bir zamana kadar mücadelenin devam edeceÄŸini var saymalıyız.
PKK’nın silahlı mücadeleye baÅŸladığı 1980’li yılların başından beri devletin güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı özellikle Batı ülkeleri baÅŸta olmak üzere kamuoyu nezdinde bugünkü kadar meÅŸru karşılanmamıştı. Kamuoyunun çoÄŸunluÄŸunun devletin güç kullanımını haklı görmesi çok önemlidir. Ancak, bu durumun makul süreyi aÅŸan bir ÅŸekilde uzaması haklılığı aşındırır. Ayrıca, süreç içinde, güvenlik güçlerinin ve bürokrasinin bölge halkının hakkına, hukukuna riayeti, ÅŸiddet kullanan, terör icra edenle ahaliyi ayırması, kısa sürede sonuca gidilmesi ve meÅŸruiyetin devamı için vazgeçilmezdir. Ellerin tetikten çekilmesi gerekli ama yeterli olmayacaktır. Tetikten çekilen ellerin tekrar tetiÄŸe gitmeyeceÄŸinin garantisi nedir? PKK, Türkiye’deki silahlı güçlerini ülke sınırları dışına çıkarmadıkça ve Türkiye’de silahlı mücadeleye son verdiÄŸini açıkça ilan etmedikçe, taktik olarak yapılan çaÄŸrılar bir sonuç vermeyecek ve kalıcı bir barışa ulaÅŸma sonucunu doÄŸurmayacaktır.
Umarız ortam ve konjonktür doÄŸru okunur, çatışmanın faydasızlığı ve devam ettirilemezliÄŸi görülür ve silahlı iklimden makul bir çözümün bulunacağı sürece geçilir.
Facebook Yorum
Yorum Yazın