Şu kesin; insan yaş aldıkça kendi kendine olan sorgulamaları artıyor. Oraya buraya kendini ispatlama çabaları biterken sorgulamalar, muhasebeler artıyor. Herhalde ben de bu duygular içindeyken posta kutuma düşen bir tanıtım mailinin giriş yazısına vurulup kaldım. Gelen mailde; “Gerçekten Yaşıyor musun? Yoksa sadece nefes mi alıyorsun? Kimsin? Ne yapmak istiyorsun? Olmak istediğin yerde misin? Dur! Koşuşturma! Kendine zaman ayır. Sadece kendin için biraz zaman! Çünkü önce Sen! Sen yoksan Dünya Yok! “ diyordu. Aslında gayet klasik Amerikan yöntemi pazarlama veya dikkat çekme tekniği ile yazılmış bu giriş yazısı başta da söylediğim gibi sorgulama zamanıma denk gelince dikkatimi çekti. Bu duygusallığın nedeni 3 gün boyunca hastanede refakatçi olarak kalınca oluştu. Farkına varmasam da 3 gün içinde gördüklerim beni etkilemişti. Refakat görevim bitip arabama bindiğimde sinirlerim boşaldı. Ağlamaya başladım. Sabah ayrıldığım hastaneden eve gidemeden direk işe gitmek zorundaydım çünkü öğleden sonra vermem gereken bir eğitim vardı. Akşam da bir arkadaşımın doğum gününü kutlayacaktık. Ertesi gün izin alıp dinlenemezdim çünkü bir sürü veli randevusu vermiştim. Akşam yine eve gidip hemen çıkmalıydım. Hayat böyle geçiyordu. Geçip gidiyordu… Annemi görememiştim günlerdir, oğlumu özlemiştim.
***
Hemen hemen 6-7 yıl önce “artık sakinleşmek gerek, belki İstanbul’dan gitmek gerek, dinginlik istiyoruz” diyenler olduğunda onlara endişe ile bakardım. Nasıl olur da insan İstanbul’dan gitmek isterler diye düşünüp onlar için üzülürdüm. Allah’ın sopası yok dedikleri bu olsa gerek… Şimdi “imkân ver Allah’ım da gideyim” deyip duruyorum.
***
Öte dünyaya giden gidene… Çocukluğumun siyasileri gidiyor, ünlüler gidiyor, akrabalarım gidiyor, ölmez bu dediğim kişiler ölüveriyor… Doğduğumuz an gelecekle ilgili kesin olarak bildiğimiz tek şey bir gün mutlaka öleceğimizken nasıl oluyor da hiç ölmeyecekmiş gibi davranmayı başarıyoruz bilmiyorum. Sanırım bilinç dışı kendini koruma içgüdüsü bu.
***
Dedim ya, fazla muhasebeye başladım bu günlerde. Ramazan da gelince maneviyat ile bu doz iyice artıyor. Hazır bu değerli günlerdeyken, naçizane tavsiyem; herkesin bu muhasebeye başlaması. Hırsı, hazzı, egoyu bir kenara koyup, istemek yerine vermeye, kırmak yerine onarmaya, köstek olmak yerine desteğe, kızmak yerine gülmeye çalışılmalı. Yarın olmadan bizim de göçüp gitmeyeceğimiz belli değil, istiyorum diye tutturduğunuz şeyin aslında hiç de hayırlı olmayacağı ne malum? Ya bir işe dalarken ihmal ettiklerimiz? Sevdiklerimiz? Sevenlerimiz? Sözü uzun olanın yalanı bol olur demeyeceğim bu sefer; bunlar yaş aldıkça edindiğim tecrübelerin damıtılmış halleri. Siz de düşünün lütfen… Herkese hayırlı ramazanlar diliyorum. Allah işlerinizi rast getirsin kötülükler sizden uzak olsun. Gelecek ayın yazısı Adadan…
Facebook Yorum
Yorum Yazın