Sonunda Pes ve Link Ediyorum

Amerika’ya ilk 1993 yılında ayak bastım. ODTÜ’nün anlaşmalı olduğu Texas Tech Üniversitesi’nde finans masterina başladım. Okul harika, şehir sıkıcıydı. Okul hayatı dışında yapılacak pek bir şey yoktu. Gerçi bu şehrin talihsizliği misafirinin İstanbul’dan gelmesiydi belki de…

Lubbock adlı bu şehir, Texas’ın büyük şehirleri Dallas ve Houston’dan en az 6-7 saat uzaklıktaydı. O zamanlar internet pek yaygın değil, i-phone, i-pad, uydu televizyon, henüz literatürümüze girmemişti.

Vatanı memleketi özlediğimizde yaptığımız şey anne ve babamızı daha sık aramak, üniversite kütüphanesine gidip, 5-6 aylık Türk gazetelerini okumak, bir arkadaşın evinde toplanıp çığ köfte partileri yapmaktı.

Bazen de önemli milli ve kulüp maçlarının kasetlerini New York veya New Jersey’den ısmarlayarak, bir-iki dolar giriş fiyatıyla bir evde seyrederdik. Ev sahibi kahve havasını vermek için, kola ve çay servis eder, iyi paralar kazanırdı. O zamanlar, CimBom’un Avrupa’da fırtına gibi estiği yılların başıydı. Bir kere bir Avrupa maçını, yerel bir televizyon istasyonuyla anlaşıp, toplam $3 bin dolar paraya seyredecektik. Ancak öğrenci bütçelerimizi zorladığı için son anda b uçılgınlıktan vazgeçmiştik.

O yıllarda kazara bilgisayarda IRC adlı bir networkla tanıştım. Sadece öğrencilerin erişebildiği, üniversitelerin sağladığı bir sistemdi. Aynı anda dünyanın bir çok yöresindeki Türk ve müslüman arkadaşlarımıza ulaşma fırsatı ve sohbetleşme fırsatı veriyordu. Şuanki sesli ve yazılı chat sitelerinin, en ilkel versiyonuydu. Ancak Texas çöllerindeki ıssızlık ve yanlızlık, bizi bu yeni teknolojiye müptela etti. Çok güzel dostlar edindim. Saatlerce dertleşmek ve sohbet etmek, insanı gurbette rahatlatan bir şeydi.Ancak bir an geldi, farkettim ki, reelden çok, sanal yaşamaya başladım. Saatlerce lakırdı, bir zaman sonra beni kaygılandırdı. Ayrıca, sanal alemin entrikaları, cezbesi, ikincil kişilikleri, masumiyetleri bana boş gelmeye başladı. 1994’te bir tövbeettim, o gün bugündür sosyal medyaya uzak yaşıyorum. Çevreme de hep aynısını tavsiye ediyorum. Yakınlarıma da tamamen yasakladım. Bu teknolojiye karşı değil, bu güzel nimetin yanlış ve beyhude kullanımına karşı bir protestoydu. O yüzden ne facebook, ne myspace hesabım oldu ne de bir chat maceram. Ayrıca yahoo/google guruplarından, ileri geri, seviyesiz sanal tartışmalarından da hep uzak kaldım. Gökyüzündeki rüya alemi değil, yeryüzündeki reel alemi tercih ettim.

Ancak bazen kurunun yanında yaş da yanıyor. Belki bu toplu protesto çok ileri gitti. Zira, aynı politikayı cep telefonununa karşı da izledim. Uzunyıllar direndim, cep telefonu kullanmadım. İnsanların otobüste, trende, lokontada ulu orta yaptığı muhabbetler, kullananların genellikle iş için değil de, sohbet için kullanmaları ters geliyordu. Ne zamanki, cemiyet/STK işlerine başladık, teknoloji tekrar hayata girdi.2007 yılında Philadelphia’daki ilk Türk Festivalini düzenlerken, sahada yüzlerce insanla çalışıyorduk. Hepsinin sevki idaresi gerekiyordu. İşte o zaman cep telefonuna merhaba dedik. Bu kez iş için telefonda günde 10-12 saat kaldığımız oluyordu. O programlar esnasında aşırı telefon kullanımından dolayı kulak tedavisi ihtiyacı oluştu. Daha sonra, görüşlerimizi paylaşmak için, duyurularımızı yapmak içinTwitter’a merhaba dedik. Bu teknoloji 140 harfle sınırlı olduğu için yaratıcılığı da zorlayan bir sistemdi. Ayrıca Arap Baharının ve zulümlere karşı protestoların teknik aracı olduğu için Twitter’a özel bir saygımız oluştu. Twitter’a olan saygımız, her nedense Facebook’a karşı gelişmedi. Hala resmi bir Facebook hesabım yok, ve bu konuda direnmeye kararlıyım.

Linkedin adlı bir siteden devamlı davet gelirdi. Bu dünyayı bilmediğim için ihtiyatlıydım. Onu da diğer sosyal paylaşım sitelerinin ketegorisine koymuş, mesafeli davranıyordum. Bir yakınım “hocam, bu bildiğin sitelerden değil, sadece profesyoneller ve saygın kişiler kullanıyor” demesi de beni ikna etmemişti. Bu kez de iş arayanların sitesi herhalde diye düşünmüş, şükür güvenli bir isim olduğu için bana uygun değil demiştim. Ancak bir yakınıma işbaşvurularında yardım etmek için kariyer koçluğuna soyunduğumda Linkedin dünyasına ayak bastım. Bu dünyanın ciddi iş yapmak isteyenler için ideal bir dünya olduğuna şahit oldum. Bu düzenek, profesyonel ilişkilerinizi düzenlemek için ideal bir sistem. Birinci dereceden bağlantılarınız oluyor.Bağlantılarınızın bağlantısı, bağlatılarınızın bağlantısının bağlantıları oluyor. Bunları bir birine ekleyince, kocaman bir dünya, ilişki ağı kuruluyor. Biranda on binlerce bağlantınız oluyor. Bir duyuru yaptığınızda, bir alanda uzman bir kişi aradığınızda, networkunuzla anında on binlere ulaşabiliyorsunuz. İşarayanlar, işverenler için doğru eşleştirmeyi yapmak için güzel bir araç. Artık hünerlerinizi, tecrübenizi tüm dünya görüyor; bu imkansizi küresel bir kişi yapıyor. Onceleri sadece bu imkan şirket ve devletlere açıkken, şimdi normal insanlar küreselleşiyor. Linkedin hesabı olan, artık iş sahasını tüm küreye yayıyor. Bir bakıyorsunuz, Japonya’dan, Almanya’dan bir iş verenin arama motoruna takılıyor, iş teklifi alıyorsunuz. Hünerlerinizi, becerilerinizi, tecrübelerinizi, sizinle çalışan insanlar onaylayabiliyor, yorum yapabiliyor. Artık her özelliğinize bir şahit edinebiliyor, boşatıp tutanlardan kendinizi ayrıştıryorsunuz. Bu networking sitesi, sadece kişilere değil, kurumlara ve şirketlere de açık.

Linkedin firmasının önemli bir katkısı varki, NYSE’deki toplam market değeri 14 milyar dolara ulaşmış. 200 ülkeden 200 milyon kullanıcısı olan Linkedin artık kendini ispat etmiş bir sistem. 200 milyon profesyonel kişiye haksızlık olmasın! Daha fazla dosta ulaşmak, daha fazla iş çıkarmak, halka daha fazla hizmet etmek için, sonunda pes ediyor ve link ediyorum…