Süleyman Arifi gerçekte Arnavut asıllı bir Makedonya’lı. Makendonya deyince belki yabancı bir ülke gelecek aklınıza. 1910’lu yıllara kadar Kalkandelen, Üsküp, Manastır vilayetleri bizim Sivas gibi, Antep gibi, Adana gibi bir vatan toprağımız. Bakmayın bu topraklara şimdi yabancı muamelesi yaptığımıza. O topraklar İstanbul’dan yüz yıl önce bizlere vatan olmuş. 500 yılın üzerinde Türkün olmuş bu topraklar, nasıl şimdi yabancı (!) olur? Aslında, biz yabancı gördüğümüz için yabancı. Yoksa, oralar bal gibi ata yadigarı vatan toprağı. Her karışında dedelerimizin bir eseri, bir hatırası saklı. Sonraki “işgalciler” her ne kadar Türklerin izini oralardan kazımak istemişse de, bir türlü başaramamışlar. Türkler bölgenin DNA’sına karışmış zira. Mehmet Akif’in dediği gibi, Balkanlarda her yerde “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda”.
Süleyman Arifi billur tadında Türkçe konuşurdu. Biz buna şaşırınca o da bize şaşırırdı. “Bizim zamanımızda Balkanlarda Türkçe bilmeyenler sadece kırsalda yaşayan köylülerdi; Türkçe şehir diliydi, her ilde her kasabada konuşulurdu” derdi. Onun Türkçesi Osmanlı Türkçesiydi. Dedemin konuştuğu dildi. Belki de tadı o yüzden farklıydı. Daha asilane, daha amirane ve daha halisane bir lisandı onun konuştuğu. Sanırım Osmanlı Balkanlarda Anadoluya göre daha kök salmış ve daha başarılı olmuş. Balkanlar belki Osmanlı için “geleceği”, Anadolu ise “geçmişi” ifade ediyordu. Belki de, atiye doğru dört nala koşarken, mazisinden çok uzaklara düşmenin bedelini ödedi dedelerimiz…
Arifi memleketinde felsefe tahsil etmiş, öğretmenlik yapmış bir entellektüeldi. Lakin, Amerika’ya geldiğinde, bir anda bir çoğumuz gibi sıradan birisi olmuş, yapmadığı iş kalmamış. Ennihayetinde, ekmek peşinde koşarken, New York’ta restoran patronluğuna kadar tırmanmış. Ama onun aklı maddi değil, fikri zenginlikteymiş. Hem çalışmış, hem okumuş. Sonunda Amerika’da bir üniversite derecesi daha almış. Daha sonra, önemli bir rahatsızlık geçirince, özel iş hayatından elini eteğini çekmiş, New Jersey eyaletinin en büyük üniversitesinin kütüphanesinde çalışmaya başlamış. Arifi hasbel kader sonunda hakiki yerini bulmuş. Rutgers Üniversitesinin kütüphanesini kendisine “darı ambarı” yapmış. Zihni açlığını orada sonuna kadar gidermiş. Kitap teslimatı için gittiği üniversite hocaları ondaki zihni derinliği görünce, mutlaka mastır yapması için ısrar etmişler. Süleyman Arifi 50 küsür yaşında Rutgers Üniversitesinde “sosyoloji/toplum bilimi” yüksek lisansı yapmış.
Süleyman Arifi’yi 2000 başlarında kazara tanıdım. Cuma namazları için gittiğim Murat Camisinde, Balkan şapkası, grand tuvalet takımı, jilet kaydı traşı ve asil duruşuyla hemen dikkatimi çekti. Benim ilme saygım, onun ilme saygısı bir anda bizi kaynaştırdı. Ayrıca, benim dış Türklere, ata yadigarı eski topraklara, bizlerle kader birliği yapmış insanlara özel bir hassasiyetim var. Onları atalarımızın bir emaneti, bir hatırası addediyorum. Benim için Kerkük, Ahıska, Bosna, Arnavutluk, Kırım, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Balkanlar hala bir vatan toprağı. Yapay sınırları tanımıyorum ben. Bizi Anadolu yaylasına hapseden zihniyeti asla kabul etmiyorum. Türk bir bölgeye sigacaktıysa, zindana razıydıysa, dağları delmez, Ergenekon’dan çıkmaz, Orta Asya’yı arkasında bırakmaz, dört nala şahlanmaz, soluğu Viyana’da almazdı. Şimdi bile, Avrupa’da ve Amerika’da yaşayan Türkler, bir yerde atalarının yolunda, yaşadıkları yeni yerleri bir bir Türkleştiriyorlar. Genlerimizde var fütuhat…
Süleyman Arifi ilmin beşikten mezara kadar olduğunun en güzel tescili. Gençlere nispet tahsil için yaş ve sınır tanımamış. 60 yaşlarında doktora yapmaya karar vermiş. Sevgili eşi Paki Nur hanımefendinin memleketi Adapazarı’na gidip dede denecek yaşta Sakarya Üniversitesi’nde doktora ikmal etmiş. Hem de tüm üniversiteyi ayağa kaldırarak. Hocaları bir törenle ayakta alkışlayarak doktora belgesini sunmuşlar kendisine. Bazıları öbür taraf için daha 50 yaşlarında tasını tarağını toplarken, o 60 yaşlarında hayata yeniden başlamış. Bilimde ustalık nişanını alarak, Dr. Süleyman Arifi olmuş. Doktora tezi için bir servet harcamış. 60 bin dolar masraf yapmış bu uğurda. Fransa, Macaristan, Almanya, Yugoslavya gibi Avrupa kütüphanelerini tek tek taramış. Dr. Arifi’nin tezi “bir çok savaşla gayr-i tabi çizilen Avrupa sınırlarının tekrar adilane düzenlenmesi yapılmadan bu topraklarda nihai sulhe erilemeyeceği”. Avrupa’nın demografik ve tarihi haklara dayalı yeni ve adil bir haritasını çizmiş tezinde. Sağlığı el vermedi bu tezini yayınlamaya. Balkanları, Doğu Avrupa’yı derinden sarsan anlaşmazlıkların verasında aslında adilane çizilmeyen sınırların büyük etkisi var. Dr. Arifi’nin Avrupa için kalıcı sulh tarifi, aslında yakından incelemeye layık bir tez.
Dr. Arifi ayrıca Kosova’nın bağımsızlığı ve Arnavutluk’un sorunları konusunda Türkiye Cumhurbaşkanları, Dışişleri Bakanları, Amerika senatosu ve hariciyesi ile görüşmelere katılmış ve kendi görüşlerini sunmuş bir milli mücadeleci. “Osmanlı’dan en son ayrılan biz Arnavutlar olmuşuz” diye her zaman gururla bahsederdi. “Son ana kadar Osmanlının yanındaydık. Bunun bize büyük bir bedeli oldu ama biz Osmanlıya ‘besa’ verdik. Bir Arnavut başından vazgeçer, ama asla besasından vazgeçmez!” derdi. Balkanların tarihini su gibi bilirdi. Coğrafyasına çok hakimdi. Nerede kim yaşar, ne zaman o bölgeye yerleşmişler, hepsi ezberindeydi. Türkiye’deki Arnavut toplumuyla da çok yakındı. Bir çok akrabası zaten Türkiye’de mukimdi. Türkiye’de yaşayan Arnavutlardan gururla bahseder, Türkiye’nin onlara kapı açmasını büyük bir vefa örneği olarak görürdü.
Şahsım finans alanında üniversite hocası ama, Dr. Arifi benim için bir başka boyutta eğitim oldu. İktisat ve işletme okumuş birisi olarak, bana sosyoloji ve felsefeyi sevdiren kendisi oldu. Ondan Balkanlar ve Osmanlı tarihini tahsil ettim. Analitik düşünmeyi ve tahlil yapmayı onunla geliştirdim. Onun evinde veya benim evimde gün boyu tadına doyulmaz sohbetlerimiz olurdu. Kendisi hem iyi bir mürşit hem de yaşayan bir tarihti. Evinin altı üstü kitap doluydu. Kitapları bu kadar seven çok az kişi gördüm hayatımda. Nereden temin ettiğini bilemediğim çok orjinal kitapları vardı. Bir sıkıntım olsa, bir konuda eksikliğimi görse, bir doktor gibi, hemen “kitap eczanesine” girer, bana güzel bir “kitap reçetesi” yazardı. “Bunu oku hiç bir şeyin kalmaz, şunu oku kendini çok daha iyi hisedeceksin” derdi. New York Times okumayı, akşam 7 ve 11’de BBC haberlerini takip etmeyi ihmal etmezdi. Kendi yaşadığı kasabada olmadığı için, New York Times almak için kilometrelerce uzakta başka bir kasabaya giderdi.
Dr. Süleyman Arifi bir hak mücadelecisiydi. New Jersey’de yaşadığı kasaba “yeşil alan” ilan edip mülküne el koymaya kalkınca, son Osman’lıyla uğraştığını nereden bilecekti? 80 yaşına merdiven dayayan bu eski kurt, kasabaya kök söktürdü. Bu uğurda verdiği mücadeleye kasaba sakinleri de katıldı ve onun adına belediyeye karşı toplu gösterilerde bulundular. Verdiği mücadele gazetelere, kitaplara, siyasi ve hukuki tartışmalara konu oldu. “Eminent domain” adı verilen haksız kamulaştırma mevzusunda Amerika’da bayrak isim oldu. Bu mesele “Arifi vakası” olarak literatüre geçti yeni dünyada. Ancak Osmanlı nasıl hak namına asırlardır yedi düvele verdiği mücadelede yoruldu ve yıprandıysa, bu son savaş da ihtiyar kurt Arifi’yi de oldukça yordu. Sonunda kalbi bu yeni dünyanın haksızlıklarına daha fazla tahammül edemedi. Osmanlı gibi, Dr. Arifi de “bu zalim dünyada artık işim yok” dedi. Son Osmanlı da, bir hak mücadelesinde şanla düştü toprağa. Bundan böyle göğe yükselişi de, yere düşüşü de şanlı olanlara Osmanlı diyecekler bu alemde!
Facebook Yorum
Yorum Yazın