Son Nefeste İman Eden Firavun Gibi!

Son nefeste kelime-i tevhidi getirerek ölen bir insan gerçekte cenneti hak etmiş olabilir mi? Bu insanın ömrü boyunca İslam'a göre yaşamamasına rağmen mümin sayılır mı? Bu kişi hayatı boyunca Allah’ın nizamı dışındaki sistemlere kulluk etmiş, kulluk ederken aracılar koymuş veson anda tövbe etmek mümkün mü? Böyle bir kişi affedilir mi? Sorularına dinimizin ana kaynağı olan Kur’an’ı Kerimden cevap arayalım…

Özellikle Cuma günleri hutbelerde veya toplu dualarda son nefesimizde, kelime-i şehadet olan “eşhedü” diye başlayan “Allaha bir ve tek olduğuna, Muhammedin O’nun kulu ve Resul’ü olduğuna” şehadet ederek ölmeyi istemek ve bunu Allahtan niyaz etmenin İslam’da yeri var mıdır?
Kur’an bunun bir örneğini Firavun üzerinden bizlere gösterir.    

Firavun son ana kadar Allah’a asi olarak yaşamış, Musa Peygamberin getirdiğini kabul etmemiş ama son nefesinde ölümle burun buruna gelince hakikati anlayarak tövbe etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İsrail oğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızca ve düşmanca onları takip ettiler. Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi ki, “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık bende Müslümanlardanım.” Demişti…

Allah ta ona cevaben (ve bizim de ders almamız için); “Şimdi mi (ey Firavun)? Az öncesine kadar başkaldırmış ve bozgunculardandın.” (Yunus 10/90-92)

Görüldüğü üzere hayatı boyunca zülüm işlemiş, yaşarken Allah’ı hayatına katmamış bir kimsenin tövbesi veya ben Müslümanlardanım veyahut ta kelime-i şehadet getirmesi; durumunu değiştirmeyecek ve Allah’ta tövbesini kabul etmeyecektir. Tövbenin kabul edilecek zamanı ve şartları da vardır. Bunları da aşağıdaki ayetlerden öğrenelim;

“Allah katında (makbul) tövbe, ancak cahilce (bildiği halde) günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/17-18)

Tövbe etmek, sadece kuru bir kelimeyle yapılan sözel bir iş değildir. Kur’an, tövbe edenlerin yanında bir de “mutlaka durumunu düzeltenler”,“aslaha” diye bir kavramla kullanır. Yani bir kimse, herhangi bir günahtan ötürü tövbe edeceği vakit, o günahı bir daha irtikâp etmeyeceğini veya haksızlık etmiş olduğu kimseye hakkını iade ederek kendi durumunu düzeltmesiyle anlamındadır. Zira her hırsızlığın ardından sadece kuru bir lafla “ben sana tövbe ettim Allah’ım” deyip, kendisinin temize çıktığını sananlar; “tövbeni bin kere bozmuşsan da yine gel” deyi verildikten sonra, ertesi gün yine hırsızlık yaparlar! Oysa Allah, tövbeyle beraber durumunun düzeltilmesini şart koşar. Bir hırsızın durumunu düzeltmesi demek, hırsızlığı bir daha yapmamak üzere pişmanlığını göstermesi adına; çaldığı malları sahibine iade etmesi şeklinde olacaktır. İşte o zaman tövbeyle ve durumun düzeltilmesi anlamlı olabilir. Gerçekte hırsızlık yapacak bir kişi, malları iade etmek durumunda kalacaksa, bu hırsızlığı yapmanın gerekçesi de anlamsızlaşacağı için bu işi yapmaktan vazgeçecektir. Kur’an, hırsızlık yapana dediği şudur;

“Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Maide 5/39)

Sonuç olarak kimse Cenabı Allah’ı kandırmaya çalışmasın! Sabahtan akşama kadar kötülük işleyip, sonra tesbihi eline alıp bin kez estağfurullah demesiyle aklanmayacağını bilmesi gerek…

Gerçekte Müslüman gibi davranmamış; Allah’ı hesaplarına, hayatlarına ve işlerine katmamış kimselerin son nefeslerinde piyango veya tombaladan çıkmış gibi bir kelimeyle cennetlik olamayacaklarını anlamış olduk.
Peki, tam zıt bir soruyu soracak olursak; ömrü boyunca Müslüman bir hayat yaşamış, her anında ve alanında Cenabı Allah’ı hesaba katmış ve O’nun korkusuyla yanlış adım atmaktan sakınmış bir kimseyi; son nefesinde kelime-i şahadeti getirmedi diye bu kimse cehenneme mi gidecektir?
Tabi ki hayır! Çünkü Allah kendisine yöneleni, kendisinden sakınanı doğru yola iletir ve korur… Artık hidayet bulan kimseyi saptırtacak kimse yoktur ve olamaz.

“Allah, (kişinin dilemesiyle) doğru yola iletirse, artık onu saptıracak hiç kimse yoktur. Allah mutlak güç sahibi, intikam sahibi değil midir?” (Zümer 39/36)

“Hidayete erenlere gelince, Allah onların hidayetini artırır. Onların Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını sağlar.” (Muhammed 47/17)

Sözün özü şudur; hayatını istikamet üzere çizen bir kimse, kendi tercih ettiği istikamete göre karşılık bulacaktır. Hidayet tombaladan çıkmayacağı gibi cehennem de piyangodan çıkmayacaktır. Son bir nefeste verilecek kelime-i şehadetle kimse cennete gitmeyeceği gibi, şehadet kelimesini getirememiş kimseye de cehennem yazılmayacaktır. Esasen hayatı boyunca cennete gidecek şekilde uygun yaşayanlar, cennete gitmeye hak kazandıkları gibi, cehenneme gidecek bir hayatı yaşayanlar da son nefeslerinde Allah’ı kandıramayacaklardır. Bu böyle biline…

Bizler Allah’ın adaletine inanan insanlar olarak kuru bir sözün çokça tekrarlanmasıyla değil, o sözün gerektirdiğinin yapılmasıyla ve Allah’ın rahmetinin inayetiyle kurtuluşa erişe bilineceğini biliyor olmamız gerekir.

“Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte onların tuzağı boşa çıkar.” (Fatır 35/10)

Kuru kuru sözler ve çokça edinilen tesbihatlerin durumu; televizyonun karşısında güzel bir yemeği gördüğünde “yemek, yemek” diye zikir çekmesine benzer. Onun yemeğe olan zikri kendisinin ve başkasının açlığını doyurmayacaktır. Ne zaman ki o söylemi eyleme döker ve yemek yaparsa; hem kendisi de hem başkaları da doymuş olacaktır. Onun içindir ki yukarıdaki ayet bu durumu çok güzel bir şekilde açıklıyor. Yapılacak olan güzel sözlerin ardından Salih ameller de yapılacak ki Allah katına çıkabilsin yani kabul görsün. Yani bir manada söylemin eyleme dönüşmesi gerekir.

Şimdi Firavunun durumuna bir daha dönersek, ömrü boyunca Allah’ın indirdiğine kulak asmayacak, amellerine şirk katacak bir kimsenin kuru bir sözle imanının kurtarılacağını beklentisine girmesin. Cami hocalarımızın da bu durumlarını gözden geçirmesi ve cemaatini doğru bilgilendirmesini kendilerinden istirham ediyoruz. Cep telefonunu kullanabilen her birey de bu Kur’an’ı okuyup kendince tefekkür etmesi gerekliliğini hatırlatmak istedik ki bu “Kur’an’dan sorumlu” olduğumuzu ve bundan kaçamayacaklarını bilmeleri gerekir. Kur’an’ı cep telefonumuza indirip okuyabilme nimetini elde etmişken, onu ret etmek, yok saymak ve hayatımıza sokmamakla Firavundan fazlamızın ne olduğunu sorgulatmak isterim…

Kişi nasıl yaşarsa yaşasın. Ölümü de o yaşayışı üzerine ölmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ne ekersek onu biçeriz. Nasılsak onun karşılığını göreceğiz; ne az ve ne de çok…

 

“İçinizde olanı en iyi Rabbiniz bilmektedir. Eğer dürüst ve erdemli kimseler olursanız; şunu bilin ki Allah kötülüklerden tövbe edenlere karşı son derece bağışlayıcıdır.” (İsra 17/25)

Tövbelerimizin karşılık görmesi, bizim salih yani iyi adamlılığımıza bağlıdır. Onun için tavsiyemiz şu olacaktır; son nefeste iman eden firavun gibi olmayalım!