İsrail, bu kadar kötü olma cesaretini BM yaptırımlarının hiçbir dönem uygulanmamasının yanında basiretsiz ve despot bazı Arap yönetimlerinden alıyor. Her Ramazan benzer acılar katlanarak yaşanıyor. Dünya ise yine kör ve sağır.
Yakın geçmişe kısa bir göz atalım...
19.yüzyılın sonlarına doğru kurulan Siyonist dernek faaliyetleri, Yahudi bankerlerin desteğiyle planlı bir şekilde ilerler. Kurucu Theodor Herzl, seküler bir Yahudi ve aslında Alman hayranı idi. Ancak Avrupa’nın antisemitist tutumu, kendisini tutucu bir Yahudi milliyetçisi yapar.
Herzl’in Abdülhamit ile görüşerek, Filistin’in Yahudilere verilmesi karşılığında Osmanlı borçlarının ödeneceğini teklif ettiği ve bunun kabul edilmediği biliniyor. Daha öncesinde ise Kıbrıs, Sina Yarımadası, Doğu Afrika, Arjantin ve Uganda’da devlet olma seçenekleri konuşulsa da sert tartışmaların ardından Filistin’de karar kılınmış.
Filistin topraklarına İsrail’i yerleştiren İngiltere’de daha 1915 yılında Osmanlı sonrası Filistin’in geleceği tartışılmaya başlanmış. 1917 yılında İngiltere Siyonistlerinin Başkanı Lord Rothschild’in desteği ve dönemin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour imzasıyla yayınlanan deklarasyon ile İngiltere, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasını desteklediğini belirtir.
Yahudiler, geçmişte yaşadıkları birçok ülkede şiddet ve ayrımcılığa maruz kalmışlar. Ancak 20.yüzyılın başlarında İngiltere ve Almanya gibi ülkelerin siyasetine etki edecek kadar güçlenen Siyonistlerin, yine o yıllarda artan Yahudilere şiddet ve Holokost gibi olaylarda seyirci kalmaları da düşünülmeye değer doğrusu.
1948’de İsrail Devleti kurulduğunda onca maddi teşvikle Filistin’e göç ettirilen Yahudilerin toplam nüfusa oranları sadece yüzde 7’idi. BM, İsrail’i tanıdıktan sonra, üç din için kutsal olan Kudüs’ün her iki tarafa da bırakılmayıp BM Vesayet Konseyi’nin himayesinde uluslararası bir statüye sahip olmasını öngörüyordu.
Ancak hiçbir hukuk, kural, etik tanımayan işgalci Siyonistlere bu karar engel olamadı. Kudüs’ü 1980 yılında İsrail’in başkenti ilan ettiler.
Filistin halkına baskı ve şiddet uygulayan İsrail, zorla onların evlerine el koyup, “yerleşimci” dediği işgalci Yahudileri yerleştirerek sınırlarını genişletti.
Oysa Cenevre Sözleşmesi’ne göre işgal altındaki toprakların demografik yapısıyla oynanmaması gerekiyor. Ancak, “Allah’ın bize vadettiği atalarımızın kutsal toprağı” gibi bir referansla Filistin’i işgal etmiş bir yapıya hangi hukuktan bahsedilir ki? Ya da bu referansla, herkes istediği yeri işgal edebilir mi?
Üstelik bunu kasten bir din savaşı gibi göstermekle İslam karşıtı olan Hristiyan dünyayı da en azından tarafsız kalmaya zorluyorlar.
Ortodoks Yahudiler, orada bir İsrail devleti kurmanın Allah’a isyan olduğunu dile getirirken, aslında seküler olan Siyonistlerin, dini istedikleri gibi kullanarak Filistin’i işgal edip bölgeyi çözümsüz sorunlar yumağına dönüştürmeleri de ayrı bir garabet.
Çözümsüzlükten beslenen İsrail, bu kez geçmişe oranla artık sağduyulu Yahudilerden ve Avrupa halkından da tepki görmeye başladı. Ancak ABD kendi çıkarları için bir devletten ziyade mafyatik yöntemleri benimseyen İsrail’i desteklemeye devam ediyor.
Finans, medya, siyasette oldukça güçlü ve kitle iletişim araçlarını etkin şekilde kullanan, manipülasyon ve algı ustası Siyonistlere karşı kısa vadede yapılacak şey dünya halklarını İsrail hakkında doğru bilgilendirmek ve kamuoyu baskısı yaratmaktır.
Antisemitizm’in yerini İslamofobi’nin almış olduğu gerçeği karşımızda dururken, öncelikle İsrail işgali, gaspı, devlet terörü ve hukuksuzluğu gibi ifadeleri öne çıkaran bir yol seçilip, meselenin ‘salt din savaşı’ algısını iyi yönetmek gerekiyor kanısındayım.
İsrail saldırısında canlarını yitirenlere ve özellikle çocuklara saygı ve rahmetle…
Facebook Yorum
Yorum Yazın