SEVGİLİ (Sevgili: Yüreğinde sevgi ve bağlılık duyan)

Ben bu hasretleri askerliğimde de yaşadım, üzülme benim için. Aşılıyım yani, sevgili… Benim gücüme giden bu değil, kalabalık arasında yalnız olmaktı. Çölde değil, ormanın içinde aç-susuz kalmak. Yoksa ben halimden inan memnunum, sevgili. Biliyorum ki yoksun, İstanbul’un karmaşası içindesin. Asıl ben senin için üzülüyorum. Benim yüreğim huzur dolu ve sağlığım yerinde, çok şükür. Burası nemli değil İstanbul gibi, havası kuru. O yüzden cildim kuruyor, kaşınıyorum ara sıra. Ama terlemiyorum bu sıcakta. Güneş yaksa da tenimi olsun, kafam rahat. Tek derdim kaşınmak olsun, sevgili.

Biliyor musun, burada telaş yok, sevgili. Sanki günler 48 saat. Geceler sensiz ve sessiz. Sessizlik, sensizlikten değil. Hemen alınma sakın, sevgili. İstanbul’un gürültüsü yok burada. Yoksa gece yastığa başımı koyunca, senle yaşadığımız o güzel günler geliyor aklıma. Hayallerimde fısıltıyla konuşuyorum seninle, gecenin o sessizliği bozulmasın diye. Masal anlatan bir peri gibi geliyor bana, o güzel sesin, sevgili.

Biliyor musun, yıldızlar daha çok burada. Geceleri gökyüzü ışıl ışıl, sevgili. Meğer gecelerimiz o kadar karanlık değilmiş. İstanbul’un gündüzü de karanlık geliyordu bana. Bazen göremiyordum, o muhteşem boğazdaki manzarayı dahi. Aylar geçiyordu, aklıma gelmiyordu bile sahile inmek. Denizin o mis gibi kokusunu ciğerlerimde hissetmek. Aklım hep trafikteydi. Gideceğim yere en kısa zamanda, nereden gidebilmek. Kalabalığı yara yara ilerleyebilmek, sevgili. Sana bir an önce ulaşabilmek, sevgili.

Biliyor musun, burada trafik de olmuyor. İnsanlar, beşyüz metreden kavşakta durup yol veriyor neredeyse. Telaş yok, acele yok. Hani bizim evden İstinye’deki çay bahçesine gidebilmek için ne çok zaman harcardık, hatırlasana sevgili. Burada öyle değil, her yer çok yakın. Ve binalar, beton yapılar ve topraksız bir yeryüzü… Bina yerine zeytin ağacı her yanım. Arabaların egzoz kokusu yerine kekik kokusu giriyor burnumdan ciğerlerime, sanki pirzola yemişim gibi.

Biliyor musun, meğer zeytinyağı zeytin kokarmış. Geçen gün mutfakta açtım o Mustafa’nın verdiği zeytinyağı şişesini. Burnumu dayadım merakla, resmen zeytin kokuyordu. Şaşırdım, sevgili. Domates yetiştiriyorum burada. Yaprakları bile domates kokuyor. Hayır, sigarayı bırakmadım. Burnum hala hassas değil ama o mis kokun aklımda, sevgili.

Biliyorsun, işim gereği dağlara çıkıyorum ya bazen, sevgili. İşte o zaman başka bir gezegene geldiğimi sanıyorum, herhalde daha alışamadım buralara, sevgili. İnsan eli değmemiş, bozulmamış, tertemiz, olanca doğallığın içinde. Tabiatın içindeki barış ve dinginlik bir kat daha arttırıyor huzurumu. Burada hayvanlar birbirlerini yok yere öldürmüyor, açlık dışında. Kimse kimseye kaprisleri uğruna ya da hırsları uğruna zarar vermiyor, sevgili. Onların bu dünyasını gözlemledikçe soruyorum kendi kendime: Biz mi hayvanca davranıyoruz, onlar mı insanca?... Bir de maymundan geldik diyorlar ya, bence gözü hiç doymayan “Tazmanya Canavarı”ndan türemişiz. Oysa senin beni, benim seni sevdiğim kadar sevse ya herkes birbirini, sevgili.

Biliyor musun, çocukluğum geliyor aklıma, sevgili. Çocukluğumdaki İstanbul, oynadığımız oyunlar… Hele yerde çamurun içinde bulduğum o 35 kuruş. Ne çok sevinmiştim… Kim bilir ne almıştım onunla bakkaldan. Yürüye yürüye Ayazağa’daki askeriyeye ait ormanlık yere gitmiştik, mahalledeki arkadaşlarla bir gün. Bu kadar kalabalık yoktu o zamanlar, sevgili. Yani güzel insanlar çoktu. Şimdi markete gitmeye korkuyor çocuklar. Boğaz Köprüsü’nün açılışına götürmüştü annem bizi. Araç trafiği yerine meraklı insan kalabalığı vardı köprüde. Bazen soruyorlar bana, “İstanbul’u sevmiyor musun” diye. Ben çocukluğumdaki İstanbul’u sevdim. Mahşeri kalabalığı, çöplüğü andıran sokakları, denizine girilemeyen sahilleri, itip kakan saygısız insanları ve neredeyse nefes almanın bile parayla olduğu İstanbul’u değil. Çocuğu doğunca kapısının önüne ağaç diken, yaz akşamları kapıda komşuları ile çay içen, kamyonun kasasına doluşup çoluk çocuk pikniğe giden insanların İstanbul’unu sevdim, sevgili.

Biliyor musun, burada esnaf hiç yalan söylemez, sevgili. Senin saflığından yararlanmak istemez. Mal aldığı yere borcunu kuruşu kuruşuna öder. Müşteri hala velinimettir burada. İstanbul’daki gibi bir semtte batıp, başka bir semtte dükkan açamaz. Burada adı çıktı mı, terk etmek zorundadır artık yerini yurdunu. O yüzden mi bilmem, pek batan dükkan olmaz. Zaten burada para, çok daha kıymetli oradan, sevgili. Yaşamak ucuz. Pazara gidersin, 20 lira harcarsın ama aldıklarını taşıyamazsın evine. Organik dediğiniz domatesler, burada kilosu 25 kuruş. Isınmak için yüzlerce lira ödemezsin kışın. Kış dediğin en fazla 2 ay zaten burada. O yüzden kazaklar hiç eskimez, sevgili.

Kısaca sevgili, eğer yaşarsam babam kadar, ömrümün yarısından fazlasını İstanbul değirmeninde boşa çürüttüğümü anladım. At gözlüklerimi daha önce çıkarıp buralara ataymışım kendimi. İstanbul’u uzaktan sevseymişim. Hele de seni de alabilsem buraya, paylaşabilsem tüm güzellikleri sevdiklerimle…Var mı artık ötesi, sevgili.