Satranç Tahtasında Dans Etmek

1990 yılların sonunda Polanya kökenli Amerikalı siyaset bilimci Zbigniew Brezezinki’nin uluslararası ilişkiler açısından hakimiyet teorisi teziyle öne sürdüğü ve o yıllarda çok popüler olan “Büyük Satranç Tahtası” kitabın da kurguladığı senaryoya göre, Amerika’nın küresel üstünlüğü ve bunun jeostratejik gerekliliğinin  Jeopolitik oyuncular olan Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Hindistan ile Jeopolitik mihverler olarak tanımladığı Türkiye, İran, Azarbeycan, Ukrayna, Güney Kore üzerinden sağlanacağını öngörmüştür.

Amerika'nın bu satranç tahtası üzerindeki öncelikli oyuncu olarak görevi Avrupa, Asya ve Orta Doğu'daki anlaşmazlıkları başka herhangi bir rakip süper gücün Amerikan çıkarlarını tehdit edecek biçimde ortaya çıkmasını engellemek üzere yönlendirmektir. Şimdi 1990 yılların bu teorilerine baktıkça köprünün altından çok sular aktığını pozisyonların değiştiğini oyuncular ve mihver ülkelerde ciddi değişikliklerin meydana geldiğini artık Satranç Tahtasının aynı olmadığını görüyoruz.
 
Bütün bunlarıda göz önüne alarak  Suriye’de yaşananlar ve dış politikamız üzerine kelam etmeden önce Dışişleri Bakanı  Ahmet Davutoğlu’nun yayınlanmış olan Startejik Derinlik kitabından bir parağrafı sizlerle paylaşayım  ‘’Dolayısıyla bu stratejik zihniyet yenilenmesini destekleyecek temel stratejik yöneliş de katogorik ayrışmaların yerini jeokültürel ve  jeostratejik nitelikli bütünleşmelerin almasıdır. Bu bütünleşme zorunluluğunu yakın dönem tarihimizde sürekli tartışıla gelen Asyalılık-Avrupalılık ya da Doğu-Batı diyaliktiği çerçevesinde örneklendirebiliriz. Avrasya ana kıtasının doğu-batı ve kuzey-güney istikametindeki hatların kesişim bölgelerinde bulunan köprü ülkelerinden biri olan Türkiye sıradan Avrupalılık ve Asyalılık arasında süregelen anlamsız katogorileştirmelerin tesirinden kurtularak uzun dönemli strateji ve bu stratejinin gerektirdiği jeokültürel altyapısının temel unsuru olan kimlik meselesinde kapsamlı bir yenilenme süreci içine girmek zorundadır.’’

Bu parağrafta  kitabı özetleyen şu cümle geçtiği için sizlerle paylaştım tekraren  ‘’Türkiye sıradan Avrupalılık ve Asyalılık arasında süregelen anlamsız katogorileştirmelerin tesirinden kurtularak uzun dönemli strateji ve bu stratejinin gerektirdiği jeokültürel altyapısının temel unsuru olan kimlik meselesinde kapsamlı bir yenilenme süreci içine girmek zorundadır.’’  İşte bizim de muhtaç olduğumuz güç Jeokültürel altyapımızı oluşturan Müslüman kimliğimizde. Bu kimlik çatısı altında ortak kardeş halklarla beraber olursak mevcut satranç tahtasında oyuncu oluruz. Yoksa bizi mihver ülke, köprü ülke vs gibi tanımlamalarla mevcut tahtada piyon muamelesi yaparlar.

Tüm bunları yazarken bu düşünceleri sadece bizlerin düşündüğünü varsaymak adeletsizlik olur. Burada Bolşevik devriminin kurucularından Lenin, Stalin, Troçki ile beraber adı zikredilen Müslüman Tatar Türkü Sultan Galiyev’den bahsedelim.

Galiyev Rusya’da devrimi gerçekleştirdikten sonra ezilen doğu halklarını da ayaklandırmak isteyip 1920 yılında Bakü Kurultayını gerçekleştirir. Kurultay Galiyev’in öngördüğü çerçevede toplanmıştı. Çeşitli milliyetlerden Doğu halkları delegelerle temsil edilmişler ve kurultay, sonunda Doğu halklarını İngiliz emperyalizmini bütün sömürgelerden söküp atana kadar mücadele etmeye çağıran kutsal çağrıyla sona ermişti. Sonra ne olduysa ondan sonra olur ve başta genel sekreteri ve bu konularda yardımcısı olan Mustafa Suphi ocak 1921’de Türkiye’ye döner dönmez Trabzon’da boğdurulur (Tarihin cilvesi mi yoksa Suriye ile bizim ne işimiz olur diyenlere cevap niteliğinde Giresun doğumlu Mustafa Suphi ilkokulu Şam’da liseyi Kudüs’de üniversiteyi İstanbul’da okumuştur.)  Akabinde Mart 1921 de Bolşevikler İngilizlerle ve Türk hükümeti ile anlaşır ve sonuç ortada. Sultan Galiyev 1923’te Stalin’in iktidarı ele geçirmesiyle tutuklanır ve sonunda Stalin tarafından öldürülür. Sultan Galiyev o tarihte insanlığın mevcut durumunu şu sözlerle özetlemiş  ‘’Çağdaş insanlığı oluşturan halklar, sayı, toplumsal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki kampa bölünmüş durumdadır. Bu kamplardan birinde insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 30’unu oluşturan ve tüm yerküreyi, altında ve üstündeki var olan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır. Diğerinde ise, insanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların, diğer bir değişle efendi halkların ekonomik, siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır… ‘’  bugün de çok bir şeyi değişmediğini görüyoruz.

Gelecekteki günlerin güzel ve aydınlık olması dileğiyle. Allah yar ve yardımcımız  olsun.