Çocukluğumdan beri köşe yazısı okurum gazetelerde. Hep merak etmişimdir; Bu köşe yazarları bu kadar konuyu nasıl bulup da hergün işlemektedir. Hergün yazacak yazıyı nasıl gerçekleştirmektedirler. Bunu bu dergiye yazı yazmaya başladıktan sonra daha iyi anladım. İdrak ettim ki bu ülkede yazı yazacak konu ve olay bulmak o kadar kolay ki her gün bir olay! Hergün bir stres ve gerginlik. Hergün yeni bir gündem. Bu ülkede baş yazı sıkıntısı da çekilmez, köşe yazısı sıkıntısı da. Hoş! Ben ayda bir yazı yazan bir insanım. Hangi konuda olsa bir şeyler karalım ama istiyorum ki genel itibari ile kendi mesleğimle bilhassa enerji üretimi ile alakalı yazılar yazabileyim.
Ama nerde? Ben ne zaman desem ki enerji üretimi ile ilgili bir şeyler karalayayım, mesleğimle ilgili bir yazı yazayım öyle olaylar oluyor, öyle canımız yanıyor ki insan başka bir şeyle ilgili yazı değil söz bile etmek istemiyor.
İşte son günlerde ki Mehmetçik cenazelerini gördükçe, hergün bir şehadet haberi ile sarsıldık. Bir de bu asker şehadetleri ve terörist saldırılar öyle zamanlarda olmak da ki insanın aklına soru gelmemesi imkansız.
Mesela 1993’de de aynı böyle olmuştu. Sekizinci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal Güneydoğu veya kürt sorununa çözüm bulabilmek amacı ile o zaman ki milletvekili (sanırım HADEP’in idi) Ahmet Türk’ü ve gazeteci Cengiz Çandar’ı; daha o sıralar Türkiye’ye teslim edilmemiş olan PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşmek üzere Lübnan’a Bekaa Vadisi’ne yollamıştı. Olay tam ilerleme kat etmişken merhum Özal bu işi çözmeye azimli iken; önce Turgut Özal şüpheli bir biçimde öldü veya öldürüldü. Tarih 16 Nisan 1993. Ondan önce Şubat 1993’de yine şüpheli bir uçak kazası ile Jandarma Genel Komutanımız Eşref Bitlis hayatını kaybetti. Ondan önce değerli bir milletvekili Adnan Kahveci otoyolda ters yola sokularak öldürüldüğü iddia edildi. Ve her şey bir yana Mayıs 1993’de tam da ateşkes sürerken OHAL (olağanüstü hal) uzatılsın mı – uzatılmasın mı diye meclise sorulurken Bingöl-Elazığ karayolunda, silahsız ve terhis mahiyetinde izne gönderilen otuzüç masum erimiz Abdullah Öcalan’ın eylemsizlik kararına rağmen katledilmiştir. Ve tekrar bunun üzerine savaş baltaları çıkarılmıştır.
Şimdi de öyle oluyor. PKK lideri olduğunu bildiğimiz Abdullah Öcalan’ın silahsızlanma ve eylemsizleşme sürecini basından okurken onüç askerimizin şehadet haberi ile sarsıldık. Ülke ekonomisinin sınıf atladığı; Avrupa’nın ekonomik krizi atlatamadığı halde bizim mali piyasalarımızın bahar havası yaşadığı bir dönemde Türkiye’ye vurulan bir darbe idi bu.
İktidarı siyasi, diplomasi ve ekonomik olarak eleştiremeyen çevreler bu onüç asker şehadeti ile adeta bayram yaptılar ve cenazelerde ki o malum gösterileri başlattılar. Savaş baltaları yine çekildi. Zaten arzulanan da tam bu değil mi idi. Hayır… Hayır… Hayır… Bu sefer bu tutmayacak. Girdiğimiz demokratikleşme ve Milli Birlik Kardeşlik Projesi yolundan vazgeçmeyeceğiz bu sefer. Faili meçhul istemiyoruz artık. Sokak gösterileri ve çatışmaları istemiyoruz.
Buradan tüm hassas kesimleri daha da dikkatli olmaya davet ediyorum. Kılıçlarınızı, baltalarınızı gömün artık. Hele BDP’ye hasseten sesleniyorum. Unutmayın ki; Kürt vatandaşlarımızın sadece%30’una sahipsiniz. En çok desteği aldığınız sandığınız onsekiz kürt vilayetinde bile AK Parti’nin gerisindesiniz. Bu illerde AK Parti’nin oy oranı %51’dir. O zaman kimin adına temsil göreviniz var sizin. %6,5 oyla neyin demokratik özerkliğini ilan ettiniz Onüç Mehmetçik katledilirken. 23 Nisan’da Başbakanlık koltuğuna oturan ilköğretim öğrencilerimizden ne farkınız kaldı. Bakın kendi milletvekiliniz Sayın Altan Tan bile yanlış yaptık diyor. Sizin aldığınız oy oranına saygı duyuyoruz ama bu üçte birin üçte ikiye saygısızlık yapmasını gerektirmez. Siz hala Türkiye’yi Demirel’in veya Ecevit’in ya da Çiller’in yönettiğini sanıyorsunuz. Ama yanılıyorsunuz. Yanıldığınızı anladığınızda inşallah hepimiz çok şey kaybetmiş olmayız.
Lütfen sağduyu… Hepimiz için sağduyu
Facebook Yorum
Yorum Yazın