Türkiye hem iç hem de dış politikada önemli bir değişim sürecinden geçiyor. İç politikada "kürt açılımı" veya "demokratik açılım" ile önemli sorunları barışçıl bir yöntemle halletmeye çalışıyor. Dış politikada da "dört bir yanımız düşmanla dolu" söylemi, yerini sıfır sorunlu ilişkiler, daha da ötesi azami işbirliğine giden bir sürece bırakıyor.
Türkiye'nin iç politika açılımları ile dış politikada girilen süreç birbirini zorunlu olarak etkileyen süreçlerdir. Kendi iç sorunun makul bir şekilde hal-ledememiş bir ülkenin, komşularıyla sıfır sorunlu ilişkiler geliştirmesi çelişkili durumlar arz edebilirdi. Bütün iç zorluklara rağmen, bu çelişkili duruma düşmemek ve dışarıda etki alanını genişletebilmek için, içerideki sorunlarını halletmek zorundadır Türkiye. Gerek ülke içi sorunlarda, gerekse yakın çevresiyle ilişkilerde ve dünyayı algılamada bir vizyon değişikliğine ihtiyaç duyulduğu açıkça gözüküyor. Türkiye bu sürece girmiştir. Kurucu iktidarı temsil ettiğini söyleyen siyasi eli-tin ve bir kısım bürokrasinin gösterdiği şiddetli dirence rağmen, bu konuda epeyce mesafe alınmıştır.
Dış Politika: Pozisyon Belirlemekten Siyaset Üretmeye
Uzun süren iktidar yıllarının büyük bölümünü soğuk savaş döneminde geçirmiş olan Süleyman Demirel, bu dönemde dış politika icraasının kolay olduğunu ifade ediyor. Demirel mealen, 'soğuk savaş döneminde dış politika kolaydı. İki kutup ve bu kutuplara bağlı ülkeler vardı. Bağlı ülkeler sadece, kutup başının verdiği kararı uygulamakla yükümlüydüler. Şimdi durum değişti ve dış politika daha zor hale geldi' diyor.
Gerçekten de bugün dış politikanın icrasının soğuk savaş döneminden çok daha zor olduğu aşikâr. Soğuk savaş döneminde pozisyon almak yeterliyken, bugün yaratıcı siyaset üretmek zorunluluğu söz konusudur. Bütün kariyerini soğuk savaş döneminde oluşturmuş bir dışişleri bürokrasisiyle yeni açılımlar yapmak, bugünkü dış politika uygulayıcılarının karşılaştıkları en ciddi sıkıntıdır. Bütün bu zorluklara rağmen, Türkiye'nin dış politikası olumlu bir istikamette ilerlemektedir.
Türkiye, soğuk savaş döneminde uluslar arası güçlerin kendisi hakkındaki oluşturduğu yargıların sınırları dışında algılanmasını sağlayacak hayati bir süreci yürütmektedir. Bugüne kadarki uluslar arası siyasi algı Türkiye'yi, "küresel ve bölgesel stratejilerin odağındaki pivot bir ülke, öte taraftan da, kimlik düzleminde parçalanmış bir ülke olarak" resmekteydi. Yeni dönemde bu algıyı değiştirecek politikalar üretmek ve uygulamaya koymak, böylelikle hem pivot ülke hem de kimlik bağlamında parçalanmış bir ülke konumundan kurtulmak, tabii olarak pivot ülke durumundan çıkmayı beraberinde getirecekti. Kimlikte parçalanmışlığı önlemek, halkın değerlerini dikkate almak ve tarihle doğru bir bağlantı kurmakla mümkün olabilir. Bu konuda alınacak çok daha yol olmasına rağmen, doğru bir yönde hareket edildiğini gözlemliyoruz. Kimlik parçalanmasını ortadan kaldırmak üzere atılacak her bir adım, Türkiye'nin daha fazla güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Kendi içinde mutabakatlarını çoğaltmış ve kendi içinde bütünleşebil-miş bir Türkiye, tabii ki yer aldığı coğrafyada, derleyip toparlayan etkin bir ülke konumuna gelecektir.
Ortadoğu'ya Yeni Bir Bakış
Türkiye, Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren, daha önce aynı devletin halkları olarak bir arada yaşadığımız Ortadoğu halkları ve devletleri ile ilişkilerini oldukça mesafeli tutmuştur. Hatta bölgeyi, tam bir sorunlar yumağı olarak algılayıp, görmezden gelmiştir. 60'lı yılların ortalarından itibaren bölgeyle kurulan ilişkiler daha çok petrol bağlamında geliştirilmiş ve asla bütüncül/ kuşatıcı olmayan, yüzeysel ilişkilerdir. 70'li yılların başından itibaren "milli görüş" ekolünün iktidar ortağı olduğu dönemlerde ilişkiler, kültürel ve tarihsel bağlamda da geliştirilmeye çalışılsa da, sağlıklı bir rotaya oturtulamamıştır.
Bugün gelinen noktada, gerek soğuk savaş sonrası oluşan ortam, gerekse Türkiye'de meydana gelen yeni durum itibariyle bölgeye farklı bir yaklaşım söz konusudur. Önceki dönemlerde Türkiye'nin bölgeye olan ilgisi ve ilişkisi ABD ve Batı 'ya endekslenmiş bir ilgi ve ilişkiydi. Bugün ise, yine bu uluslar arası güçleri dikkate alan, ancak onların yapısal bir ortağı olarak hareket etmeyen bir politikayla karsı karşıyayız. Kendi dinamiklerini kullanan, bölge ülkelerinin menfaatleriy-le kendi menfaatleri arasında bağ kuran ve halktan halka ilişkileri ilerletmeyi hedefleyen bir anlayışla ilişkiler geliştiriliyor.
Tabiidir ki, Türkiye'nin uyguladığı bu nispi bağımsız politika, Türkiye-Amerika ilişkilerinde rahatsızlıklara sebep olmaktadır. Kısaca hatırlamaya çalışırsak;
1- ABD güçlerinin
Türkiye'den Irak'a girmesi iste-
ğini reddeden 1 Mart tezkere-
sinin Meclis'te kabul edilmesi.
2- Irak'ın işgali ve Hariri sui-kasti sonrasında, Türkiye'nin Suriye'nin tecrit edilmesi politikasına karşı çıkması.
3- İran'a karşı güç kullanımına karşı muhalefet etmesi.
4- Hamas'ın izale edilmesi çabalarına karşı çıkması.
5- Afganistan'a muharip güç göndermemesi ve oradaki güçlerin sayısını artırmaya karşı çıkması.
Yukarıda sayılan ve listeyi daha da uzatabileceğimiz başkaca konularda da sıkıntılar yaşanmaktadır. Türkiye kendi politikalarını uygulamak konusunda ısrarlı olduğu sürece bu sıkıntılar hep yaşanacaktır.
Elbette, Türkiye'nin, bağlı bulunduğu uluslar arası organizasyonların politikalarının tamamen dışında bir siyaset yürüttüğünü iddia etmiyoruz. Türkiye kendisini uluslar arası dinamizmin akışına pasif bir şekilde katmanın ötesinde bir politika izlemeye çalışıyor. "Kendi dinamizmini ve imkânlarını, uluslar arası dinamizmin potasında bir güç parametresi haline dönüştürebilme çabasını" gösteriyor. Böyle bir politikanın, riskleri kadar imkânları ve kaza-nımları da vardır. Halkıyla, devletiyle tüm Türkiye'nin destekleyeceği bu politika, ülkenin hem uluslar arası alanda, hem de bölgede saygınlığını ve etkinliğini artıracaktır.
Yeni Dönemde •Türkiye-Suriye İlişkileri
Bundan 12 yıl önce. Ekim 1998'de imzalanan Adana Antlaşması ile Türkiye ve Suriye savaşın eşiğinden dönmüştü. Antlaşma'nın akabinde ilişkiler belirgin bir şekilde gelişmeye başladı. Suriye'nin ABD tarafından tecride mahkûm edildiği bir dönemde, Türkiye bu tecridin karşısında yer aldı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Suriye'nin o dönemdeki Cumhur-başkanı Hafız Esad'ın cenaze törenine katılarak Türkiye'yi temsil etti. Bu katılım, ülkenin çok sıkışık bir döneminde, Türkiye'nin Suriye'ye bir desteği olarak algılandı Suriye tarafından. Türkiye ise bu desteği bilinçli olarak vermiş ve Suriye ile ilişkilerde yeni bir dönemi başlatmıştı. O dönemde başlayan ilişkiler AKP iktidarı döneminde de hızla gelişti ve 2006 Serbest Ticaret Antlaşması imzalandı. 2008 Mayıs'ında Suriye-İsrail dolaylı görüşmeleri, Türkiye'nin arabuluculuğunda başladı. Ve nihayet 17 Eylül 2009'da da Türkiye ve Suriye arasında vize uygulaması karşılıklı olarak kaldırıldı.
İlişkilerin bu kadar hızlı ve müspet yönde seyretmesini, Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerini geliştirme yönündeki iradesi ve politikasının bir sonucu olarak nitelemeliyiz. Türkiye yıllarca, dönemsel korkular üretilerek kapalı, tedirgin bir ülke pozisyonunda tutuldu. Önce komünizmden korktuk, komşumuz Rusya ile ilişkilerimiz neredeyse yok seviyesine indi, ticaret durdu. İran ile ilişkilerimiz, irtica bahanesiyle neredeyse durma noktasına geldi. Suriye ile ilişkiler, PKK'yla ilişkisi nedeniyle, sınırda elektronik duvar oluşturma noktasına kadar geriledi. Türkiye'nin böylesine tecridini ve komşularıyla her türlü ilişkisini kesmesini destekleyenler, bu ülkelerle ticari ilişkilerini sonuna kadar devam ettirdiler. Şimdi Türkiye bu çemberi kırıyor ve komşularıyla ilişkilerini, devletten-devlete düzeyinden, halktan-halka ilişkiler düzeyine genişletiyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; 'Bakın, Suriye ile vizeyi kaldırdık. İran'la aramızda vize uygulaması zaten yok. Gürcistan'da Batum havaalanını ortak kullanıyoruz. İşte şimdi size söylüyorum, Irak'ta durum normale dönünce onunla da vizeyi kaldıracağız' diyerek bu konudaki açılımların devam edeceğini söylüyor.
Her Şeyi Aslına Döndürmek
Türkiye'nin bu açılımı, görüldüğü kadarıyla bölge ülkelerinde de karşılık buluyor. Suriye Cumhurbaşkanı Esad, ilişkileri değerlendirdiği konuşmasında şunları söylüyor:
'Suriye Türkiye arasında ilişkiler fevkalade gelişti. Bu bizi çok mutlu ediyor. Biz aslında yeni bir şey yapmıyoruz; her şeyi aslına döndürüyoruz. Geçmiş dönemlerde birçok hatayı üst üste bina ettik; yüzyıllardır aynı kültürü paylaşan insanlar yabancı güçlerin oyunlarına alet olarak bölündü. Bu yabancı güçleri eleştirmek kolaydır, hatayı esas kendimizde aramalıyız. Çatışma ortamında ortak çıkarlarımızı göremedik, topraklarımızın işgal edilmesi ve bölgede insan haklarının çiğnenmesinin sebebi sadece sömürgeci güçler değildi. Bizim hatalarımız da vardı. Aramızdaki sorunların çözümünü uluslar arası güçlere havale ettik, onların aleti olduk. Bölge ülkeleri kendi sorunlarını kendi aralarında çözmeli. Şimdi bölgeyi yeniden inşa etmek için harekete geçmiş bulunuyoruz.'
Gerçekten son derece önemli doğrulara işaret eden tarihi bir tespit konuşması. Arızi bir dönemde yaşandığını, ancak bu arızi dönemin sona erdiğini ve her şeyin aslına döneceğini söylüyor Sayın Esad. Bu konuşma, arızi dönemin ülkeler içinde oluşturduğu sorunların da çözülmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Suriye'nin, İhvan-ı Müslim'in ile arasında bir beyaz sayfa açması ve yurt dışındaki on binlerce Suriyelinin ülkeye dönmesini sağlaması beklenir. Bölgede ilişkileri normalleştirmek, ancak ülke içi ilişkilerin normalleşme-siyle mümkün olabilir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin bölge politikaları bağlamında yaptığı vizyon değişikliğinin olumlu meyveleri alınmaya başlanmıştır. Türkiye-lrak Türkiye-Suriye ortak mini bakanlar kurulu toplantıları yapmaya kadar varan bu sürecin, daha olumlu sonuçlar verebileceğini umabiliriz. Ne var ki, bu olağanüstü ilişkilerden rahatsız olacak güçlerin varlığı asla unutulmamalıdır. Bölgede etkinliği olan ABD gibi bir gücün, Türkiye'nin böylesi yeni politikaları karşısında alacağı tavır önemlidir.
Ortadoğu'da sınırların iza-fileşmesi ve bölge halkları arasındaki ilişkilerin gelişmesi her halükarda olumlu olarak nitelendirilecek bir durumdur.
Kaynak: Umran Dergisi - Ekim
Facebook Yorum
Yorum Yazın