Siyaset ve para ilişkisi tarihin çok eski dönemlerine kadar uzanır. Daha ziyade menfaat temini ile siyasetin her zaman bir ilişkisi olmuştur ama sanayi devriminden sonra kapitalizmin ortaya çıkması ile para daha bir belirleyici olmuştur.
1000 yıldır bu topraklarda var olan Türklerin de para karşısında boyun eğişi ilk defa 1854 yılında Kırım Savaşı sonrasındadır. Osmanlı İmpartorluğu ittifak kuvvetleri ile Ruslarla Kırım Savaş’ından (1853-1856) aslında galip çıkan tarafta bulunmasına rağmen savaştan büyük zararlarla çıkmıştır. Kendisine çok pahalıya mal olan Kırım Savaşı için Osmanlı Devleti ödeme yeteneğinin çok üstünde borç almıştır. Endüstrileşmeyi kaçırdığı için ekonomisi çağdışı kalmış olan Osmanlı Devleti bu borçların altından kalkamamış ve 1881 yılında 2. Abdülhamit döneminde Duyun-u Umumiye idaresinin kurulmasıyla Avrupalı devletlerin mali denetimine girmiştir. Yani 1. Abdülmecit’in 1856’da Kırım Savaşı’nın zararlarını tanzim edebilmek için aldığı ve 15 taksit de kendisine ulaşan borç miktarı 127 milyon TL ile önce aldıkları ile birlikte 239 milyon TL’ye ulaşmıştır. 1875 yılına gelindiğinde yani 2. Abdülaziz Han’ın padişahlığı’nın sonlarına gelindiğinde Osmanlı Devleti o gün için 239 milyon TL borca girmişti. Ancak Osmanlı Devleti İngiltere’den aldığı bu borcu artık ödeyemiyordu. Borç gırtlağa gelmiş takatı kesilmişti. O zaman ödeyecek bir padişahın gelmesi gerekiyordu. İngiliz’e para ödemeyen adamın Osmanlı siyasetinde ne işi vardı. Ve beklenen oldu. 1876’da Abdülaziz Han’ın bileklerini keserek katlettiler. Görünüşte Hüseyin Avni Paşalardı katil ama perde gerisinde İngilizlerin olduğunu tarih yazacaktı.
Görüldüğü gibi para siyasete yön vermişti ve Abdülaziz Han hal edilip yerine sağlığı iyi olmayan V. Murad getirildi. Fakat padişahlık yapamayacağı anlaşılınca aynı sene yani 1876’da 33 yıl sürecek olan Devr-i 2. Abdülhamit başlamıştı. Sultan Abdülhamit Han 20 Aralık 1881’de hazırladığı Muharrem Kararnamesi ile borçların miktarı indirilmiş ve yeniden bir ödeme takvimi hazırlamıştır.
Geçtiğimiz ay yazımda belirttiğim 1897 yılında toplanan dünya siyaset kongresinde alınan karar gereği Siyonistler Sultan Abdülhamit’den Filistin’den toprak vermesi karşılığında dış borçların tamamını ödemek talebinde bulunmuşlardır. Abdülhamit Han’da kabul etmeyince aldıkları karar gereği 31 Mart 1908’de Sultan, Siyonist işbirlikçisi İttihad ve Terakki tarafından hal edilmiş ve 10 yıl geçmeden İmparatorluk parçalanmıştır.
1914 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin dış borcu (kısa vadeli dış borçlar hariç) 156,4 milyon Osmanlı lirası yani 142 milyon sterlindir. Dış borçlar, Osmanlı Devleti parçalandıktan sonraki varis olan ülkelere pay edilmiş ama en büyük borç da yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetine devredilmiştir.
1925 yılında Osmanlı Devleti’nin borçlarının %67’sinin Türkiye Cumhuriyetince ödenmesi kararlaştırılmıştır. Yani her konuda reddi miras yapılırken, borca gelince Türkiye’ye “Babanın borcunu öde bakalım” denmiştir. Türkiye payına düşen 107,5 milyon Osmanlı lirası tutarındaki borcun ödenmesi için Duyunu Umumiye idaresi ile 13 Haziran 1928 tarihinde Paris’de bir andlaşma imzalanmıştır. Bu borç yani Duyun-u Umumiye taksitleri 1954 yılında Menderesli Demokrat Parti döneminde ödenmiştir.
Ama köy ağası durur mu hiç? Marabasını çalıştırmaya ve borçlandırmaya kararlıdır. Şayet bu borcu ödemeyi kafasına koyan bir iktidar veya padişah olmuşsa ya bileklerini keserek ya da hapse tıkarak iktidardan etmiştir. 1954 yılına gelindiğinde artık ağa İngiltere değil Amerika idi. Rothschild ailesinin yerini de IMF almıştı. IMF Türkiye’yi mütemadiyen borçlandırmış ve buna karşı plan yapan olursa 1960’da Menderesi darağacına göndererek 1971’de ve 1980’de de Süleyman Demirel’i iki kez askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırarak gereğini ABD’ye yaptırtmıştır.
IMF’ye olan borcumuzda 2008 yılında stand By andlaşmasının devrin 2. Erdoğan hükümetince imzalanmamasından dolayı 2013 Mayısı’nda son taksidini ödeyerek bitmişti. Mayıs’ın 13’ünde son taksidi bittikten sonra Erdoğan ve kabinesi bir uçak dolusu iş adamı ile Washington DC çıkartması yapmış ve “bizim size artık borcumuz yok işte borçsuz olarak karşınızdayız” demiştir.
Bende o uçaktaydım ve geziye katılma imkanım olmuştu. Gerçekten Devletimiz Başbakanı, Dış İşleri Bakanı (o zaman Sayın Davutoğlu idi) ,MİT Müsteşarı ve işadamları ile gerçek bir gövde gösterisi yapmış ve Amerika’ya da 160 yıllık borç silsilesine de adeta meydan okumuştur. 2013 yılında da ABD Başkan 1. Yardımcısı Joe Biden idi, Dişişleri Bakanıda John Kerry idi. Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan’ın onuruna verdiği yemek Departman of State dedikleri diş işleri konutunda Truman salonunda verilmişti. MÜSİAD’ın Amerika Teşkilatlanma sorumlusu olarak o yemekte bende yer bulmuştum kendime. O gün Türk heyetine muazzam bir ilgi ve teveccüh vardı. Bu hepimizi çok şaşırtmıştı. Türkiye 161 yıllık borç kamburunu atmış ve onuru ile batının karşısında dimdik duruyordu. Oysa bu ilgi ve teveccüh aslında “fırtına öncesi sessizlikmiş” Zira 15 gün geçmeden Türk siyasi tarihinin yüz karası olan gerici – faşist – gezi vandalizmi planlanmıştı.
Tıpkı Hüseyin Avni Paşa’yı Abdülaziz’e karşı, tıpkı Selanik Çapulcu ordusu ve İttihad –Terakkicileri Abdülhamit’e karşı , tıpkı 27 Mayıs cuntasını Adnan Menderes’e karşı kullandıkları gibi Türk toplumunun en alt sınıfı olan aşağılık gezi vandallarını da Recep Tayyip Erdoğan hükümetine karşı kışkırtmış ve sokaklara dökmüşlerdi. Hem de aynı yerde. İttihad ve Terakki çapulcularının Abdülhamit’e müstebid dedikleri Taksim ve Dolmabahçe civarında bu seferde günümüz çapulcularını, sarhoşlarını, gay ve lezbiyenlerini, Kemalist-kominist kırma anarşistlerini sokaklara dökmüşlerdi. Ama bu sefer halkımız oyunu bozdu. Milyonlar liderine yani Erdoğan’a yani kendi iradesine sahip çıktı. Bu sefer para siyasete galebe çalamamıştı. Evet kavga devam ediyordu. Ama para değil siyaset belirleyici olmuştu.
Üst üste yapılan tüm seçimlerde millet iradesi galip gelmiş ve parayı yenmişti. Amerika’nın, İngiliz’in parası milleti bu sefer yenememişti.
Bakalım önümüzdeki zamanlar nelere gebe olacak, yaşayarak göreceğiz.
Facebook Yorum
Yorum Yazın