Elif E Bayraktar

Elif E Bayraktar

Mail: elif.alaca@hotmail.com

Öylesine Bir Hikaye

Darwinist literatür, Rudyard Kipling'in hikayelerine benzeyen ve hiçbir şeye delil olmayan "işte öylesine hikâyeler" ile doludur.

 

O hikâyelerden biri insanın dik yürüyüşü ve iki ayaklılığa geçiş üzerinedir. Darwinistler bunu kimi kaynaklarda su kökenli beslenmeye dayalı bir hikâye ile anlatırlar. Kurguya göre; su kıyısında yaşayan hominidler (hayali evrim sürecinde yaşadığı varsayılan insansılar), su kökenli beslenmenin sağladığı çeşitli avantajlardan yararlanmış olabilir, bu da sözde evrim sürecinde iki ayaklı bir hareket tarzı kazanmalarına yol açmış olabilir.

 

Bu beslenme şekliyle ilgili, gıda bulma yarışında diğer etçiller tarafından görece daha az rahatsız edilmek, gıda toplamak için daha az zaman, sosyal etkileşim ve alet yapımı için daha çok zaman, su kökenli beslenmenin sağladığı ve gelişimde önem taşıyan bazı yağ asitleri gibi avantajları sayılır. Primatların su kenarında ve suyun içinde iki ayak üzerinde durma eğilimleri de bu faydalara eklenerek, insanın iki ayaklılığının böyle bir süreçte tamamlanmış olması gerektiği ileri sürülür.

 

R. Kipling de filin hortumunu anlattığı hikâyesinde şunları yazıyordu: "Günün birinde bir yavru fil annesinin gerektiği kadar yakınında durmuyordu. Nehrin parlak sularını gördü ve meraklı bir şekilde kıyıya yanaştı incelemeye koyuldu. Suyun yüzeyinde çıkıntı yapan bir tümsek vardı ve bunun ne olduğunu merak eden fil yavrusu daha yakından bakmak için suya doğru eğildi. Birdenbire o tümsek yukarı fırladı ve küçük filin burnunu yakaladı. (Bu, bir timsahtı)... Sonra filin yavrusu kalçasının üzerine oturdu ve kendisini geri itmeye başladı, itti, itti ve burnu giderek uzamaya başladı. Ve timsah çırpınarak kıyıya doğru çekildi ve kuyruğunun darbeleriyle suyu krema gibi beyaz yaptı; timsah da [filin burnunu] çekti, çekti ve çekmeye devam etti. "

 

Ne kadar benzer değil mi? Evrimcilerin "işte-öylesine" yaklaşımı hakkında kendisi de evrimci olan S. J. Gould şunları söylüyor:

 

"...Bilim adamları bu masalların hikâye olduğunu bilirler; maalesef, bunlar profesyonel literatürde fazlasıyla ciddi ve gerçeksel alınırlar. Daha sonra bunlar ‘bilimsel gerçekler' haline dönüşür popüler literatüre girerler."(1)

 

Bir başka evrimci görüşü savunanlara göre iki ayak üzerinde yürüme açmazı konusunda, "Australopithecus'un ellerini kullanma gereksinimi sonucunda ortaya çıkmıştır. Yavrunun taşınması ve bakımı; yemeğin hazırlanması ve yuvada yapılması gereken diğer işler için ellerin serbest kalması gerekmiş ve iki ayak üzerinde yürüme evrimleşmiştir" deniyor. (2)

 

Konuyu araştırırken insanların iki ayak üzerinde duracak şekilde evrimleşmesinin nedeninin, çocuklarını göğüslerine daha yakın seviyede tutabilme isteği hatta cinsel seçilimin bir yan ürünü olabileceğini iddia eden ilginç görüşlere bile rast geldim.

 

Benzer birçok görüş var ancak hiçbirinin bilimsel bir delili olmayan ilginç hikâyeler… Görüyoruz ki Kipling'in hikayeleri gibi Darwinistlerin hikayeleri de sadece hayal gücüne dayanıyor. Suyun kenarında iki ayaklılık kazanan hayali ataların hikâyesi, su kıyısında hortumu uzayan fil masalından çok da farklı değil.

 

Bilimsel görüş: Maymunların hareket şekli insanın iki ayaklı yürüyüşünden daha kolay, hızlı ve verimlidir. İnsan ne bir şempanze gibi ağaçlar arasında daldan dala atlayarak ilerleyebilir, ne de bir çita gibi saatte 125 km. hızla koşabilir. Aksine insan, iki ayağı üzerinde çok daha yavaş hareket eder. Evrimin kendi mantığına göre, maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmeleri anlamsızdır.

 

Ayrıca: Bir canlı ya tam dik, ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebilir. (3) Bu ikisinin arası bir yürüyüş biçimi, enerji kullanımının aşırı derecede artması nedeniyle mümkün değildir.

 

Evrim teorisinin iddia ettiği gibi, canlıların aşama aşama birbirlerinden türeyerek var oldukları iddiası bilimsel hiçbir bulguyla desteklenmemiştir. Eğer canlılar Darwin'in ve evrimcilerin iddia ettiği gibi birbirinden türemiş olsaydı, bunun fosil kayıtlarında açıkça görülmesi gerekirdi. Bugüne kadar yapılan kazılarda elde edilen milyonlarca fosilin içinde bir canlının diğerine dönüştüğünü kanıtlayan bir tane bile ara geçiş form fosili yoktur. Fosillerin hepsi, canlıların sahip oldukları tüm özellikleri ile aniden ortaya çıktıklarını, yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişmediklerini, yani evrim geçirmediklerini, sonuç olarak da yaratıldıklarını göstermektedir.

 

Darwin bile ara fosil bulunmazsa teorisinin yıkılacağını söylemişse ve ortada bir tane bile bilimsel somut bulgu yoksa masallar anlatarak insana ata aramanın bir anlamı yoktur.

 

Bir bilim adamının sözlerini okumuştum; "İnsanın atasını aramak ışıktan çok ısı veriyor" diyordu. Gerçekten insana ata aradıkça Darwinistler karanlığa gömülüyor, bilim ise ancak görebilenleri aydınlatıyor...

 

Dipnotlar:

  1. Stephen Jay Gould, "Introduction", in Björn Kurtén, Dance of the Tiger: A Novel of the Ice Age
  2. https://evrimagaci.org/
  3. Ruth Henke, "Aufrecht aus den Baumen", Focus, Cilt 39, 1996, s. 178

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar