Tunus'ta başlayan halk hareketi Tunus'un komşularında da etkilerini devam ettiriyor. Tunus'ta Bin Ali'nin iktidarı bırakmasından sonra, yaklaşık üç hafta devam eden protestolar sonucunda Mısır'da Hüsnü Mübarek de iktidarını bırakmak zorunda kaldı. Şimdi sıra 42 yıldan bu yana ülkesini baskıyla yöneten Libya'nın despotu Kaddafi'ye gelmiş durumda. Yaklaşık iki haftadan bu yana devam eden olaylarda başkent Trablus'un dışında tüm diğer şehirler yönetim muhaliflerinin eline geçmiş durumda. Sayılı günler içinde Trablus'un düşmesi ve Libya despotunun da iktidarının son bulması mukadder akıbet gibi görünüyor.
Ortadoğu İslâm coğrafyasının diğer bölgelerinde de kısmî bir halk hareketlenmesinin olduğu gözleniyor. Bilhassa Yemen'de uzunca bir süredir devam eden hareketliliğin bir iktidar değişikliğiyle sonuçlanma ihtimali kuvvetli görünüyor. Bahreyn, Ürdün ve benzeri ülkelerdeki hareketlenmeler bir iktidar değişikliği ile sonuçlanmasa da, yönetimlerin kendilerini revize ederek ömürlerini uzatmayı deneyecekleri bir süreci başlatacakları tahmin edilebilir. Bu halk hareketleri sadece bahsedilen ülkelerde değil, Ortadoğu İslâm coğrafyasındaki tüm ülkelerde yönetimlerin kendilerine çekidüzen vermesini sağlayacak sonuçlar üretecektir.
İslâm Coğrafyasında Halkın Bir Aktör Olarak Ortaya Çıkışı
Birinci Dünya Savaşı statükosunun ufak tefek değişikliklerle devam ettiği tek coğrafya Ortadoğu İslâm coğrafyasıdır. Soğuk savaşın bitmesiyle bütün Avrupa'da ciddi değişiklikler meydana gelmesine rağmen, Ortadoğu'da herhangi bir değişiklik olmadı.
Gayr-i tabi sınırlarla birbirinden ayrılmış bir coğrafyada, her bölümün başına konmuş, halklarını baskı altında tutmakla görevli işbirlikçi yönetimler varlıklarını bugüne kadar devam ettirdiler. Bu ülkelerde halkın, varlığını ortaya koymak için gerçekleştirdiği eylemler, işbirlikçi yönetimler tarafından şiddetle bastırıldı. Binlerce insanın ölümüne sebep olan yönetimlerin gösterdiği şiddet, dünyaya demokrasi telkin eden batılı ülkeler tarafından "istikrar" adına meşrû görüldü.
Ortadoğu coğrafyasında halkın her isbat-i vücut etmeye çalıştığı durum, binlerce ölüme mal olan şiddetle bastırılınca, eylemler son buldu. Ve halk bir aktör olarak siyaset sahnesinde yerini alamadı. Öğrenilmiş çaresizlik içinde hayatını devam ettirdi.
Bugün Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'de meydana gelen eylemler bu öğrenilmiş çaresizliğin sona erdiğini gösteriyor.. Bu soruya mülahazat hanesini boş bırakarak evet diye cevap verebiliriz. Sonuçta, hangi saikle olursa olsun bir halk hareketi ile despotların devrilebileceği, iktidarlarının son bulabileceği ortaya çıkmıştır. Bu coğrafyada iktidarlar saray içi darbeler ve iktidar içi çatışmalar sonucunda el değiştirirdi. Son halk hareketleri ile ilk defa Tunus'ta ve Mısır'da diktatörler devrilmiştir. Bu, halkın bir aktör olarak sahneye çıkışı demektir.
Peki Bu Hareketler Bir Devrim Anlamına Gelir mi?
Tunus'ta ve Mısır'da olanların bir devrim olup olmadığı konusunda farklı bakış açılan mevcut. Kimilerine göre tartışmasız olarak devrim diye nitelenebilir. Kimilerine göre ise, devrim olarak nitelenebilecek bir durum yok ortada. Gerçekten de Mısır'da, Tunus'ta meydana gelen olaylar kafa karışıklığı yaratabilecek bir nitelik taşıyor. Siyaset bilimi literatürü açısından baktığımızda bu olayları devrim olarak nitelemek zor görünüyor. Çünkü devrimin aşağıdan yukarı gerçekleşen sosyal ve siyasi kurumları da değiştiren bir özelliğinin olması gerekir. Tunus ve Mısır'da meydana gelen durum, aşağıdan yukarıya olması hasebiyle bir devrim niteliği arz etse de, siyasi, sosyal ve kurumsal anlamda bir değişimden bahsetmek henüz mümkün değil. Siyasal iktidar değişikliği kitlelerin zorlamasıyla gerçekleşen Mısır'da anayasal ve kurumsal değişikliklerin gerçekleştirilmesi bir askerî konseye havale edilmiştir. Statükonun en kavi kurumunun bu değişikliği gereği gibi yapıp yapmayacağını zaman gösterecektir.
Bu geçiş döneminin idaresinin orduya verilmesi sıkıntılı bir durum. Ancak bunun anlaşılabilir nedenleri var. Despotik yönetimlerde iç siyasetin gelişmediğini biliyoruz. Çünkü despotlar kendilerine alternatif olabilecek herhangi bir siyasi ve sosyal oluşuma hayat hakkı tanımazlar. Mısır'da Hür Subaylar Hareketi'nin darbeyle iktidarı ele geçirmesinden sonraki 60 yıl içinde olan da budur. Diktatör yönetimin ve yardımcılarının dışında yönetim tecrübesine sahip herhangi bir siyasal, sosyal grup Mısır'da mevcut değil. Veya bütün zorluklara rağmen varlıklarını koruyanlar da yeterli tecrübeye sahip değiller. Dolayısıyla geçiş dönemini; statükonun kurumlarından herhangi birinin idare etmesi dışında bir alternatif kalmıyor. Mısır'da ordu halk hareketi sürecinde kitleyle çatışmamaya özen göstererek, Mübarek'in yıkılmasına dolaylı destek vermiş olduğundan, geçiş dönemini idare etme görevini ifa etmesine itiraz edilmeyen bir kurum olarak ortaya çıktı. Bu arzulanan değil mecbur kalınan bir durumdur. Bu bağlamda siyasetin sivilleşmesi ve alanının genişletilmesinin teminatı, Tahrir'i dolduran kitlelerin dinamizmi olacaktır. Bu kitleler, geçiş dönemi sürecinde, bütün toplumsal kesimlerin siyaseten temsil edilebileceği, yasal ve kurumsal değişikliklerin yapılıp yapılmadığının takipçisi olmak durumundadırlar. Bu ihmal edilemez ve uyanıklık gerektiren bir görevdir. Bu görevin ihmal edilmesi, statüko güçlerinin iktidarlarını bir başka biçimde tahkim etmeleri sonucunu doğurur. Bu da bütün emeklerin heba olması anlamına gelir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir başka durum da bölgede hâkim gücü bulunan bölge dışı güçlerin özellikle de ABD'nin olaylara müdahalesinin ne olduğu ve bundan sonra ne olacağı konusu.
Daha önce de söylediğimiz gibi bölgede halklar ilk defa isyan etmemektedir. Ancak bu isyanların çok kanlı bir şekilde bastırıldığını unutmamalıyız. Ortadoğu coğrafyasındaki baskıcı yönetimlerin kolonyalizm mirasçısı olduğunu ve onlar tarafından desteklendirildiklerini de unutmamalıyız. Kolonyalizmden kurtulan bölgede, kolonyalistlerin yerini seküler elit almıştır. Halka rağmen ve kolonyalistler adına seküler bir yönetim inşâ ederek varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bütün bu süreçte yönetimler bu son olaylar karşısında yönetimlerini desteklemek konusunda neden isteksiz davrandılar? Bunun insanî sebeplerinden çok, stratejik bir hesapla ilgili olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bağlamda Akif Emre'nin yerinde bir tesbitiyle yazıya son verelim:
"Amerikan parmağı aranacaksa bu; her tür görüşten insanların meydanlarda taleplerini dile getirmelerinde değil, her seferinde bu tür talepleri kanla bastırmalarına izin verilen despotların bu kez neden aynı yönteme başvuramadıkları sorusunun cevabında aranmalıdır.
Hiçbir özgürlük talebi küçümsenemez ve komplo ile açıklanamaz; ama hiçbir siyasal toplumsal hareket de real politikten, stratejik hesaplardan, iç ve dış dengelerden bağımsız değildir." (Yeni Şafak 15 Şubat 2011 tarihli makalesi) Kaynak: Umran Dergisi / Mart 2011
Facebook Yorum
Yorum Yazın