Aralık ayı içinde Türkiye'de ardı ardına öğrenci eylemleri yaşandı. Kendilerine 'öğrenci kolektifleri' adını veren bir grup öğrenci gündemi meşgul edecek eylemler yaptılar. Değişik yerlerde gerçekleştirilen bu eylemlerin içinde, İstanbul Dolmabahçe'de ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde yapılan eylem ön plana çıktı; iki eylem karşılaştırmalı olarak yazılı ve görsel basında değerlendirildi.
Kısaca hatırlarsak Dolmabahçe'de rektörlerle toplantı yapan Başbakan'ın toplantısına katılmak isteyen öğrencilerle polisler arasında bir arbede yaşandı. Öğrencilerin, çağrılı olmadıkları toplantıya katılmak istemeleri çok mantıklı bir davranış olarak nitelenemez. Ancak bu öğrencilere karşı polisin şiddete varan bir orantısız güç kullanımı da asla tasvip edilemez!
Polis, öğrencilerin eyleminin ideolojisi veya mantıklı olup olmadığına göre karar verme hakkına sahip değildir, polis eylemin şiddet içerip içermediğine bakar. Eğer eylem şiddet içeriyorsa, şiddeti makul bir güç kullanarak önler. Şiddet içermeyen eylem tarzında ise, polisin görevi eylemin emniyetini sağlamaktır. Dolmabahçe'de maalesef polisin kullandığı güç bu sınırı aşmış ve şiddet içeren bir görüntü ortaya çıkmıştır.
İkinci eylem Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde gerçekleşti. Okul öğrencileri tarafından çağırılan iki anayasa profesörü Burhan Kuzu ve Süheyl Batum'un konuşmaları bir grup öğrenci tarafından engellendi. Süheyl Batum'u protesto ederek konuşturmayan öğrenciler, Burhan Kuzu'ya yoğun bir yumurtalı saldırıda bulundular. Her iki öğretim üyesi de konuşamadan okuldan ayrılmak zorunda kaldılar.
Son zamanlarda yapılan eylemler içinde bu iki olay öne çıktı ve çokça tartışıldı. Öğrenci olaylarını toplumsal hareketlenmenin işaret fişeği olarak algılayan Türkiye kamuoyu bu olayları, ülke yeni bir istikrarsız sürece mi giriyor, endişesiyle yoğun bir biçimde tartıştı, tartışmaya da devam ediyor.
Eylemlere Nasıl Yaklaşılmalı?
Sistemin, bütün muhalif hareketlere hiçbir ayrım yapmaksızın yapıştırdığı yaftalara hapsolmadan hadiseleri değerlendirmek gerekir. Eylemi ortaya koyanların ideolojisine bakarak, eylemi suç kapsamına sokma alışkanlığı da terk edilmelidir.
Eylemleri, 'masum öğrenci eylemleri' olmadıkları, 'öğrenci kisveli provakatörlerin' eylemleri yaptıkları ve " belli ideolojilerin takipçileri" oldukları şeklinde suçluluğun bir karinesiymiş gibi değerlendirmenin doğru olmadığı artık bilinmelidir.
Eylemcilerin düşüncelerine, dünya görüşlerine karşı olabilirsiniz, bu karşıtlığınızı ifade edebilirsiniz. Ama onların belli ideolojilere mensup olmalarını suç olarak ilan ederseniz burada "fikir suçu" kavramını tekrar gündeme getirirsiniz. Düşünceyi ve düşünceyi açıklamayı suç haline getirerek hiçbir sorunun çözülemediği, sadece ertelenebildiğine ilişkin bizim tarihimizde yeteri kadar örnek var. Bugün boğuştuğumuz sorunların büyük bir kısmı da o ertelenen ve yığılmış birikmiş sorunlardır.
Yapılması gereken şiddet içeren eylemlere geçit vermemektir. Polis ceza vermeye yetkili bir makam değildir. Polis, hukukun dışına çıkanları, hukuka tahakkuk ettirecek mercilerin karşısına çıkarmakla yükümlüdür.
Bunun ötesine geçerek, kendisini haklıyı, haksızı tayin etme konumuna koyarsa bu, kanunun kendisine vermediği görevi ifa etmek anlamına gelir ki bu da suçtur. Ayrıca eylemcinin ideolojisi, eylemin suç olduğunun delili olarak sunulursa suç olmadan bir eylemi yapmak neredeyse imkansız hale gelir. Burada siyasi olanla hukuki olanı karıştırmamalı ve bu konuda yeterli hassasiyeti göstermek, öncelikle devletin, siyasetin ve güvenlik güçlerinin görevidir. Yazılı ve görsel medya bu konuda sorumluluğu olduğunu hatırlamalıdır. Bütün bunları belirttikten sonra, öğrenci eylemlerinin hiçbir şüpheyi çekmeyecek şekilde yapıldığını, bu eylemleri organize edenlerin içine hiçbir art niyetli kişinin sızamayacağını söylemek istemiyoruz. Yakın tarihimizde yapılan birtakım eylemlerin, eylemi gerçekleştiren büyük kitlelerin arzu ve isteklerinin dışında nelere hizmet ettiğine ilişkin birinci ağızdan tanıklıklar basına yansımıştır.
Ancak devletin görevi bu tür provakatif girişimleri ve sızmaları bahane ederek şiddet içermeyen eylemliliğin önünü kesmek değildir tam tersine eylemi amacından saptırmak isteyen provakasyonu deşifre ederek geçersiz kılmak ve büyük kitlenin gücünün yanlış kullanımını engellemektir.
İkinci bir husus ta eylemi organize edenlerin provakasyona karşı uyanık olmalarıdır.
Bu bağlamda, yakın tarihin birikiminden yaralanmak organizatörlerin dikkatini artıracaktır. İkinci olarak ta eylemin amaçlarını net, açık, anlaşılır bir biçimde başlangıçta deklare etmek provakatörlerin işlerini zorlaştıracaktır. Üçüncüsü de şiddetin her türüne kararlılıkla karşı olunduğunun başlangıçta beyan edilmesi provakasyon ihtimalini azaltacaktır. Gerek Dolmabahçe eyleminde gerekse Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesindeki eylemde hem siyasilerin hem güvenlik güçlerinin hem de eylemcilerin saydığımız konularda dikkatli olduklarını maalesef söyleyemiyoruz.
Özellikle eylemcilerin net olarak ne istediklerine vakıf değiliz. İngiltere'de eylem yapan öğrencilerin, harçların indirilmesi gerektiğine ilişkin taleplerini biliyoruz. Ama Türkiye'deki eylemcilerin AK Parti karşıtlığı dışında net olarak açıklanmış taleplerinden haberdar değiliz, iktidar karşıtlığı yapmak yasak değildir bir siyasal haktır. Meselemiz bu hakkın kısıtlanması değil, ancak eylemcilerin diğer isteklerinden haberdar değiliz. Eylemin amacı flu bırakılır, şiddet net bir şekilde dışlanmazsa, bu durum eylemi kendi amaçlan için kullanmak isteyenlere bulunmaz fırsatlar sağlar.
Yakın Tarihe Bir Bakış: Masumiyetin İdealizmin Şiddet Anaforunda Yitimi
“......bizim çok genç ve ateşli olduğumuz bir dönem bu, böyle bir karar veriyoruz, bu bizim zaten olaya yenik başlamamız anlamına geliyor. Karşı tarafta bir sürü olayda pişmiş tecrübeli, "kaşarlaşmış" kadrolar vardı ve bunlar bizden ortamın hazırlanmasını istiyorlardı; bu çok önemli. Sonra bombalar atılıyor......" İşte 68 kuşağının devrimci gençlerinden Sarp Kuray anlatıyor bunları.
1970 yılının sonları 12 Mart darbesine 3-4 ay var. Eski 27 Mayıs darbecilerinin oluşturduğu cuntanın reisi Orhan Kabibay, Sarp Kuray'ın da içinde bulunduğu öğrencilerle temas kurmak ister, öğrenciler bir komite kurarak darbecilerle görüşürler ve ortak hareket karan çıkar görüşmeden.
Bu karardan sonra darbeciler, ortamı hazırlayacak şiddet eylemleri yapmalarını isterler öğrencilerden. Alıntıya devam edelim, "neler istiyorlar mesela" "Eylem...... Bir tanesini söyleyeyim 'yükseliş kolejine bomba atın' diyorlar. Gidiliyor, atılıyor. - Siz var mıydınız orada? -Ya ben yokum da biliyorum kimin attığını...... Ama bizim ekibimiz atıyor.
-Sebebi neydi peki?
Muhsin Batur'un MGK'da yapacağı bir konuşmanın alt yapısını oluşturmak için, bu gerekçeyle istenmiştir." 9 Mart 1970'de sol tandanslı bir darbe kararı alan cuntanın önemli adamı Muhsin Batur'un MGK'da yapacağı konuşmaya zemin sağlasın, diye bombalar patlatılıyor. Alıntıya devam edelim. "......Türkiye'deki devrimci gençlik bu oltaya takılmıştır. Deniz Gezmiş'in evden eve belli yerlere naklini istediğimiz zaman bize,Tanm Bakanı Turan Şahin'in arabasını veriyorlar ama orada ufak bir uyanıklık yapıp kapıyı açık bırakıyorlar, biz düz kontak yapıyoruz. O araba Ankara polisinin bildiği bir araba zaten, dönemin emniyet müdürü de: "Ben Deniz Gezmiş'i yakalayamam, çünkü benim göremeyeceğim yerlerde saklanıyor diyor."
"Dönüyoruz para istiyoruz bize soygun yaptırıyorlar. Bizi çok ciddi bir şekilde suça itiyorlar aslında, bir emniyet müfettişini de bize takıyorlar ve o soyulacak yerleri gösteriyor ve soygunu yapıyoruz".
Söyleşi uzayıp gidiyor. Ortamı hazırlamak için şiddete yöneltilen gençler başta Deniz Gezmiş olmak üzere genç yaşlarında idam ediliyorlar. Sarp Kuray gibi hayatta olanlar ise, hoyratça yok edilmiş masumiyetlerinin ve idealizmlerinin acısı içinde savrulup duruyorlar. Onların masumiyetlerini kullananlar, yaşadıkları sürece emekli maaşlarını alarak hayatlarını sürdürdüler. Hâlâ yaşayanları ise aynı şekilde hayatlarına devam ediyorlar. Bir tanıklık ta sağdan. 60'lı yılların sonu, Amerikan 6. Filosu İstanbul'u ziyaret edecek. Filo'nun gelişinden bir hafta önce Beyazıt Meydanı'nda sağ tandanslı bir miting yapılır. Mitingin bitimine yakın, genç cerbezeli bir hatip olan O. K kürsüye çıkar. Ateşli bir konuşma yapar, konuşmanın sonuna doğru aşağıdan birisi ' pantolonunu çekiştirir. Genç konuşmacı baktığında sağ cenahın önemli yazarlarından•İ. E. D.'yi görür, sağcı gençliğin ağabey dediği yazar genç konuşmacıya: "Bu kitleyi Pazar günü Taksim'e çağır!" der. Neden ve niçin çağırdığını bilmeden kitleyi Taksim'e çağırır genç konuşmacı. Pazar günü Taksim'de 6. Filoyu protesto eden sol öğrencilere karşı bir eylem yapmak üzere kitleyi çağırdığını, eylem olduktan ve kan aktıktan sonra ancak anlar. Yıllar sonra bu satırların yazarına: "Her şey göründüğü gibi değildir aziz dostum" diyerek anlatmıştır bu hatırasını.
Bu bölümü TKP'nin önemli önderlerinden Taraf gazetesi yazarı Nabi Yağcı'nın çok dikkate değer uyarısı ile bitirelim.••
Şair yazar Roni Margulies'le çıktıkları bir panelde bir grup öğrenci tarafından boyalı saldırıya maruz kaldıklarını belirttiği yazısında sayın Yağcı şunları ifade ediyor: "Barış için harcanan gömlekler feda olsun ama halkın gözünde yine gençliğin adı kötüye çıkacak ona yanıyorum. Geçmişte de böyle olmuştu, halkın gözünde sistemik biçimde gençliğe kötü imaj kazandırılmıştı, geçmişe dönüp baktığımda bunun rastgele olmadığını düşünüyorum."
Yakın tarihe ilişkin bu tanıklıkların, günümüz öğrencilerine örneklik teşkil etmesini umuyoruz; eylem bir şey söylemek isteyenlerin seslerini duyurmak için başvurduğu bir araçtır.
Amacımızın net ve kabul edilebilir, makul olması durumunda eylemin bir araç olarak anlamı vardır. Eylemci büyük kitle tarafından kabul gördüğünde amacına ulaşmış olur, aksi takdirde kitlenin dışladığı eylemci sudan mahrum kalmış balık gibi ölüme mahkumdur.
Toplumu, toplumun değerlerini, ihtiyaçlarını, sorunlarını dikkate almadan yapılacak bir eylemin müspet bir sonuca ulaşması ihtimali yoktur. Sarp Kuray 68 dönemi sol gençliğinin dini ıskaladığını, bunun, mücadeleleri açısından hayati bir hata olduğunu ifade ediyor, katılmamak mümkün değil.
Bütün bu anlattıklarımız, "Oturun oturduğunuz yerde, sadece derslerinize çalışın, yüksek makamlara gelirseniz bu işleri halledersiniz. Zaten gördüğünüz gibi sizin iyi niyetiniz hoyratça kullanılıyor, etliye sütlüye karışmayın!" gibi teslimiyetçi, oportünist bir anlayışı yerleştirme amacına matuf değildir. Aksine parlamento dışı siyasetin en aktif unsurları olma potansiyeli taşıyan öğrenci kesiminin sistemik tuzaklara düşmeden, toplumun değerlerini ıskalamadan, şiddetin her türünü açık ve net bir şekilde reddederek, iyi niyetli çabalarını "kaşar" darbecilere yem etmeden yollarına devam etmelerine katkı sağlamaktır amacımız.
Kaynak: Umran Dergisi Ocak2011
Facebook Yorum
Yorum Yazın