Oysa başka duygularla seviyordu O’nu… Evet, sınıfta asılı paltosuna O’nu ne çok sevdiğini ve arkadaşlık teklif eden notu koyduğuna bin pişman olmuştu; cesaretini toplayıp yüzyüze konuşmalıydı O’nunla. Ama bırak bu konuyu konuşmayı, diğer arkadaşları teneffüste O’nunla sohbet ederken, yanlarına gidip sohbete katılamıyordu bile. Paltosundaki notu fark edip, yanına geldiğinde “senden bunu beklemezdim. Ben seni arkadaş olarak görüyorum” dediğinde zerre kadar küçülmüş, sınıftan kendini zor bela atmıştı. O’nun ağzından titreyerek çıkan sözler kulağında çınlıyordu. Aklına geldikçe utanıyordu kendinden, duygularından…
Halbuki, sevdaydı bu ve sevdalanmıştı O’na…
Her ne kadar kendisini sevdalanacak yaşta ve olgunlukta görse de, O bunun sırası olmadığını düşünüyordu. Bir sonraki sene şansını tekrar deneyerek, sınıfta yapılan arkadaşlararası yılbaşı hediye çekilişinde sınıf başkanını ayartarak, O’nun ismini kendisine çektirdi. Sevinçle Sirkeci’ye gidip kısıtlı parası ile O’na güzel bir dolmakalem aldı. Eve geldiğinde kalemin kutusunun içine gonca bir kırmızı gül ve “yeni yılın mutlu beraberliğimizin temeli olması dileği ile…” yazan bir notu da koymayı ihmal etmedi. Ancak yılbaşı akşamı geldiğinde O, annesi ile beraber hediyeyi açtıklarında annesi “hediye tamam ama bu işler için daha erken” deyip, notu geri vermesini istedi. Bu girişimi de sonuçsuz kalmıştı. Ama yılsonu sınıfça gidilen “adalar gezisi”nde, arkadaşlarına gizlice O’nunla yan yanayken fotoğraflarını çektirmiş, hele dönüş yolunda vapurdayken sıkı bir sohbete bile girmişti O’nunla… Hiç istemediği tatil gelmiş, liseden mezun olmuşlardı. Kendisi üniversiteyi kazanmış, O da dersaneye devam ediyordu. Bereket, O’nun gittiği dersane yakındı da öğle yemeği aralarında yemeğini bir çırpıda yer, O’nun dersane çıkışına yetişir ve O’nunla 100 metre de olsa minibüs duraklarına kadar yürümekten büyük haz alırdı. Allah’ın hikmetinden sual olmaz ya, sınavda O da kendisinin okuduğu fakülteyi kazanmaz mı, değmeyin keyfine… Artık O’nunla her sabah aynı durakta buluşur, fakülteye gider, bazen O’nun derslerine bile girerdi. Sırf O’nunla daha çok beraber olmak uğruna.
Çocukluğunda başlayan bir sevdaydı bu, her geçen gün dallanıp budaklanan. Uğruna şiirler yazıp, doğan güneşe olan minneti ve batan güneşe olan nefretini anlatan:
Çabuk gel sabah güneşi,
Beni yarime kavuştur.
Yetti artık akşam güneşi,
Alıp götürüyorsun benden sevdiğimi…
Akşamları ayrılık bile çok geliyor, O’nunla saatlerce de telefonla görüşüyordu. O’nun ailesinde herkes tarafından sevilirdi, bir tek en büyük abisi dışında. Mahalleden arkadaşlardı, ta ki O’nlar daha iyi bir semte taşınana kadar. Zaten o büyük abisi, mahallelerinde otururken de burnu büyüktü. Mahalledeki arkadaşları ile hiç top oynamazdı mesela. Sabah evden çıkar, akşam gelir, hemen eve girerdi. Yaz akşamları kapıda çekirdek bile yemezdi arkadaşlarla.
Bir okul dönüşü O’nu eve bırakırken, tam da kapıda biraz daha laflarken o büyük abisi denk gelmez mi… “ne işin var senin burada serseri herif” diye çıkıştığında, çok ağırına gitmişti. Mahallede, okuduğu okullarda, her yerde onu efendi biri olarak bilirdi herkes. İlk defa birisi ona “serseri” demişti. Bu laf çok ağırına gitse de, söyleyen O’nun abisiydi. Yutkundu sadece… Arkadan O, kaş göz işaretleri ile “boş ver, sen git, aldırma ona” diyordu. Yavaş adımlarla onlardan uzaklaşıp ayrılırken o beladan, gözgöze geldiklerinde kibirli abisi “defol git, kırmayayım bacaklarını şimdi” deyip, yol ortasında itilemesiyle “dokunma bana!!!” diye haykırıp uzaklaştırdı kendisinden onu. Hafif yağmur da yağıyordu, zaten şemsiyesi ile O’nu ıslanmadan evine getirmek istemişti. Yoksa her zaman evine kadar bırakmazdı, gören olur diye. Arkasını dönüp eve kadar gözlerinden akan yaş ile yağan yağmur yüzünü iyice ıslatıyordu. “keşke dediği gibi serserinin teki olaydım da, kafa göz gireydim” diye hayıflanıyordu. Nasıl yapsın, O’nun abisiydi…
Ona rağmen aralarındaki sevgi her geçen gün büyüyordu. Genelde kız tarafı ister böyle durumda bir an önce yüzük takılmasını ama O’nun ailesi öncelikle okullarının bitmesini istiyordu, kibirli abisinin bitmeyen muhalefetine rağmen. Aylar sonra bir gün kendi abisinin düğününe gelmişlerdi, babası-annesi ve O. Dans müziği çaldığında, artık kendisini tutamayıp, masalarına gidip babasına “O’nunla dans edebilir miyiz?” diye sordu. Kız babasıydı, bütün eski mahalleli oradaydı ve hepsi bu sevdayı biliyordu. Babasından ret cevabını alınca, dünyası başına yıkıldı sanki… Kilometrelerce uzaktaki evine yine gözlerinden boşalan yaşlarla, yine yağmurlu bir akşam yürüdü. O’nun babasının da yüreğine oturmuştu ki, gece annesine “yanlış mı yaptım, bir an Şirin’in babası gibi zalim hissettim kendimi” diye üzgün olduğunu dile getirmişti. Ama annesi, her eşin yapması gerektiği gibi kocasına destek vermiş, “bütün komşuların gözü üzerimizdeyken doğrusunu yaptın, boş ver” demişti.
İki abisinin aynı zamanlarda evlenmeleri, O’na karşı olan sevgisinden derslerini ihmal etmesi gibi nedenler peşpeşe gelince üniversiteden atıldı. O, hıçkıra hıçkıra ağlarken, O’nu teselli ederek, “boş ver, yarın bir gün af çıkar, dönerim yine. Seni kaybetmedim ya, büyütme o kadar” diyordu. Oysa aradan birkaç gün geçtikten sonra, O kararını vermişti... Okuldan atılmasına rağmen yine de okula O’nu görmeye geldiği bir gün, “ayrılmamız gerek, annem bu iş böyle sürerse benim de okuldan atılacağımı söylüyor” diyerek dünyasını esas şimdi başına yıkmıştı. Birden şok olmuştu. Nasıl olmasın, bütün dünyası O’ydu. Hayatının amacı O’ydu. Gelecekteki planlarında hep O vardı. Şimdi O’nu kaybediyordu. Sessizce O’nun arkasından baktı ve fakültenin kullanılmayan bodrum katına inip, kırık taburelerin atıldığı merdiven altına girdi. Tek ayağı olmayan bir taburenin üstüne çıktı ve trabzanın demirine belindeki kemeri çıkarıp bağladı. Tabureyi ayakları ile iterek boşluğa bıraktı kendini… Bir anda gözünün önüne annesi ve arkadaşları geldi. Ölümüne üzülecek çok insan vardı. Severlerdi onu. Onları üzmeye hakkının olmadığını düşünerek çekti kendini yukarıya ve boynundan çıkardı kemeri.
Evet, O’na sevdalı insan o anda ölmüştü ve artık yeni bir hayata başlamak zorundaydı. Aylarca hırpani bir şekilde yaşasa da, yıllar sonra çıkan afla fakülteye geri döndü ve hırsla bitirdi okulunu. Halen daha, değil bir sevgilinin, bir insan evladının bile o durumda kendisini terk etmesini içine sindiremez. Ne yazık ki bu dünyada adalet, kusursuz değil işte.
Facebook Yorum
Yorum Yazın