"İnsanlar size karşı değildirler ; sadece kendilerinden yanadırlar , o kadar." Fowler
O günü, hayatım boyunca unutmayacağım. Türkiye Kupası Finali'nin Urfa'da ve gündüz oynanması dikkatimden kaçmıştı; ta ki İstinye'de arkadaşlarla balıkçı pazarının önünden geçene kadar... Arkadaşlarla bir konu hakkında koyu bir sohbete dalmışken, deprem oluyormuş gibi bağırış çağırışlar duyduğumu hatırlıyorum. Caddenin karşısında insanlar, kafe ve beyaz eşya dükkanlarının önüne hücum etmişti. Dikkatli bakınca herkesin televizyon önüne doluştuğunu gördüm. İnsanlar gol gol diye adeta nara atıyordu. Yaklaştık, evet bir kupa finaliydi ve Trabzon 2-1 öne geçmişti. Bu kadar Trabzonspor taraftarı olamayacağını tam düşünürken arkadaşım "Yahu bu ne nefret ve kin, bu insanların hepsi Trabzonlu olamaz. Bunları birleştiren payda ne!" diyerek konuya girdi. O ortamda maç izleyemezdik. Biraz ilerde, deniz kenarında bir bankta oturarak, boğazında keyfini yaşayarak sohbete başladık.
Neden böyle oluyor? İnsanlar destekledikleri, sempati besledikleri takım dışında herhangi bir takıma neden antipati duyarlar? Antipati duydukları takım başarılı olduğunda, kendilerinin rahatsız olabilme risklerini neden üzerlerine alırlar? Her başarısız sonuçlarında mutlu olabildiklerine göre, başarılı sonuçlarda mutsuz mu olacaklar? İnsan bu şekilde sağlıklı bir zihne sahip olabilir mi? Sakin , rahat, huzurlu, dingin ve mutlu yaşayabilirler mi bu şekilde? Asla.. Herşeyden önce, başkalarını veya başkalarının başarılarını ya da mutsuzluğunu düşünerek geçirilen her dönemi, insan kendi hayatından kaybeder. Bu düşünce sağlıklı değil. Bu kadar insanın bir anda kafelere, lokantalara ve beyaz eşya dükkanlarının önüne doluşup, bir takımının yenilmesinin hazzını, mutluluğunu ve sevincini yaşaması hayra alamet değil. Bu sağlam bir psikolojik göstergede değil toplum açısından diyerek görüşümü bildirdim...
Diğer bir Beşiktaşlı arkadaşım konuya farklı yaklaştı. Ona göre; Bu sorunun kaynağı, sorunu oluşturan muhataptır. Lig başlamadan, böylesi bir nefrete muhatap olan kulübün temsilcileri, 2 kupayıda alacaklarını kesin bir şekilde dillendirdiler. Wilson "Yazıpta altını imzalamayacağın bir şeyi söyleme!" der. Bu tip söylemler halkta infial, gerilim ve nefret uyandırır. Çünkü rakibi hiçe saymaktır bu tür açıklamalar. 2 yıldır bu kulüp, maalesef nefretin odağı haline geldi. Burada suçu halkın üzerine atamazsınız. Çünkü her etki tepki doğurur. Nasıl ki herkes kaçınılmaz olarak kendi hayat hikayesinin kahramanıdır, her kulüpte ektiğini er yada geç biçecektir.
Tepkiye muhatap olan kulübün taraftarı arkadaşım hemen araya girdi. Acaba son yıllarda ezeli rakiplere karşı oluşan yoğun galibiyetler serisi bu nefreti oluşturabilir miydi? Sürekli ve net galibiyetler infial oluşturabilir. Ben fanatik değilim, ama bize karşı oluşan bu nefreti de başka türlü yorumlayamıyorum. Çekememezlik, gücün yetmemesi, çaresizlik bir gerekçe olabilir bu nefrete diyerek sözünü bitirdi.
Buna benim cevap vermem gerekiyordu."Lig ve kupa tarihini temel alırsak galibiyet ve mağlubiyetlerimiz nerdeyse eşit. Fikirlerinin tutarsızlığı şundan belli. Ben 2-3 yıl öncesine kadar Avrupa Kupaları'nda rakip takımı tutmak, aklımdan geçmiyordu bile. Bir Türk takımını desteklememek ihanet gelirdi bana. Ama yöneticilerinizin bu tip açıklamaları, galibiyetler sonrası takındığınız kibirli tavırlar, şu an düşüncelerimde doğru yapıp yapmadığımı sorgulamama bile neden oldu. Bu fikirsel değişimi başarabilmeniz bir mucizedir. Bu insanları bir kulübe karşı birleştirebilmek imkansız gibi birşey. Bu mucize bilimsel bir araştırmayı gerektirir.." dedim.
Üçümüzde bir süre denize odaklandık. Birkaç dakika hiç konuşmadık. Hepimiz iyi niyetliydik. İkimizin Halkın Takımı'ndan yana olması, diğer arkadaşımıza olan samimiyetimize en küçük bir gölge düşürmemişti. Biz asla nefrete, kine, sevgisizliğe yenik düşmemeliyiz. Bunlar iyi bir insanın özellikleri olamaz diye geçti içimden. Tolstoy'un bir hikayesinden alıntıyı anımsadım. "Kötü bir harekette bulunmamıştı, ama çok daha kötü olan birşey yapmış, kötü düşüncelere saplanmıştı. Bütün kötülükler böyle düşünceden çıkardı. Kötü bir davranış, başka kötülükleri doğurur, kötü düşünceler ise insanı, kendini muhafaza edemeyeceği bir istikamete götürürdü." Ne büyük insandı Tolstoy..
Ligin son maçları da 3 gün önce oynandı ve 15 Ağustos'a kadar depresif bir döneme girdik. "Beşiktaş'ın olmadığı bir döneme daha giriyoruz." Amcama telefonda söyleyince cevaben amcam "Kartal 107 yıldır her zaman biriminde var. Ligin ara vermesinin bir anlamı yok bizim için" dedi ve 19 Mayıs tatilini fırsat bilerek bir Beşiktaş gezintisinin iyi olacağını söyledi. Tatil günü öğleden sonra yola çıktık. Yürüyerek Ortaköy'e, oradan da ağır adımlarla çarşıya geçtik. Maç gününü yaşıyormuş gibi heyecanlandığımı fark ettim. Öğlen yemeğini çarşıda yedikten sonra, stada doğru yola koyulduk.Amcam birşeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. Yolda kocaman ağaçları tek tek inceledik... Üzerlerindeki işaretleri, yazıları ve birçok hatırayı gözümde canlandırdım. Aynı anda karda, yağmurda, çamurda binlerce insanın o yolu meşalelerle, sohbetlerle geçtiğini düşündüm. Yıllardır hazırlık maçları dahil hemen hiçbir faaliyetini kaçırmadığım stada geldik. Beleştepe diye tabir edilen yere ulaşınca, başlama düdüğüyle beraber maç başlayacakmış gibi heyecanlandım. Bu statta neler yaşanmıştı? Kaç destan yazılmıştı? Halkın bağrından çıkan bu takım, nasıl dünyada eşi benzeri olmayan bir sevgi seline sahip kimliğe bürünmüştü? 2 hafta önce arkadaşlarla İstinye'de yaşadığım o kaosa, Halkın Takımı muhatap olur muydu? Halk kendi ruhuna nasıl sahip çıkmış ve Kartalı ayrı bir yere koymuştu?
3 büyük var. Bu 3 büyük Beşiktaş'la beraber, Barcelona ve Manchester diye geçiyor dünya futbol literatüründe. Yüzlerce ülke arasından, dünyada 3 büyük kulüpten birisinin ülkemizden çıkmasının mutluluğu vardı yüzümüzde amcamla beraber stadı incelerken... Çarşı tam karşımızdaydı. Tüm tezahüratlar onlarla başlıyordu. Bize genelde vip alt'ta oturmamızdan- iş düşmezdi. Karşılaşmayı ve 1001 tezahürat çeşidini sadece seyrederdik. Evet, bu sevgi seli, dünya futbolunun 3 büyüğünden biri yapmıştı kartalı.. Ve Türkiye'de tek büyüğün olmasının hem yalnızlığını, hem de kıvancını yaşıyorduk Beleştepe de bir 19 Mayıs gününde..
Bir tarafta, daha 2 hafta önce şahit olduğum ve günlerce etkisinden kurtulamadığım nefret kültürü, diğer tarafta sadece sevgiyle yaşayabilen, sevginin yeşerttiği ve bir dünya kulübü haline getirdiği Halkın Takımı.. Sadece bu keskin fark bile benim saatlerce Yaratıcı'ya şükranlarımı sunmam gerektiğinin delili gibiydi. Uzunca bir süre sonunda, sakin bir biçimde çarşıya doğru yola koyulduk. İçimizde, Halkın Takımı'ndan yana olmanın coşkusu ve bu ayrıcalıktan mahrum kalanlara yapabileceğimiz birşeyin olmamasının hüznü vardı.
Facebook Yorum
Yorum Yazın