Ne Yapmalı? (2)

Geçen ayki yazımızda giriş yaptığımız bir sorudan türettiğimiz bir başlıktı “Ne Yapmalı?”

Yaşadığımız ülkemizi bir gemiye benzetirsek ya da şehir hatları vapuruna! Hangimiz iddia edebiliriz ki bu vapurda yaşayanlar hepsi benimle aynı fikir, ideoloji ve yaşam tarzındadır diye! Tabii ki diyemeyiz. İçinde beraber yolculuk yaptığımız bu vapurdaki insanları bizim seçme hakkımız olduğunu hangimiz iddia edebiliriz? Bunu savunacak kimse çıkmaz. İşte ülkemizde de durum böyledir. Tarih içerisinden süzüle süzüle gelen insanlarımızın son hale gelmiş şeklidir günümüz Türkiyesi. Aynı bir şehir hatları vapurundaki hiç birbirini tanımayan insanlar gibidir Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanlar.

Evet omurgasını teşkil eden en az %70’lik kesim aynı doğrultudaki insanlardan oluşur. Ancak bunlarında tamamı her şeyi ile aynı sayılmaz. Mezhebi aynı olanın ırkı farklı olabiliyor, ırkı aynı olanların mezhebi farklı olabiliyor. Hem mezhebi hem de ırkı aynı olan insanlar ve şehirler vardır ancak bunların da hepsinin yaşam tarzı ve ufukları, misyonları, vizyonları farklı olabilmektedir. Velhasıl tüm unsurları bir araya getirmek mümkün olmamaktadır. Zaten olmasına gerek de yoktur.

İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde böyle bir toplum inşa edilmemiştir. Hani derler ya bir elin beş parmağı birbirinden farklıdır diye.

Pekiyi bu kadar heterojen bir topluluğu bir arada ne ile tutacağız. Bence tekerleği tekrar keşfetmeye gerek yok. Eski köye yeni adet getirmeye de gerek yok. Bu topraklarda bu insanlar sadece doksan senedir beraber yaşamıyorlar. Bu insanlar ve onların ataları yaklaşık bin yıldır yani Sultan Alparslan Gazinin 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra kazandığı zaferden sonra yaşamaya başlamışlardır. Tarihi malumatlardan biliyoruz ki Türklerin Anadolu’ya attığı adımla beraber her daim en büyük müttefiki, partneri, kardeşi Kürtler olmuştur. Bu; bugün içinde hatta daha fazla geçerlidir. Türkler ve Kürtlerin kardeşliği, ittifakı, partnerliği adeta kaderleridir. Irak Kürdistan’ın da yaşayan Kürtler her açıdan Türklere ve Türkiye’ye daha yakındırlar başka komşularına göre…

Bugün Irak Kürdistan’ın tek çıkışı Türkiye’dir. Bunu Türkiyeli Kürtler de, devletimizde, tüm milletimizde çok iyi biliyoruz.

Suriye’deki istibdat ve zulüm rejimi sona erdiğinde ortaya çok yeni ve farklı bir tablo çıkabilir. Türkiye artık başı Karadeniz, ayakları Ortadoğu’ da, bir omzunu Balkanlara, bir omzunu Kafkaslara vermiş bir Dünya Devleti olarak kendini düşünmek zorundadır.  Yeni anayasasını bu çerçevede yapmak zorundadır. Türkiye yaptığı veya yapacağı anayasa ve buna bağlı hamlelerle sadece 780.000 km2’lik bir alanda yaşayan  halkımıza değil; Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükmettiğimiz ve milyonlarca km2 alan olan mesafelerde artık yaşayacak bir devlet olduğunu bilmelidir. Bunun gereği de mevcut parlamenter sistemin artık yükümüzü taşıyamayacağını bilmektir. Türkiye’yi 2023 hedeflerine yani “Dünya’nın En Büyük 10 Ekonomik Gücünden Biri” ve Ortadoğu’nun süper gücü yapabilecek sistem en az yarı başkanlık (bu Fransa usulü olabilir ama mümkünse başkanlık) ve federatif (yani eyalet) sistemidir. Tıpkı Osmanlıda gerçekleştiği gibi bölgelerin adının anılmasından utanılmadığı, bölgelerin yerinden ve güçlü biçimde yönetildiği, gerektiğinde yeni devlet, eyalet ve bölgelerin kolayca federatif veya konfederatif olarak katılımda bulunabileceği büyük bir devlet olmalıdır.

Arzumuz, yapılmasını beklediğimiz budur. Önümüzdeki sayımızda da konuya devam edebilirim.