Muharrem Ayında Bir Kez Daha KERBELAyı Düşünmek

Hicri takvimin Muharrem ayının 10uncu günü inanan insanlar için çok özel bir gündür. Dikkat ederseniz Müslümanlar için değil, inananlar için dedim. Yani sadece Müslümanlar için değil, kitap ehli olarak bilinen Hıristiyan ve Musevi dinine mensup inanç sahipleri içinde çok büyük mânâlar ifade eder.

Zira tarihte 10 Muharrem günü cereyan etmiş olaylara baktığımızda neden tüm semâvi din mensuplarını yakından ilgilendirdiğini anlarız. 10 Muharrem yani aşura günü 1) Yerler ve gökler yaratılmıştır. 2) Hz. Adem’in tevbe etmesi 3) Hz. Musa’nın Firavun’un şerrinden kurtulması ve Firavun’un helak olması 4) Hz. İbrahim’in dünyaya gelmesi ve ateşten korunması 5) Eyüp (a.s.)’ın şifa bulması 6) Yunus (a.s.)’ın selamete (balığın karnından) çıkışı 7) Süleyman Peygambere (a.s.) saltanat verilmesi 8) Nuh (a.s.)’ın gemisinin karaya oturması 9) Hz. Hüseyin’in (Hz. Peygamberin torunu ve Hz. Ali’nin oğlu) Kerbela’da şehit edilmesi 10) Kıyametinde aşura günü kopacak olması…

Dikkat edersek aşura günü olarak bilinen hicri muharrem ayının 10uncu gününde cereyan eden olayların tamamı ya bir peygamberle alakalı konu ya da arzın (evrenin) yaratılışı ile son buluşu ile alakalıdır. Yalnızca ayırt edilen farklı olay Hz. Hüseyin Efendimizin o gün şehit olmasıdır. Bu kadar peygamberlerin meşhur olmuş kıssalarının yanında onun şehadeti dikkat edilmesi gereken bir konudur. İslam dünyasında bir çok ayrılığa ve fitneye sebep olmuş olayı kaynaklarından iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Şayet doğru tahlillerde bulunmazsak bu farklılık ve fitneler kıyamet kopana dek devam eder. Yine bir aşura günü kıyamet kopar ve fitnede, hepimizde, evrende sona erer.

Bunlar içerisinde siyasi sonuçları günümüze kadar uzanan bir hareketin başlangıç noktası olan, hicretin 1. yüzyılındaki olaylar demetinden bir bölümünü bilgilerinize sunmak istiyorum:

Hz. Âli zamanında başlıca dört fırka vardı. Bunlar :

1- Hz. Âli taraftarları,

2- Muaviye taraftarları,

3- Hâriciler,

4- Selefiye grubu.

İslam dünyasında birçok ayrılığa, fitneye, savaşa ve günümüze kadar uzanan kutuplaşmalara sebep olan neticeler doğurması nedeniyle bu grupların oluşumuna zemin hazırlayan sebeplere kısaca değinmek gerekir.

Hz.Rasûlullâh’ın vefatından sonra Hz. Ebûbekir’in halife seçilmesindeki usul, kırgınlıklara sebep olmuş ise de, asıl Hz. Osman zamanında bir kısım yanlış uygulamalar bu oluşumların temelini atmıştır. Vali, kumandan gibi önemli görevlere çok titizlik gösterilmeden akraba olan bir kısım insanların atanmaları, bunların yönetimde yeterince başarılı olamamaları, üstüne üstlük bazılarının çıkarları doğrultusunda uygulama yapmaları, merkezi yönetime olan güven ve samimi inancı azaltmış, gruplaşmalar başlamıştır. Hz. Osman’ın şehadeti, bu duruma yanlış adreslerden suçlu ve sorumlu aranması, Hz. Âli’nin de halifeliğinin sorunlu başlamasına neden olmuştur. Daha sonra tatlıya bağlanarak sonuçları kısmen de olsa ortadan kalkacak olan Cemel Vak’ası (4.Aralık.656); Hz. Aişe ve yanındakiler ile Hz. Âli arasında bir savaş olarak tarihe geçmiştir.

Kureyş’in Emevi sülalesinden olan Şam valisi Muaviye, akrabası olduğu şehid Hz. Osman’ın katillerinin aranmasına yeteri kadar önem verilmediği gerekçesiyle Halifeye biat etmedi ve karşı çıktı; ordu topladı. Tarihe Sıffin Savaşı olarak geçen bu olayda (Haziran 657); hakem oyunları ile Hz. Âli‘nin halifelikten çıkarıldığı ilan edildi. Şöyle ki: Savaş şiddetle sürüyor, iki taraftan da insanlar ölüyordu. Muaviye taraftarları her hileye baş vuruyor, hatta Kur’an sayfalarını yırtarak ucuna taktıkları okları fırlatıyorlar, Kur’an’a karşı gelmemek için, saf Müslümanlar buna karşı bir tedbir almıyor ve şehit oluyorlardı. Hz. Âli’nin bunun bir hile olduğunu anlatması dahi kalplerini tam mutmain etmiyordu. Nihayet, şöyle bir karara varıldı: İki taraf birer hakem tayin edecek, onlar aralarında olayı neticelendireceklerdi. Şu kararı aldılar: Hakemler hem Hz. Âli’yi hem Muaviye’yi mevkilerinden alacaklar. Toplanacak bir kurul, yeni halifeyi seçecekti. Antlaşma yapıldı, mühürlendi. Sıra bunu tebliğe geldi. Muaviye’nin hakemi Amr İbn-ül As, tarihe kıvrak zekâsı ve hileciliği ile geçmişti. Yaşça kendisinden büyük olduğunu öne sürerek, gûya saygısındanmış gibi Hz. Âli’nin hakemi Ebû Musa El Eş’ari ‘yi öne sürdü. O da :

-Bu yüzüğü parmağımdan çıkardığım gibi Âli’yi halifelikten çıkarıyorum ... dedi. Diğerinin de aynı şeyleri söyleyeceği beklenirken o :

-Ben de bu yüzüğü parmağıma taktığım gibi Muaviye’yi halife ilan ediyorum, dedi.

İşte tarihteki kırılma noktalarından biri budur. Sonuçları yüz yıllar sürecek nifak ve husumetlere kapı açan, tabiri caiz ise köşe taşı sayılacak olay budur. Bu savaşta Hz.Âli’nin yanında savaşa katılan ve çoğunluğunu Iraklıların oluşturduğu bir grup : “Dini olaylarda hakem tayin edilmesi küfürdür...” savını ortaya koyarak Hz. Âli’den ayrıldılar. İşte bu grup “Hariciler” adını aldı. Hz. Âli ile birlikte olanlar: Ali taraftarları yahut “Şiî” ler, Muaviye’nin yanında olanlar da ; Muaviye taraftarları yahut “Emeviler” olarak anıldı.

Dördüncü grup ise: Gerek Hz. Osman, gerek Hz.Âli zamanında olan acı, üzücü ve bölücü olaylara karışmayan, yalnız seyirci durumunda ve bu olaylardan dolayı müteessir olan bir gurup idi ki, bunlar “Selefiyye” olarak anılmıştır.

Sıffin Savaşı’ndan sonra İslâm dünyası iki siyasi cepheye ayrıldı.

Birincisi: Merkezi Şam olan Muaviye’nin reisliğinde Emeviler

İkincisi: Hz. Âli’nin halife olduğu, merkezi Kûfe olan İslam devleti.

Bu arada boş durmayan hâriciler, durumun suçlusu olarak gördükleri Hz.Âli, Muaviye ve Amr İbn-ül As’ı öldürmeye karar verirler. Üç kişi üstlendi bu görevi. Aynı gün ve saatte üçü de öldürülecekti. Muaviye kendini koruyarak hafif sıyrıklarla atlattı bu suikastı. Amr İbn-ül As yerine gönderdiği şahıs öldürüldü, çünkü suikastçı Amr’ı tanımıyordu. Hz. Âli ;17. Ramazan 40 (Miladi: 21 Ocak 661) tarihinde sabah namazını kılmak için yanında oğlu Hz. Hasan olduğu halde camiye giderken Abdurrahman İbni Mülcem tarafından yaralandı ve üç gün sonra vefat etti. Vefatında 63 yaşında idi. Beş yıl halifelik yaptı. Kûfe şehrinde Gavri adındaki kabristana defnedildi.

Hz.Âli’nin şahadetinden sonra Kûfe’liler Hz.Hasan’a biat ettiler. (661) Yaratılışı icabı sakin, halim selim bir zat olan Hz. Hasan, biat etmemiş olan ve yeni bir savaşın eşiğine gelinmesi nedeniyle, 26 Temmuz 661 tarihinde, altıncı ayında rızasıyla halifelikten çekildiğini bir hutbe ile Kûfe halkına bildirdi. Halifeliği Muaviye’ye bıraktı, Medine’ye döndü. Sekiz yıl kaldı burada. Mal mülk, saltanat ve daha üstün biri ile evlilik karşılığında kandırılan karısı tarafından zehirlenerek şehit edildi.

Nisan 680 tarihinde ölen Muaviye’nin yerine oğlu Yezid geçti. Hz.Hüseyin ona biat etmedi. Bütün aile efradıyla birlikte gizlice ikamet etmekte olduğu Medine’den Mekke’ye gitti. Hz. Hüseyin’in Yezit’e biat etmediğini haber alan Kûfe’liler elçi göndererek kendi yanlarına gelmelerini, O’na biat edip halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Amcasının oğlu Müslim bin Âkil’i durumu tetkik etmesi için gelen elçilerle Kûfe’ye gönderdi. Orada çok kişinin Hz. Hüseyin’e biat ettiği haberi ulaştı. Abdullah bin Abbas’ın ; “Kûfe’liler güvenilmez insanlardır, babana ve kardeşine yaptıklarını unutma...” gibi uyarılarına rağmen hac menasikini tamamladıktan sonra Kûfe’ye doğru yola koyuldu. Bu arada zoru gören Kûfeliler vaatlerinden dönmüşler, Yezit tarafına geçmişler, Müslim bin Âkil ise şehit edilmişti. Kafilenin yürüyüşü Kerbela’ya kadar devam etti. Kerbela, Bağdat’ın 100 km kadar güney batısındadır. Nehir ile irtibatı kesilerek çok zor şartlarda, susuzluk içerisinde geçen günlerin sonunda meydana gelen savaşta başta Hz.Hüseyin olmak üzere 72 kişi şehit olarak Rahmet-i Rahman’a kavuştu.

Tarihte çok derin izleri olan ve “Kerbela Vakası” olarak anılan bu olay 10 Ekim 680, hicri takvime göre de Muharrem ayının 10. günü meydana gelmiştir. Bu olaydan erkeklerden yalnızca Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Âbidin (r.a) sağ olarak kurtulmuş, nesli pakînin bu kanadı bu zatı kiramdan zuhur etmiştir.

Dikkat etmemiz gereken birinci husus; Hz. Hüseyin efendimizin yani Hz. Peygamberin gözünün nuru, sevgili torunu bir gayri Müslim tarafından değil yine Müslümanlık iddiasındaki emevi ailesinden çıkmış olmasıdır.

Hz. Hüseyin’in kanının dökülmesine hem de çok vahşice ailesinin ve arkadaşlarının yok edilmesine sebep olan katillerde Müslümanlardı sözüm ona. Ama Şam’da saltanat içinde yaşayan bu zalimler tıpkı dedeleri Ebu Süfyan gibi peygamber ve onun Ehli Beytine düşmanlıklarını göstermişlerdir. Bu zalimlerin dinide dedeleri Ebu Süyfan’ın dini kadardır. Gelelim buradan alacağımız derslere;

1) Hz. Hüseyin’i haklı olarak tutan ve onun yanında yer alan müminler her zaman onun hatırasına hürmet göstermek zorundadır. Zira Hz. Hüseyin’i sevmek Hz. Peygamberi sevmekten gelir. Ehli Beyt sevgisi imandandır. 2) Bu sevgiyi ve şehadet üzüntüsünü Şia’ya mensup kardeşlerimiz gibi aşırıya götürmemek, zincirlerle vücudumuzu kanatmamak ve yaralamamaktır. Zira vücudumuz bize Allah’ın bir emanetidir. Müslüman’a yakışan bir tarzda üzülmeli ve sevgimizi göstermeliyiz. 3) Sunni kesime mensup kardeşlerimizde Hz. Hüseyin’in şehadetine gereken ihtimamı ve hatırayı gösterip onu şehid eden zalim ve katillerin adlarını iyi koymalıdır. Onu şehit eden ailenin islama ve Hz. Peygambere ne kadar büyük kötülükler ettiğini unutmamalıdır. 4)Sadece Hz. Hüseyin’in değil hilafetin gasp ve katledilmesindeki olayları iyi değerlendirmeli ve Hz. Ali’nin hilafetinin de neden bu kadar acılarla gerçekleştiğini, peygamber ailesi (Ehli Beytin) en çok yine müslümanız diyen insanlardan zulüm gördüğünü unutmamalıyız. Tarihi iyi inceleyip; kimin haklı, kimin haksız olduğunu bilirsek yeni fitnelerin önü kesilmiş olur. Haklının ve haksızın isminin doğru koyulması ve zalimlere şeklende olsa hürmet gösterilmemesi temel şiarlarımızdandır.

Unutmayalım Kerbela’da Hz. Hüseyin’in şehadeti haksızlığa – hukuksuzluğa bir başkaldırıdır. Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra devam eden zalim Emevi Devleti görünürde (kemmiyette) genişlesede keyfiyette (kalitede) ve islamın özünü muhafaza etmede geri kalmıştır. İslam halifeliği de maalesef hiç hakkı olmayan bazı zalimlere nasip olmuştur.

Bu açıdan da Hz. Hüseyin’in şehadeti yeni ama karanlık bir zulüm devrinin başlangıcı olmuştur. Her aşura günü bunları tekrar düşünürken ibret olarak gelecek nesillere aktarmalıyız.