Mösyö Hollande, Fransız Seçimleri ve Türk 8211; Fransız İlişkileri

Fransa’da geçen günlerde yapılan ve sosyalist parti lideri Mösyö Hollande’ın kazandığı seçimden bazı dersler veya mesajlar alabilir miyiz diye düşünürken bunu yazıya dökme gereği duydum. Zira tüm ülke olarak ilk defa Amerika’nın dışında bu kadar dikkatle izlediğimiz seçim herhalde olmamıştır. Bundan sonra da zor olur. Sebebi de malum; Mösyö Sarkozy’nin daha seçimlere bir yıl varken hazırlıklarına başladığı ve Türkiye’nin püri dikkat izlediği “Sözde Ermeni Soykırımı” yasa tasarısının inkârına yönelik ceza yaptırım (müeyyide) tasarısının meclis ve kongreden geçmesini istemesi idi. Bu istek Türkiye’nin zaten asırlardır en üst düzeyde ilişkilerde bulunduğu Fransa’yı daha bir dikkat ve ciddiyetle izlemesine yol açmıştı. Kasım ve aralık ayı geldiğinde de Mösyö Sarkozy’nin ciddiyeti anlaşılmıştı. Zira gerek meclis gerekse senato bu tasarıyı kabul etmişti. Türkiye – Fransa ilişkileri belki de başladığından beri hiç bu kadar yara almamıştı.

Türk – Fransız ilişkileri bir çok açıdan çok önemlidir. İki ülke arasındaki ilişkiler bilindiği kısmı ile en canlı olarak Kanuni Sultan Süleyman zamanına yani 16. Yüzyıla dayanır ki bizde de unutulmaz acı ve tatlı hatıralar içerir. Kapütülasyonlar acı ise de muhteşem Süleyman Atamızın Fransua’ya yazdığı, adı gibi muhteşem mektupta en tatlı hatıramızdır. Hani Ben ki!!! Diye başlayan ve devam eden. Arada ufak tefek savaşlar ve deniz muharebeleri ve İstiklal Harbimizde ki Maraş ve Antep çevresindeki işgallerine karşı direnişlerimiz. Ama Fransa’nın Almanya ile 2. Dünya Savaş’ını yaşadıktan sonra (ki bu savaşta milyonlarca Fransız ve Alman ölmüştür. Tarihin en kanlı savaşı desek abartmış olmayız) şu anda Fransa ve Almanya’nın adeta tek devlet gibi hareket etmesine nasıl şaşırmıyorsak Türk – Fransız ilişkilerinin de düzgün gitmesine şaşırmamalıyız.

Bugün İngilizcenin bu kadar Dünya’da ve Türkiye’de açık ara birinci dil olmasına rağmen hâlen Türkçeye girmiş ya da okuma olarak kullanılan şekil itibari ile dilimizde en çok nüfuz sahibi dil Fransızcadır. Bu kadar İngilizce eğitime rağmen siz bir Türk’e novigationu (novigeyşin) diye değil Fransızca okunuşu ile novigasyon olarak okutabilirsiniz. Yine hiçbir Türk neyşınıl demez nasyonal der national kelimesine. Yine dilimizde hol, balkon, salon, pantolon gibi yüzlerce kelime Fransızcadan girmiştir. Yine Türklerin Almanya’ya işçi verdiği 1961 yılı ve sonrasına kadar en çok gittiği, eğitim aldığı ve medeniyetin beşiği kabul ettikleri başkentte ne Londra ne Newyork olmuştur. Hedef her zaman Paris olmuştur Türk insanı için. Tabii bu batıdaki hedefler açısındandır. Yoksa kültürel ve eğitim olarak doğuyu Kahire, Medine, Mekke’yi tercih edenleri ya da dilimizdeki Arapça – Farsça hakimiyetini saymıyorum. Kıyaslamam sadece batı dil ve medeniyetleri içindir.

Bu çerçevede ihmal edilmemesi gereken bir gerçekte Fransa - Türkiye ilişkilerinde ülkemiz yeterli lobiyi yapamadığından dolayı Ermeni Lobisine karşı her zaman Fransa da mağlup olmasıdır. Bu kadar eski ve köklü işbirliğinde olduğumuz bir dönemde Mösyö Hollande’ın Cumhurbaşkanlığını yeni bir vesile kılarak sadece savunma yaparak değil; bizzat sahaya inerek Fransa da Lobiler ve Sivil Toplum Kuruluşları oluşturarak derdimizi anlatmalıyız. Yoksa her zaman Fransa Anayasa Mahkemesine gidecek 77 senatörü bu kadar kolay bulamayabiliriz.

Türkiye yeni dönemde sadece konuyu tarihçilere bıraktım demekle yetinmemelidir. Türkiye tarihi ile yüzleşmeli genel itibari ile haklı olduğu Ermeni Meselesi davasında bilhassa İttihatçıların – Talat Paşaların yaptığı hatalar var ise onlara sahip çıkmamalıdır. Yanlış yaptım diyebilmelidir. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi büyük devlet olmanın birinci şartı geçmiş ile yüzleşmek ve varsa hatalar özür dilemektir.