Darbeye Giden Süreç
Tunus'ta başlayan "Arap Baharı" Bin Ali'nin ülkeyi terk etmesiyle birlikte ülkede bir iktidar değişikliğine sebep oldu. Tunus'ta yaşanan bu değişim, etkisini Arap Dünyası'nın diğer ülkelerine de hissettirdi. Birbirine benzeyen otokratik yönetimleri olan bölge ülkelerinin hepsi farklı ölçülerde de olsa, bu değişimin etkilerini hissettiler. Mısır, değişimin en yoğun hissedildiği bir bölge olarak, Tunus'un ardından diktatörünü deviren ikinci ülke oldu. Bu, bölge açısından çok önemliydi. Çünkü Mısır, bölgenin örnek alınma potansiyeli olan en etkili ülkesi idi. Gerek yoğun ve genç nüfusu, gerek bölge ülkelerine nazaran daha aktif bir kültürel hayata sahip olması, bölgenin entelektüel merkezi konumunda olması, ayrıca kalabalık bir orduya sahip olması Mısır'ın bölgesel etkisini artıran faktörlerdi. Dolayısıyla Mısır'daki değişim, bütün bölgeyi etkileme potansiyelinden dolayı zorlu olacaktı.
Nitekim öyle de oldu. Mübarek devrilmesine rağmen ordu, polis, yargı ve eklemli işadamlarından oluşan statüko varlığını devam ettirme mücadelesine girişti. Adeta Mübarek’siz bir Mübarek rejimini devam ettirme mücadelesini başlattı! Askeri elitlerin oluşturduğu Yüksek Askeri Konsey (YAK) bir darbe yaparak iktidara el koydu. YAK'ın edimlerini meşrulaştırma işi de, Mısır adli mekanizması tarafından gerçekleştirildi. Bir yılı aşkın bir süre Mısır askeri yönetim tarafından idare edildi. Ancak ülkedeki ekonomik ve siyasi sorunlar, askeri konseyin kalıcı olmasını engelledi.
Bu bir yılı aşkın süre zarfında Mısır hazinesindeki yaklaşık 30 milyar dolarlık kaynağın üçte ikisi heba edilmişti. Yeni seçimler sonucun¬da oluşan Halk Meclisi'nde vekillerin çoğunluğu Müslüman Kardeşler ve selefi Nur Partisi mensubu idi. Meclisin yaklaşık %70'ini bu iki gruba bağlı vekiller oluşturuyordu. %52'lik bir oyla seçilen Cumhurbaşkanı Mursi de Müslüman Kardeşler mensubu idi.
Rejimin muhaliflerin eline geçtiğini gören statüko mensupları, sonuçları geçersiz kılmak için harekete geçtiler. Yüksek Askeri Konsey'le koordineli çalışan Anayasa Mahkemesi yeni seçilen Halk Meclisi'ni kapattı. Ayrıca bu Parlamento'nun oluşturduğu Anayasalı yapmakla yükümlü Kurucu Meclis de lağvedildi.
Kurucu Meclis'in kapatılmasından sonra, liberallerin ve Kıptilerin aldıkları oy oranından çok daha fazlasıyla temsil edildikleri yeni bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Ayrıca Seçilen Cumhurbaşkanı Mursi'nin yetkileri YAK'a devredilerek Mursi yetkisiz kılınmıştı. Yani seçim sonuçsuz bırakılmıştı adeta. Mursi bu yetkilerini ancak Ağustos 2012'de geri alabildi. Kasım 2012'de, Kurucu Meclis ve Parlamento'nun açık olan üst kanadı, yani Şura Meclisi de yeniden kapatılmaya çalışılmıştı. Mursi bu yargı darbesine de karşı koyarak, statükonun yegâne hedefi haline gelmişti.
Görevde kaldığı yaklaşık bir yıl boyunca yargı, ordu, polis, istihbarat ve eklemli işadamlarının oluşturduğu Statüko, onu görev yapamaz hale getirmek için her yolu denedi. Bütün güçlerini Mursi'yi tasfiye etmek için kullandılar. Benzin yokluğu ve asayiş sorunları dâhil olmak üzere, halkı bizar edecek her olayın tertipçisi ve teşvikçisi oldular. Nihayetinde 3 Temmuz 2013'de bir darbe ile, 60 yıldan buyana ilk defa temiz bir seçimle gelmiş Cumhurbaşkanını devirdiler.
Darbenin İç ve Dış Destekçileri
25 Ocak'ta Mübarek'in devrilmesiyle sonuçlanan halk hareketlenmesi, genelde Mısır ahalisinin katkısıyla sağlanmıştı. Ordu da bu hareketlenmenin önünde durmanın makul olmadığını gördüğü için, Mübarek'e destek vermeyerek Tahrir'i zımnen destekledi.
Bugün gelinen noktada bu bütünlüğün kaybolduğu ve halk hareketlenmesinin unsurlarından bir kısmının, eski rejimin geri dönüşünü sağlayacak olan darbeyi davet ettiği bir süreç yaşanıyor. Darbenin iç ve dış destekçileri var.
İç destekçileri üç gruba ayırabiliriz:
1- Darbenin vitrinini oluşturan laikler. Bunların bir kısmı 25 Ocak Tahrir hareketlenmesine destek vermişlerdir. Bu kesim, bütünüyle İslami çözümü reddediyor. Siyasi iklime ve devlete İslami bir kimlik kazandıracak her düşünce ve eylemle sorunludur. Bu kimliğin, demokratik yollarda sağlanması da bu kesim açısından sorunludur.
2- Düzenin her hangi bir şekilde değişmesine karşı olan, fülûl tabir edilen eski rejimin destekçileri. Bu kesim, uluslararası bağlantıları da olan sivil, asker, bürokrasi, buna bağlı iş adamlarını kapsayan, güç sahibi organize bir topluluğu ifade eder. Bunlar sayı olarak hayli kabarık, gücü elinde bulunduran ve geniş kesimleri mobilize edebilecek etkili bir unsurdur.
3- Geçim şartlarının kötüleşmesinden dolayı öfkeli ve tepkili kesim. Eski rejimin sebep olduğu sorunların kısa sürede halledilmemesine öfkeli bu kesim, eski rejim mensupları tarafından kolayca hareketlendirilebilir bir özellik arz etmektedirler. Zaten asayişsizliği teşvik eden polis, benzini yoklar listesine ekleyen fülûl, bu kesimin hayatını zorlaştırarak, siyasal iktidara öfke duymasını sağlamak için böyle bir ortamı hazırlamıştır.
4- Bu üç kesimin yanı sıra, laiklerle beraber hareket eden Kıptileri de ilave etmek gerekir.
Yukarıda saydığımız iç destekçilerin yanında, darbenin dış destekçileri de vardır:
1- Mısır'da otoriter yönetimden demokratik yönetime geçişi, kendi otoriter yönetimleri için tehlike olarak gören bölge yönetimleri. Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve benzeri ülkeler bu sınıfa dâhildirler. Mursi yönetiminin başarılı olmaması ve Mısır'ın demokratik bir yönetime geçmemesi için bütün imkânlarını seferber etmişlerdir. Ayrıca başta ABD olmak üzere etkili batılı ülkeler de, Mursi yönetiminin devrilmesi konusunda talepkâr olmuşlar, hatta zorlamışlardır. Bu kesim, Mursi yönetimine asla vermediği yardımları darbe yönetimine su gibi akıtmışlardır. Darbenin ilk günü körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan 12 Milyar dolarlık bir yardım taahhüdünde bulunmuşlardır.
2- Darbeye darbe diyemeyen ABD ve AB ülkeleri bu darbenin dış destekleyicileridir. Bölgenin otoriter yönetimlerinin ayakta durmasını sağlayan da ABD ve AB'nin etkili ülkeleridir. Söylem düzeyinde bölgenin demokratikleşmesini dillendiren bu ülkeler, seçim sonuçlarının istedikleri gibi çıkmaması durumunda rahatlıkla askeri darbelere cevaz, hatta destek verebiliyorlar. 1990’lı yıllarda Cezayir'de Islandı Selamet Cephesi (FİS)'nin ve 2000'li yılların ortasında Filistin'de Hamas'm seçimleri kazandıkları halde iktidar olmalarının engellenmesi, açıkça bu güçlerin desteği ile olmuştur.
Son olarak, Mısır'ın tarihinin en temiz seçimiyle gelmiş siyasal iktidarının ve Cumhurbaşkanı'nın askerler tarafından iktidardan indirilmesine darbe bile demeyerek en büyük desteği vermişlerdir.
İsrail gibi bir ülkenin Mübarek statükosuna dönüşü temsil eden darbeye desteğini zaten normal karşılamak gerekir.
Kısaca söylem düzeyinde bölgenin demokratikleşmesini talep eden başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin, bölgede halkın özne haline gelebileceği herhangi bir değişime tahammülleri yoktur. Söylem düzeyinde zevahiri kurtarmaya çalışan bu ülkelerin, bölgenin otokratik rejimlerinin devamına imkân sağlayan politikaları menfaatleri icabı sürdürmeye çalışmaları anlaşılır bir durumdur.
Anlaşılması güç olan ise, bölgede değişimi arzu eden bölge içi aktörlerin, Batının işbirlikçisi ve kuklası durumunda olan yönetimlere karşı mücadele ederken, kuklacıdan medet ummalarıdır. Bu, rahmetli Cemil Meriç'in tabiriyle "ağlanacak kadar gülünç bir durum" dur.
Darbe Sadece İhvan’a Karşı Değil
Mısır'da yapılan darbe, sadece İhvan'a yapılmış değildir. Nihayetinde anayasanın ortadan kaldırıldığı, darbe yönetiminin talimatlarının anayasa yerine ikame edildiği, hukuk düzeninin iptal edilip keyfiliğin hâkim olduğu bir düzen oluşturuluyor.
Serbest seçimlerle yapılan siyaset iptal edilerek, Milletin yönetime etki etme yolları tıkanmıştır. Mısır halkının nesnelikten özneliğe doğru adım atışında önemli bir basamak olan oy verme hakkı şimdilik iptal edilmiş ve gelecekte de bu hakkın haciz altına alınacağının ipuçlarını açığa çıkaran bir sisteme doğru Mısır'ı götürmeye çalışıyor darbeciler.
Dolayısıyla darbe İhvan'a değil, tüm Mısır halkına yapılmıştır. Müslüman Kardeşler'e muhalif olan 25 Ocak hareketlenmesinin bir kısım mensupları, gönderdikleri rejimin geri gelişine imkân sağlamanın utancını çok geçmeden açık bir şekilde yaşayacaklardır.
Mısır'lı ünlü hukukçu Tarık El Bişri "Mısır'da Demokrasi ve Darbe Çatışıyor"1 adlı makalesinde duruma açıklık getiriyor.
"Aslında bizler yönetime gelmiş Müslüman Kardeşler ile ona muhalefet edenlerin kavgasına tanıklık etmiyoruz. (...) Ancak bizler demokrasi ve anayasayı doğrudan ilgilendiren bir kavgaya tanıklık etmekteyiz. Silahlı kuvvetlerin son darbesiyle bu kavgayı başlattığını görmekteyiz. Zira askeri kanat, Müslüman Kardeşler'in muhaliflerini kullanarak 25 Ocak devriminin ruhunu ve anayasal demokrasiyi ortadan kaldırma girişiminde bulunmuş ve ülkeyi yeniden otoriter zalim rejime teslim etme yoluna girmiştir."
Gerçekten de darbenin yönü, eski rejimin Mübarek'siz olarak tekrar dönüşü istikametindedir. 25 Ocak'ta Tahrir'de Mübarek'i gönderip, 30 Temmuz 2013'de Mübarek'in rejimine kapı aralayanların düştüğü açmazı, Sayın Bişri açıkça ortaya koyuyor.
"İnsanlar bilmelidir ki, şu anki mücadele îhvan'ın yeniden yönetime getirilmesi mücadelesi değildir. Anayasayı ve demokratik sistemi savunma mücadelesidir. İnsanlar saflarını belirlerken, Müslüman Kardeşler ve muhalifleri arasında bir tercih yaptıklarını zannetmesinler. Çünkü demokratik rejimle otoriter rejim arasında tercih yapmaktadırlar."
Mısır'a Değil Bölgesel Düzene Darbe
Bölgede yeni bir düzen kuruluyor. Arap Baharı denilen halk hareketlenmesi bu yeni düzenin bir aşaması. Bu hareketlilik eski düzenin zora dayalı istikrarını bozdu. Bir nevi siyasi çeteleşme sonucunda iktidarı ele geçiren, rıza üretmediği için güvenlik politikaları ve baskıyla iktidarlarını devam ettiren otokratik yönetimler iyiden iyiye sarsıldılar. Mısır, Tunus, Libya gibi yönetimler yıkıldı. Diğerleri de iktidarlarının ciddi bir biçimde sarsıldığını hissettiler.
Bu bağlamda, bölge yönetimlerine ciddi destek veren ABD ve bazı AB ülkeleri, önleyemedikleri bu halk hareketlerini yönlendirme gayreti içine girdiler. Arzu edilmeyen yönetimlerin oluşmaması için, ülke halklarının tercihlerini etkilemek için çabaladılar. Bu çabada elbette eski rejimin ülke içindeki kalıntıları da yer aldılar.
Ancak bütün bu gayretlere rağmen, Tunus ve Mısır'da İslamcıların seçimin galibi olmasını engel-leyemediler. Daha önce Cezayir ve Hamas tecrübelerinden bilindiği gibi, seçimler arzu edilen sonucu vermediğinde ya seçim sonuçları geçersiz kılınır, ya da darbe yoluna başvurulur. Mısır'da da seçimin arzu edilmeyen sonuçları Batının desteklediği darbe yoluyla geçersiz kılınmak isteniyor.
Mısır bölgenin en önemli ülkesidir. Mısır'da yaşanan her olay bölgeyi doğrudan etkiler. Dolayısıyla Mısır'da yapılan darbenin sonucu tüm bölge için belirleyici olacaktır. Bölgede yaşanan halk hareketlenmelerinin getirdiği halklar arası iletişim, haberleşme bölgenin bir ülkesinde olan gelişmelerin, anında diğer bölgelere yayılmasını sağlıyor. Ayrıca Mısır gibi bölgenin en önemli ülkesinde yaşanan gelişmeler ise, daha bir dikkatle ve önemle fark edilebiliyor.
Olaya bu açıdan baktığımızda, Mısır'da yapılan darbe, kolonyal dönemin sonrasında ortaya çıkan muhaberat devletlerine kısa süreli bir hayat öpücüğü olmuştur. En azından şimdilik seçimli siyasetin sonuçlan iptal edilerek, Mısır otoriter yönetime dönüş yapmıştır. Bu durum, bölge çapında devam eden mücadelede, eski düzenin ve onun iç ve dış destekçilerinin mevzii bir kazanımı olarak nitelenebilir. Mevzii diyoruz çünkü mücadele devam ediyor.
Mısır'daki darbeye, İhvan'ın önderlik ettiği bir halk kesimi karşı koyuyor. Darbecileri destekleyen Tahrir'in gücü giderek azalırken Adeviye Meydanı, tüm Mısır'ı etkileyecek bir tarzda gelişiyor ve büyüyor.
Muhaberat devletleri tarafından nesneleştirilen insanlar, halklar, halk hareketlenmeleriyle başlayan özneleşme süreçlerini darbeye karşı direnişle pekiştiriyorlar. Bütün tahriklere rağmen şiddeti dışlayarak yaptıkları direniş; hem ülkede, hem bölgede, hem de bütün dünyada meşruiyet katsayısını artırıyor.
Hangi tedbire başvurulursa vurulsun, bölgedeki muhaberat devletlerini uzun süre yaşatmanın imkânı yoktur. Bölgenin temel çelişkisi olan, kolonyalizmin mirası olan yapay ulus devlet sınırlan ile, toplumlarına yabancılaşmış yönetim kadrolarını uzun süre devam ettirmek giderek imkânsız hale gelmektedir.
İhvan'ın önderlik ettiği, Mısır halkının Adeviye meydanındaki asil direnişi, eski düzenin sürdürülemeyeceğinin canlı bir delilidir.
Ortadoğu coğrafyasında, siyaset alanına reel aktörler giriyorlar. Bu durum, bölge siyasetini bir oyun olmaktan çıkarıp siyaseti bölge halklarının hizmetine sokacaktır. Reel siyaset alanının genişlediği bir ortamda, dış destekli Muhaberat devletleri ve onlara bağlı elitlerin hayatlarını devam ettirebilmeleri oldukça zor, hatta imkânsızdır.
Sözlerimizi İhvan lideri Muhammed Ebu Nasr'm 1990'lann ortalarında Mısır'ın otokrat lideri Mübarek'e yazdığı açık mektuptan bir alıntıyla bitirelim:
"Hürriyet azizdir, milletinizin öfke ve başkaldırısından sakınmak sizin için tercihe şayandır. Çevredeki ulusların özgürlük ve şereflerini kazandıklarını duyup, buna şahit olduktan sonra, herhangi bir halkın teslimiyet ve zulüm altında kalması hayal edilemez. Bir milletin gücü maddi güçten değil, tüm vatandaşların hürriyetinden, halkın yönetime, yönetimin halka güven duymasından neşet eder"2
Dipnotlar: 1, Makale 10 Temmuz 2013 tarihli “eş-Şuruk“ gazatesinde yayınlanmıştır. Star Gazatesi’nin Açık Görüş ekindeki tercümesinden alıntılanmıştır.
2, Müslüman Kardeşler Hakkında Üç Efsane. Steven A. Cook. DÜBAM (Dünya Bültenleri Araştırma Masası) Alıntılanan “Dünya ve İslam“ dergisi.
Kaynak:Umran Dergisi /Ağustos 2013 Sayısı
Facebook Yorum
Yorum Yazın