Bir söylentiye göre, Leibniz’in kafatasını mezardan çıkarıp ölçmüşler, incelemişler ve normal bir adamın kafasından pek küçük olduğunu görmüşler. Gerçekten de, sağlığında da kafasının ölçüleri fazla büyük değilmiş. Bu kadar küçük kafalı olup da sürekli okuyan, düşünen ve yazan bir kimse dünyaya az gelmiştir herhalde. O, durmadan okurdu, yazardı ve düşünürdü. Matematik çalışmalarının çoğunu kendisini çağıran aristokratlara giderken çağın o kötü yollarında kötü arabalar içinde sallana sallana giderken yollarda yazmıştır. Bu çalışmalarının tümü bugün Hannover kütüphanesinde bağlı olarak durur, Kimse de ona yanaşıp el atamaz. Çünkü, bunları araştırmak için , araştırıcı bir ordunun sabırlı bir çalışması gereklidir. Bu eserler ve fikirler o kadar çoktur ki, yayınlanmış veya yayınlanmamış fikirlerin yalnız bir tek kafadan çıktığına bile inanmak zordur. Bu kadar eseri düşünüp yazan kafa frenelog (Kişinin kafasının şeklinden onun karakterini, kişiliğini belirleyen) ve anatomistlerin (analizci, incelemeci ) dikkatini çekmiştir.
İlginç bir yaşam öyküsü vardır Leibniz ‘in. Matematiğin Mimarları -3 yazı dizisine böyle başlamak istedim.
Matematikçiler arasında en çok dikkatimi çekenlerden biriydi yaşam öyküsüyle. Önceki yazıları takip edebildiyseniz hatırlarsınız. Tarihteki bu bilim insanlarının çok küçük ve genç yaşta olmalarına rağmen yaptıkları çalışmalar gerçekten inanılmaz. Tabikii hepsi hakkında çok net bilgilere sahip değiliz, fakat gene de günümüze kadar gelen bir takım bilgiler de var. Örneğin FERMAT ölürken yaptığı bir takım çalışmaları bırakmamıştır, yakmıştır. Tarihin ilk kadın Matematikçisinin İSKENDİRİYELİ HYPATİA’ NIN ölümü de ilginç olmuştur. Ama asıl bizi ilgilendiren bu kişilerin Matematiğe Katkıları ne olmuştur? Kim neler yapmıştır? olmalıdır. Bu soruların cevabını bulmak, araştırmak ve bu bilgileri paylaşmakta biz eğitimcilere ve biraz da bu alanda ilgi ve merakı olanlara düşüyor bence.
Tüm dünyaya bilim ve ilim adına bıraktıkları miraslar için binlerce teşekkürler…
Ne ilginçtir ki onların bıkmadan usanmadan, gece gündüz demeden yaptıkları bu çalışmaları, çocuklarımız, öğrencilerimiz yeri geliyor neden biz türevi öğreniyoruz?, neden integrali öğreniyoruz? Ben hukuk okumak istiyorum logaritma, veya açılar benim ne işime yarayacak ki? sorularıyla karşılaşabiliyoruz.. Maalesef bu soruları hiç düşünmeden, araştırmadan, bilinçsizce soruyorlar.
İşte bu yüzden hem Türk hem de Yabancı Matematikçilerin yaşam öykülerini ve matematiğe olan katkılarını sizlerle paylaşmak istedim.
Lütfen bizlerde okuyalım çocuklarımıza da okutalım.
LEİBNİZ (1646 – 1716)
Gottfried Wilhelm Leibniz, 1 Temmuz 1646 günü Leibzig’de doğdu.
Latince dilini öğrendikten sonra, kendi gayreti ile Yunan’ca öğrendi. Bu devirdeki zihni ve zekası Descartes’e benziyor ve çok iyi işliyordu. Klasik çalışmalardan usandığı için mantık ilmine başladı.
On beş yaşından küçük olan bu çocuğun, klasiklerin ve skolastik Hıristiyanların büyüklerinin ortaya koyduğu mantığı düzeltmek için “Characteristica Universalis” adlı ilk denemesini verdi. Couturat, Russell ve başkalarının dediği gibi, bu eser metafiziğin anahtarıdır. Yine İngiliz matematikçisi Boole’un söylediği gibi, kendisinin yarattığı sembolik mantık, Leibniz’in Characteristica’sının bir parçasıdır.
Leibniz, on beş yaşındayken Leipzig Üniversitesine bir hukuk öğrencisi olarak girdi. Zamanının tümünü hukuka vermiyordu. İlk iki yıl içinde birçok felsefe eseri okudu. Zamanının filozofları olan Kepler, Galile ve Descartes’ın keşfettikleri yeni dünya hakkında bilgiler edindi. Sonuçta, matematik öğrenmeden bu ilimleri kavramının olanaksız olduğu kanaatine vardı. 1663 yılının yazını Jena Üniversitesinde geçirdi. Orada matematikçi olan Erhard Weigel’in derslerini izledi. Leibzig’e dönünce yeniden hukuka başladı. 1666 yılında yirmi yaşındayken doktora sınavı için hazırdı. Oysa, aynı yıllarda Newton, Woolsthorpe’ta bir köyde diferansiyel ve integral hesap ve genel çekim kanununu oluşturacak olan düşüncelere dalmıştı. Bu konuda Leibniz de geç kalmış sayılmazdı. Onu bu ateşe itecek ve tutuşturacak bir kıvılcımın çıkması gerekiyordu. Bu kıvılcım da, o zamanın Avrupa’sının ilme karşı görevini yerine getirme isteğiydi.
Leibniz’e gıpta eden titiz Leipzig Fakültesi ona resmen gençliğinden, gerçekte tüm profesörlerden fazla hukuk bildiğinden dolayı, doktora ünvanını vermeyi kabul etmedi. Halbuki, 1863 yılında on sekiz yaşındayken parlak bir tezle başölye ünvanını almıştı. Leipzig Fakültesinde egemen olan mistik düşünceden iğrenen Leibniz, doğduğu şehri bırakıp Nürnberg’e gitti. 5 Kasım 1666 yılında Alfdorf Üniversitesine bağlı Nürnberg Üniversitesi Tarihi Yöntem adlı çalışmasından dolayı doktora ünvanını verdi.
Aynı zamanda hukuk kürsüsünü de kabul etmesini rica etti Leibniz, hukuk derslerinin düzeltilmesi üzerine yazdığı kitabı, Leipzig’den Nürnberg’e olan bir seyahatinde kaleme almıştı, Bu da, Leibniz’in hangi koşullarda olursa olsun, durmadan okuması, yazması ve düşünmesini gösteren örneklerden biridir.
1666 yılında olasılıklar kuramına başladı. Bu sıralarda öğrenciydi. Okuduğu her alanda olduğu gibi, bu sahada da eser veriyordu. Matematik, Leibniz’in parlak zekasının fışkırdığı bir sahadır. Bundan başka, hukuk, din, siyaset, tarih, edebiyat, mantık, metafizik ve kuramsal felsefe konularında sayısız eser bırakmıştır. Bundan dolayı kendisine evrensel deha denmektedir. Onun evrensel bir deha oluşu, diferansiyel ve integral hesaptaki sürekliliği, olasılıklar kuramında ise süreksizliği analize sokmasındadır. Zaten Newton’la ayrıldığı nokta da olasılıklar kuramıdır. Verimsiz gibi görünen soyut olasılıklar kuramının öncüsü Leibniz’dir. Doğru düşünme dediğimiz mantık anatomisinin ve fikirlerin kanunlarının bir olasılık analizi olduğunu görebilmiştir. Leibniz, matematik ve mantık alanında çağının iki yüzyıl ilerisindeydi. Diferansiyelin geometrik bir yorumunu verdi. Leibniz’in olasılıklar kuramındaki çalışmaları onun yaşamı sürecinde değerlendirilememiştir.
İktisat, filoloji, devletler hukuku, maden ocakları yapımı, teoloji, sayısız akademinin kurulması ve geliştirilmesi gibi her şeye el atmıştır.
14 Kasım 1716 günü Hannover’de ölmüştür.. Bizde, matematiğe yaptığı sayısız hizmetleriyle yaşamaktadır.
JOHN NAPIER (1550-1617)
John Napier, Merchiston-Edinburg’da 1550 yılında doğdu. Merchiston Baronu ve İskoçya’lı bir matematikçi olan Napier, logaritmanın bulucusu olarak bilinir. Zaten aritmetik için üç aşama vardır. İlki, sayıların on tabanına göre yazılması, ikincisi logaritmanın bulunuşu ve üçüncüsü de şimdiki bilgisayarlardır. Napier, Saint Andrews Üniversitesi’nde eğitim görmüş ve matematiği de içinden gelen bir merak olarak izlemiştir.
Kendisi amatör bir matematikçidir. Sayısal hesaplamaları kolaylaştıracak bir yol ararken, önce Napier cetvelleri diye bilinen, üzerinde rakamlar yazılmış küçük değnekler yardımıyla yapılan bir çarpma veya bölme yöntemi buldu. 1,2,3,... şeklindeki aritmetik dizi ile buna karşılık gelen 10,100,1000,... biçimindeki geometrik dizi arasındaki ilişkiyi gördü. 1614 yılında yazdığı “Logaritma Kurallarının Tanımı” adlı eserinde, aritmetik dizi ile geometrik dizinin karşılaştırıl-masından, matematiğe logaritma kavramını getirdi. Buradaki aritmetik dizi, geometrik dizinin logaritmasıdır.
Napier, 1618 ve 1624 yılları arasında kusursuz iki logaritma cetveli yayınladı. Bu eser onun tam yirmi yıllık çalışmasının ürünüdür. Napier’in bu konuda çok sayıda eseri vardır. Bazı hesap makinalarının temellerini veren iki kitabı, 1617 yılında yayınlandı. Napier'in Kemikleri adı verilen ve üzerindeki sayılarla çarpmayı ve üslü işlemleri hesaplamayı kolaylaştıran tahta çubukları buldu. Ondalıklı sayılarda kullanılan virgül (veya nokta) Avrupa'da Napier'in çalışmalarıyla yaygınlaşmıştır.
1617’de Edinburgh’ta öldü.
FERMAT (1601-1665)
Fermat’ın babası bir deri tüccarı ve annesi de bir hukukçunun kızıydı. Fransa’da Lomagne’de doğdu. Fermat’ın hayatının tarihi matematiktir. Birçok yabancı dil de öğrenmiştir. Memurluğunun yoğun işlerinden geriye kalan zamanlarında matematikle uğraşmıştır. Archimedes’in eğildiği diferensiyel hesaba geometrik görünümle yaklaşmıştır.
Eğrilerin çiziminde maksimum ve minimum noktalarının önemi bilinmektedir. İşte bu kavramları koyan yine Fermat’tır. Oldukça kolay gibi görülen bu problemin matematikte ve fizikte çok geniş ve ileri uygulamaları vardır. Ayrıca, bu kavramları ışık bilimine uygulamasını çok iyi beceren yine odur. Buna bağlı olarak yansıma, kırılma, geliş ve yansıma açıları üzerine yaptığı bağlılıklar önemini bugün bile korumaktadır. Fermat, analitik geometriyi üç boyutlu uzaya aktarmıştır. Amatör bir matematikçi ve düzenli bir evrak memuru olan Fermat’ın en önemli matematik çalışması sayılar kuramı üzerinedir. Asal sayılar üzerinde çok durmuştur.
n-kenarlı düzgün bir çokgenin n-kenarı ve n-açısı eşittir. Eski Yunanlılar pergel ve cetvelle 3, 4, 5, 6, 7 ve 10 kenarlı düzgün çokgenleri çizebiliyorlardı.
İ.Ö. 400 yıllarında, pergel ve cetvelle 7, 8, 11, 13,... kenarlı çokgenlerin çiziminin yollarını bulamamışlardı. Fermat bu problemi çözdü.
Fermat, eserlerini ve buluşlarını genellikle yayınlamaz ve birçok teoremlerini de karalamalar şeklinde bırakırdı. Hatta, bazı teoremlerin sadece ifadelerini yazdığı görülmüştür. Yani, ispata bile gereksinim duymamıştır. Basit gibi görünen bir problemini Euler, tam yedi yılda ancak ispatlayabilmiştir. Ölürken çalışmalarının birçoğunu da yaktığından, bize bilgi kalmamıştır. Fermat’ın bu davranışı matematik dünyası için bağışlanamaz.
Fermat, hiçbir zaman gerek Descartes ve gerekse Pascal gibi hayali ve çekici olan felsefelere kendini kaptırmamıştır. Kuramsal matematiği en yüksek düzeye çıkarmıştır.
Kaynak: http://www.yabanci-matematikciler-kimlerdir, Meydan Larousse, Cilt 8, S. 536
Bir sonraki yazı dizisinde görüşmek dileğiyle... SEVGİYLE KALIN…..
Facebook Yorum
Yorum Yazın