Türk aydını Türk değildir... Attilâ İlhan
Fransız şairi Jean de La Fontaine’in (1621-95) hikmetli fabllarını veya masallarını okullarda çocuklarımıza gönül rahatlığıyla okuturuz. Karga ile Tilki veya Öküz Olmak İsteyen Kurbağa masallarını okumadan büyüyenimiz neredeyse yoktur. Gerçi yapılan araştırmalarda bu masalların 18 tanesinin Hind edibi Beydeba’nın Kelile ve Dimne adlı eserinden alındığı tespit edilmiştir ama şairin hakiki katkısı, masallardaki hayvanlara ahlakî birer karakter kazandırmış olmasıdır ki, gariptir, bu özelliği Fransa’da bile epeyce geç bir tarihte fark edilmiştir.
La Fontaine’in bizi bu yazıda ilgilendirecek tarafı ise az bilinen bir masalı. Yaban Arıları ile Bal Arıları başlıklı bu hikmet dolu şiir karga, leylek ve kurbağa masalları kadar şanslı olamamış, Türkçeye pek az çevrilmiş; çevrildiğinde de içerisinden “bir parça” nedense atlanmıştır.
‘Nedense’ deyişim sözün gelişi. Aslında kastî bir atlama, daha doğrusu çarpıtma bu. Frenk hayranı sözde hümanist çevirmenlerimiz söz konusu manzum masalın, 17. yüzyılda yazıldığına göre tabiatıyla Osmanlılardan ve onların şeriat esaslı hukuk sistemlerinden bahseden, hatta sağduyuya (akl-ı selime) dayalı olan bu sistemi hukukî davaları Fransa’dakinden daha kesin ve hızlı çözdüğü için öven mısralarını metinden uçurmuşlar!
‘Millî aydın’ dediğiniz tam tersine kendi kültür ve tarihini öven kısmı göze batırmak için uğraşması gerekirdi. Ama merhum Attila İlhan’ın “Türk aydını Türk değildir” sözünü doğrularcasına kendi tarihini dışlayan, redd-i mirasta bulunan Avrupa-perest aydınımız şiirde Osmanlı'yı ve İslam'ı över gibi görünen kısmı dikkatlice keserek çıkarmıştır. (Bunu kendi gözünüzle görmek için www.masaloku.com adlı siteyi ziyaret etmeniz ve masalın aşağıda verdiğimiz tam çeviri metniyle mukayese etmeniz yeterli olacaktır.) Eşi menendi bulunmayan “hain” bir mütercim cinsine sahip olduğumuz için onlar yerine bizim utanacağımız geliyor.
Şimdi sizi 17. yüzyıl Fransız edibi La Fontaine’in Osmanlı/İslam adalet nizamının işleyişine duyduğu hayranlığı belirttiği satırların da bulunduğu bu masalın tam çevirisini ibretle okumaya davet ediyoruz. Okurken kendi tarih ve inancından utanan ‘tatlısu frengi’ aydının Avrupa’dan bir eseri aktarırken bile nasıl işine geleni alıp gelmeyeni hasıraltı ettiği gerçeği üzerinde derin derin düşünmemiz gerekiyor. Onlar bize Avrupa kültürünü değil, kendi kafalarındaki hayalî Avrupa’yı naklediyordu.
Ne yapalım ki, acı da olsa bu bizim hikâyemiz. Şair İlhan Berk’in diliyle söyleyecek olursak “Bizim Tanzimat’tan sonraki şiirimiz (…) kendi toprağından kopmuştur. (…) Bunun için de özgün değildir.”[1]
Sadece şiir mi? Mütercim haindir, anladık, bir yere kadar ama bizdekilerini ihaneti şeddelidir.
Yine de Tanzimat’tan beri yaşanan bu çeviri rezilliklerini bilmek, sözde aydınlarımızın yeni tuzaklarına karşı hazırlıklı olmak bakımından önemli olmalı.
Buyurun, beraberce okuyalım…
Yaban arıları ile bal arıları
Eserinden belli olur zanaatkâr.
Sahipsiz gözüken bir petek bala
Yaban arıları el koymak istedi,
Bal arıları da ‘bu bizimdir’ dedi.
Bu davada hakimlik yapmak ise bir eşek arısına düştü.
Karara varmak hiç de kolay olmadı.
Görgü şahitleri, petek etrafında
Uzun, ince kanatlı sarımtırak
Hayvancıkların, durmadan vızıldayarak
Dönüp dolaştığını söyledi.
Ne var ki bu vasıflar
Her iki taraf için de aynen geçerliydi.
Eşek arısı (hakim) ne yapsın?
Kaldı büsbütün aciz ve şaşkın.
Tevsi-i tahkikata[2] verdi karar.
Ve oldu olacak.
Mesele daha fazla ışığa kavuşsun diye
Şahit olarak celp etti ve dinledi
Bir karınca yuvasındakileri teker teker.
Lakin onların da çözüme bir katkısı olmadı
Ne bir adım ileri, ne bir adım geri.
Aklı başında bir arı
Dayanamayıp söz aldı:
-Altı aydır davamız olduğu yerde duruyor
Fakat korkarım, zaman geçtikçe bal bozuluyor.
Sayın hakim, artık elini çabuk tutsun
Cevap, mukabil cevap, ara karar
Bir yığın yazı. Artık fazla bu kadarı.
Biz de, yaban arıları da
Dolaşalım çiçek çiçek
Bakalım hangi taraf
Mimar elinden çıkmış kadar bu muntazam gözlere
Bu nefis usareyi doldurmayı bilecek?’
Yaban arılarının bu teklifi reddi
Onların bal yapmayı bilmediğini gösterdi.
Ve balın mülkiyeti
Hakim kararıyla bal arılarına verildi.
Ya rabbi ne olurdu
Bütün davalar böyle sonuçlandırılsa
Bu davalarda Türklerin yol ve yöntemine uyarak
Usul-i muhakeme yerine sağduyuyu rehber alsak.[3]
Bu kadar harca, masrafa ne lüzum var.
İliklerimize kadar bizi emiyor
Davaları uzattıkça uzatıyorlar.
Ne oluyor en sonunda?
İstiridyenin içini hakim yutuyor
Kabukları kalıyor taraflara.[4]
(Çeviren: İlhan Postacıoğlu, Okumak ve Yaşamak, İstanbul, 1987, s. 51-52.)
Kaynaklar;
[1] Nakleden: Naci Çelik, Romanda Hesaplaşma, Türkiye Defteri Yayınları, İstanbul, 1971, s. 52.
[2] Soruşturmanın genişletilmesi manasında Osmanlıca bir hukuk tabiri.
[3] Fransa’da o zamanki kanaat, Türklerin kısa yoldan adaleti tecelli ettirdiği merkezinde idi. (Mütercimin notu)
[4] Fransa’da yargı giderleri çok yüksekti. Halbuki hâkimlik o tarihlerde para mukabilinde kabil-i devir (başkasına devredilebilir) bir makam olduğu için –Fransa’da noterlik hâlâ böyledir- hakim yaptığı yatırımı çıkarmak için yargı giderlerini artırmak töhmeti (suçlaması) altında kalmakta idi. (Mütercimin notu)
17. yüzyıldan itibaren iltizam usulü gereği ihaleye çıkarılan makamı satın alan hakim, yerini bir başkasına devredebiliyor, o kişi de ödediği parayı çıkarabilmek için davayı sürüncemede bırakıyordu; davaların uzaması tabiatıyla masrafların da artması, dava açanların mağdur olması, hakimlerin kasalarının dolması demekti.
Facebook Yorum
Yorum Yazın