Kur’an “ilim” kelimesini Türkçedeki “bilgi”nin karşılığı olarak kullanır. Ancak Kur’an’ın inzali üzerinden geçen yaklaşık 14 asırlık sürede birçok kavramda olduğu gibi “ilim” kavramı da ilk devirlerden itibaren anlam değişimine uğramıştır. Bu nedenle kelimenin Kur’an’da hangi anlam ya da anlamlarda kullanıldığını anlayabilmemiz için semantik bir tahlil zorunludur.
“İlm”in Tarifi:
“İlim” kavramı sözlükte; bilgi, bilmek, herhangi bir konu, olay ve hususta bilinen şey, malûmat, aklın ve duyuların mevzuuna giren her şeyin tanınmasını sağlayan vasıf; sağlam ve kesin bir biçimde bir şeyin gerçeğini bilmek gibi anlamlara gelir.
İslamî terminolojide ise “ilim”, akıl ve duyu vasıtalarıyla elde edilen veya Allah’ın vahiy yoluyla doğrudan doğruya gönderdiği, içinde asla şüphe ve zan bulunmayan kesin bilgiye denir.
Kur’anda İlmin Anlamları:
İlim kökünden türemiş isim, fiil, sıfat şeklindeki kelimeler, Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık 900 defa kullanılmıştır. Allah’ın, ilim kavramını ilahi vahyin merkezine yerleştirmesi, insanlık için inkılâp mesabesinde bir rehberliktir. Bu, İslam Medeniyeti’nin yükseliş çağlarında ilimde kaydettiği gelişmenin de referansıdır.
Kur’an, temel bilgi vasıtaları olarak kalem (Kalem, 68/1; ‘Alak, 96/4), mürekkep (Kehf, 18/109) ve yazıdan (‘Alak, 96/4) bahsetmiş, ilme sahip olanlarla ilimden mahrum olanların asla eşit olamayacağını (Zümer, 39/9) bildirerek ilmin önemine işaret etmiştir.
Kur’an’da en sık kullanılan ve üzerinde en çok durulan ilim, ilahî ilimdir, yani bizzat Allah’ın verdiği ilimdir. Sonsuz ve kuşatıcı bir ilme sahip olan Yüce Rabbimizin ilmi, mutlak ve objektiftir, hiçbir şey onu sınırlayamaz. Bu anlamda ilim kavramı, tek gerçek olan Hakk’a ve hakikate dayandığı için mutlak ve objektif bir gerçekliğe sahiptir. Mutlak ilim sahibi Yüce Allah’tan gelen bir hakikat olarak Kur’an’ın kendisi de başlı başına bir ilmî kanıt olma özelliğine sahiptir. “Sana ilim (Kur’an) geldikten sonra onların hevalarına uyma” (Bakara, 2/120, 145) âyetinde ‘ilim’, “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir burhân (Kur’an) geldi” (Nisâ, 4/174) âyetindeki ‘burhân’, kesin ve ispatlanmış ilmi ifade eder. İlahî ilim, beşerî ilme kılavuzluk ederek insanın öğrenme ve bilme/anlama eylemini daha iyiye, daha faydalıya sevk eder.
İslam, ilmi nur ve izzet; cehaleti ise zulmet ve karanlık olarak nitelendirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de vurgulandığı gibi kendilerine hikmet verilenlere gerçekte büyük hayır verilmiştir (Bakara, 2/269). Zira tefekkür etmek, bilmek ve anlamak insanı şerefli kılar. Aklın temel görevi, vahyin aydınlığında Hakk’ı batıldan, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Bu ise ancak ilimle mümkün olur. Aklını kullanmayanlar sağır, dilsiz ve kör gibidirler (Bakara, 2/171).
Zanna uymak, geleneği sorgulamadan benimsemek, sorgulamadan çoğunluğa uymak, hevaya uymak Kur’an’a göre bilginin önündeki engellerdir.
İman, aklî verilere yani ilim temeli üzerine oturmazsa zan, şüphe ve tahminden ibaret kalır ki, bunun Kur’an açısından hiçbir değeri yoktur. Bu yüzdendir ki Kur’an-ı Kerim, ilmî düşünce ve tefekküre dayanmayıp körü körüne atalarından devraldıkları kültürel miras üzerine hareket etmelerinden dolayı müşrikleri eleştirmektedir. (Bakara, 2/170; Mâide, 5/104; Zuhrûf, 43/22). Kur’an’a göre böyle bir hareket temelsiz ve akıl dışı bir davranıştır. Hâlbuki Allah’a ve diğer iman esaslarına iman etmek, sahih bir akıl üzerine inşâ edilmelidir. İşte bu nedenledir ki Kur’an, iman olgusuna insanın âfakî/objektif ve enfüsî/sübjektif delillerden hareketle ulaşmasını tavsiye etmektedir (Fussilet, 41/53).
Kur’an, ilim kelimesini sadece Allah’ın mutlak bilgisine veya gönderdiği vahye hasretmez. İnsanların kendi çabalarıyla ulaştıkları bilgi de ilim olarak değerlendirilir. Ancak bunun asgari şartı Allah’ın ilmi, vahyiyle çelişmemesidir.
“Allah’ın ilmi” (El-Âlim: her şeyi mükemmel bilen) ile “kulların ilmi” arasında Allah ile kul arasındaki fark kadar fark vardır. İlahi bilgi ile insani bilgi arasındaki farkları, klasik kelam okullarının mezhebi taassubuna düşmeden, şöyle özetleyebiliriz:
- Allah’ın bilgisi bilinenin varlığına bağlı değildir, kulun bilgisi bilinenin varlığına bağlıdır.
- Allah’ın bilgisi bizatihi bilgidir, kulların bilgisi kazanılmış bilgidir.
- Allah’ın bilgisi zamana bağlı değildir, kulların bilgisi zamana bağlıdır.
- Allah bilmek için duyulara ve fikre ihtiyaç duymaz, kullar duyar.
- Allah’ın bilgisi kalıcıdır, kulların bilgisi geçicidir.
- Allah’ın bir şeyi bilmesi bir başka şeyi bilmekten alıkoymaz, kullar bunun aksidir.
7. Allah’ın bilgisi sonsuzdur, kulların bilgisi sonludur.
Kur’an ilme teşvik ederken “takva” kelimesiyle teori-pratik uygunluğuna dikkat çeker. Davranışa yansımayan imanın, ahlaki gelişim sağlamayan bilginin önemi yoktur. Dünyanın imtihan oluşu, doğru bilgiyi elde etme çabası kadar doğru bilginin gerektirdiği salih amelle de ilgilidir. Kur’an’da yapılması emredilen ya da tavsiye edilen bütün davranışları yapmak, kaçınılması istenen ya da tavsiye edilen her şeyden sakınmak bilginin getirdiği sorumluluktur. Yani ilim önemlidir ama amelsiz ilim bir kıymet taşımaz.
“Kitab’ı okuyup dururken kendinizi unutarak insanlara mı iyilik yapmalarını emrediyorsunuz? Hiç düşünmez misiniz?” (Bakara, 44)
“Kendilerine Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayan(onun buyruklarını tutmayan)ların durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allâh’ın âyetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür. Allâh zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Cuma, 5)
Kur’an ilim elde etmenin yollarını da göstermiştir. Vahyin kendisi (Alak, 5), konunun uzmanına müracaat (Nisa 85), araştırma (Hucurat, 6), akletme (Enam, 50) ve gözlem (Bakara,164) gibi yöntemlerle ilim elde edilmesi gerektiğini belirtir.
“Marifet (ilham,keşf), doğrulanması ya da yanlışlanması mümkün olmayan sufi tecrübenin ürünüdür. Çabayla değil, Allah’ın lütfuyla kazanılır; ka’l değil hâl ilmidir. İlmin kaynağı akıl, duyu organları ve doğru haberdir. Marifetin kaynağı ise ilham ve keşiftir.” Hiçbir nesnel kriteri olmayan bu anlayışın bilgi kaynağı olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Tarihi Süreç:
Tarihi süreç içerisinde ilimler, dini ilimler ve felsefi ilimler şeklinde ayrılmıştır. Bu ayrım, birikimleri sistematik şekilde değerlendirmek ve eğitim müfredatını oluşturma hususunda kolaylık sağlarken İslam dünyasının da bütüncül bakış açısını kaybetmesine neden olmuştur.
Din-Felsefe problemini bazıları dini, bazıları felsefeyi merkeze alarak bazıları da ikisini uzlaştırarak aşmaya çalışmışlardır. Genel ayrım, nakli/şeri/dini ilimler: tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf ve usul; akli/felsefi/hikemi/ nazari ilimler: ilahiyat, metafizik disiplinler, riyaziyat, tabiiyyat; ameli ilimler: ahlak, ev idaresi, siyaset ve alet ilimleri: mantık, dil vs. şeklindedir.
İslam’da bilgiye verilen önem, insana verilen önemin işaretidir. Kur’an afak ve enfüsteki ayetlere, kâinata, geçmiş ümmetlerin durumuna dikkat çekerek Müslümanların dikkatle çevrelerini gözlemlemesini istemektedir. Fakat tasnif zorunlu olmakla birlikte ilmin, din ilmi ve dünya ilmi şeklinde ayrılması, daha üst sayılan din ilmini önemli hale getirirken dünya ilmi sayılan dalların zamanla önemsizleşmesine neden olmuştur. Oysa din ve dünyanın bu şekilde ayrılması “laik” bir zihin oluşturmuştur. Kur’an hiçbir şekilde ilmin bu şekilde bölünmesine cevaz vermez.
Modern bilimde vahiy, bilginin değil inancın konusu sayılmaktadır. Beşeri tecrübe; gözlem ve deney bilginin kaynağıdır. Dolayısıyla vahiy, bilgi kaynağı olarak kabul edilmez.
Hâsılı Kelam:
“Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay (kusmuk) verir” der Said-i Nursi. Koyunun ot yiyip süt vermesi örneğiyle, ilmin ezber değil, bir üretme işi olduğuna dikkat çekiliyor. Demek ki ilim, malumat çiçeklerinden bal üretmektir.
İlim; temsil edilen davanın (İslam) hurafelerden arındırılarak özümsenmesi, çağın idrakine uygun bir din diliyle sunulması, davetin ulaştırılacağı hedef kitlelerin sosyal, psikolojik, ekonomik, kültürel ve siyasal bileşenlerden oluşan paradigmalarının, analizlerinin iyi bilinmesidir. Kısaca ilim, Kur’an vahyinin hayata taşınmasının altyapısıdır.
İslam’da ilmin amacı mümin şahsiyeti yetiştirmektir. Mümin ise; sağlam bir inanca sahip, düşünce ve amelde tutarlı, salih bir kişiliktir. Özünde “emin”, ahlaki, zaaflardan uzak, söyledikleriyle yaptıkları uyumlu, ulaştığı hakikatleri diğer insanlara ulaştırmaya çalışan, hayata parçacı değil bütüncül bakabilen, insanlarla muhatap olurken çatışmacı değil kuşatıcı olan, siyasi-sosyal tahlil yeteneğine sahip sahih bilgiye ulaşıp bilgi ve düşüncede yoğunlaşan kişidir.
Sağlıklı bir bilgilenme ve kültürel alt yapı için aşağıda sıraladığımız çalışmaların gerekli olduğunu düşünüyoruz:
- Sağlam Kur’ani altyapı:
- Resul’ün doğru anlaşılması
- Genel hatlarıyla İslam tarihini ve İslami ekolleri tanımak
- Dünyayı tanımak:
- İçinde yaşadığımız toplumu tanımak:
- Siyasal yapıyı tanımak
- Çağdaş İslami hareketleri ve Müslüman öncüleri tanımak
- İslam dünyası dışında üretilen değerleri, düşünceleri kavramak
Kısaca dini anlamak için temel kaynağı, kaynağın uygulayıcısını iyi bilmek/tanımak zorunludur. Tarih içerisindeki anlama çabaları, üretilen kültürel miras, eleştirilen gözle irdelendiğinde bizlere önemli katkılar sağlayacaktır. Yaşadığımız dünyayı, coğrafyayı, toplumu bilmek, inandığımız değerlerin yaşamlaştırılması için elzemdir. Hz. Peygamber vahyi bildiği kadar içinde yaşadığı dünyayı, toplumu ve siyasal sistemi de kavramaya çalışmıştır. Kaynakları iyi bilip toplumu tanımamak nasıl bir eksiklikse toplumu tanıyıp kaynakları bilmemek de eksikliktir.
Eskimiş, rutinleşmiş, yanlış olan her düşünce, davranış ve eylem kalıplarımızı (yamuk tasavvurlarımızı) yeni bakış açılarıyla değiştirdiğimizde aslında her an bir “yeniden inşa” yapıyoruz. “Rutin fıtrata aykırıdır” gerçeğinden hareketle bu rutini hissetmeye başladığımızda her açıdan gerilediğimizi ve artık hiçbir şeyden zevk alamadığımızı hissederiz. İşte tam da bu duygu-durumu hisseden bazılarımız (egosunun tehdidine rağmen) yardım ister ve çözüm arayışına girer, bazılarımız ise egomuzun keyfine ve tehdidine boyun eğerek, rahatsızlığı olduğu gibi bırakır ve sonunda kaçınılmaz sonuç gelir: Anomi yani anlamsızlık hastalığı, depresyon habercisi… Bilimsel adıyla “Burn-out sendromu” (tükenmişlik sendromu).
“İki günü bir olan aldanmıştır” hikmeti sebebiyle insanın bugünü dünden daha iyi olmalı, yarını da bugünden daha iyi ve farklı olmalıdır… Yani insan, verimli, mutlu, sevecen, yardımsever ve daha yüksek bir imanî hazla (ihlâsla) bilgece yaşamak istiyorsa dinamik bir değişim içinde olmalı, bir nevi “yatan iyi” den “aktif iyi”ye terfi etmeli gün-be gün…
İnsanın değişime açık olabilmesi; öncelikle istikrarlı ve tutarlı bir şahsiyete sahip olması ve sadık dostları tarafından eleştiriye, gelişmeye açık olması, en önemlisi de herkese, her şeye karşı önyargısız olmasına bağlıdır
Bilgiye atfedilen değer, söz konusu bilginin hangi kaynaktan elde edilmesi ile de doğrudan alakalıdır. İslâm âlimlerinin farklı ifadelerle de olsa bilgi kaynakları olarak duyu, haber ve akıl konusunda ittifak ettikleri kabul edilir.
Hakikat bakımından bir şey ifade etmeyen zannı, hayatlarının merkezine koyanlar, felaha eremezler. Felaha erenler hayatlarının merkezine Allah’ı koyanlardır. Hayatın merkezine Allah’ı koymanın yolu ise vahiydir. Çünkü Allah, vahyi ilim olarak nitelendirmiştir. İlim ise yüzde yüz bilgidir. Bu bilgiye uyanlar varlığını her türlü kölelikten kurtarıp özgürleştirirler. Bundan dolayı Kur’an, insanı tutsak edip köleleştiren ve bir tür bilgi kalpazanlığı olan müneccimlik, kâhinlik ve sihirbazlığı yasaklamıştır. Çünkü müneccimlik, kâhinlik ve sihirbazlık el-Âlim olan Allah’tan rol çalmaktır. Gerçek bilginin kaynağı vahiy olduğu için zanna uyan müneccimleri doğrulamak hakikatin bilgisi olan Kur’an’ı yalanlamak anlamına gelmektedir. Aynı şekilde müneccimleri doğrulamak, insanı Allah’tan bağımsız bir alan düşüncesine sevk edip haddini aşmasına sebep olmaktadır.
İlmi öğrenmek ve öğrenilen ile amel etme dileğimizle selamla ve Kur’an’la kalın.
Facebook Yorum
Yorum Yazın