Kur’an, boşanmada kadının beklemesi gereken zaman dilimini İddet ve kur’ kavramları kavramlarıyla anlatır. Lakin bu iki kavram birbirinin yerini almamakla birlikte farklarının olup ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken kelimelerdir. Bu sayımızda biraz fıkıh konuşalım istedik.
Boşanma konusu hiç bir şekilde İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an’a maalesef dayandırılmamıştır. Oysa geleneğin aktardığı gibi, İslam hukukunun temel prensibi gereği, Kur’an’la bir hukuki problem çözülemezse, sonrasında Hadislere yani Peygamberin değerlendirme prensiplerini barındıran Sünnete başvurulurdu. En azından talak konusunda bu İlkeye uygun davranılmadığını müşahede ettik. Mezheplerin görüşüne göre, bu iki kaynak ile çözülemeyen hukuki bir olay için maalesef üçüncü kaynak olarak tarif edilen icma usulü olması gerekirken; dördüncü sırayı alan kıyastan bir şey göremedik desek yeridir.
Yapılan şeyin önceki ‘Cahiliye örfünün büyük bir bölümünü naklederken bir parça ayetlerden, birer parça hadis veya sahabe uygulamalarından faydalanılarak elde edilmiş bir talak sistemidir’, desek abartı değildir. Yani bugün bile gerçekleşecek bir talak bahsinde, mevcut (İslam hukukuna!) göre ancak ve ancak İslam tarihi içerisinde bir müçtehit ya da bir din bilgininin talak konusunda verdiği bir hükme razı olması gerekiyor; anlayışı hâkimdir. Dolayısıyla kurumsallaşmış Mezhepler, Kur’an’da ve Sünnette çözemedikleri konuyu, kendi ilimleri ölçüsünde çözmeye girişmişlerse de bilerek ya da bilmeyerek de olsa cahiliye dönemi uygulamalarını, İslami bir hüküm noktasına taşımış veya anlattığımız gibi değilse de sonraki nesiller tarafından; talak meselesi böyle algılanmış veya yaşanmış ve aktarılmıştır.
Talak konusunun çağdışı kalmasının sebeplerinin başında ‘ iddet ve üç kur’ müddetinin yanlış anlaşılması yatmaktadır. Lakin akla ve bilime dayanan Medeni hukuk (akla ve bilime dayanmak medeni hukukun iddiasıdır!) bu sorunu nispeten çözmüş, öte taraftan uygulamadaki İslam hukuku bu konuda İslam öncesi dönem gibi hala ilkel durmaktadır. Biz bu çalışmamızda iddia ediyoruz ki Allah, talak/boşanma meselesini fıtrata uygun bir şekilde ve eksiksiz olarak Kur’an’da inşa etmiştir. Ve uygulana gelen anlayış da Kur’an’a göre geçersizdir. İşte bu yüzden çalışmamızda bu iddiayı savunup temellendirmeye çalışıyoruz.
İddet ve üç kur’ kavramlarının Kur’an’da bilinçli bir şekilde Allah tarafından yerleştirildiğini ama bunun tarih boyunca fark edilemediği kanaatindeyiz. Veya böyle bir iddiaya henüz rastlamamış olmamız bizim böyle yazmamıza hacettir, diyoruz. Bu çalışmada, insan fıtratına uygun indirilen Kur’an’ı referans alıp, modern tıbbın vardığı verileri de katarak talak konusunu değerlendirmeye çalıştık.
Önce iddet ve üç kur’ kavramlarının ayetler nezdinde farklı manalar taşıdığını sizlere hemen aktaralım. Şimdi bunları ele alıp maddeler halinde sıralayalım, hem de bir kar tanesi gibi tespit edebildiğimiz sonuçları üst üste topladığımız zaman, nasıl kocaman bir kartopuna dönüştüğünü hep beraber göreceğiz:
Madde 1 - Bakara Suresi’ndeki boşanma ayetleri ile Talak Suresi’ndeki boşanma ayetlerinin farklı nüzul zamanları bize “üç kur”ve “İddet”in farklı bekleme süre ve süreçleri olduğunu gösteriyor. Bunlar birbirlerini nesih etmemiş, aksine her biri ayrı bir hüküm emretmiştir. Bakara 2/228. Ayet mutallak vasfına erişen kadınlardan, Talak 65/1 ve 4. Ayetleri ise henüz mutallaka olmamış kadınlardan bahseder. Bu durumda üç kur’ ayeti farklı bir bekleme zamanını, iddet ayetleri ise farklı bir bekleme zamanını ifade eder.
Madde 2 - Bakara 2/228. Ayetindeki üç kur’ süresi, yine aynı surenin 2/234. Ayetindeki gibi sayı temyizi ile geldiği için kesinlik ifade ediyor. Dolayısıyla sabit olan bu süreler uzatılamaz ve kısaltılamaz. Talak 65/1. ve 4. Ayetlerindeki iddet ise, kadının hamilelik illeti ve ona bağlı olarak yükünü bırakma durumuna göre süreleri değişkendir. İddet süreci, uzayıp kısalabilen, hareketli bir durum arz ettiğinden dolayı, iddet ve üç kur’ iki farklı bekleme zamanlarıdır, diyoruz.
Madde 3 - İddetin illetini ve neticesini elde etmenin yükümlülüğünü Yüce Allah, karı-kocaya birlikte vermişken veya sorumluluğu yine erkek ve (zımmen) kadın ikilisinden kaldırmıştır. Öbür yandan üç kur’ da ise, mutallak yani boşanmış olan ve kocası vefat eden, üstelik ‘kendi kendine’ ifadesi ile tarif edildiği şekliyle, bir tek kadın(a)lara sorumluluk yüklemiştir. İddet ve üç kur’un iki farklı şeyler olup ortak yönleri de vardır. Tespitini not edelim.
Madde 4 - Kadın, kocasının evinde iddet beklerken, yabancı erkeklerle yeni bir evlilik görüşmesi yapamaz. Böylesi bir durum insan fıtratına aykırılığından dolayı büyük bir fitneye sebebiyet verecektir. Ancak, kadın kocasından ayrılıp, kendi kendine olduğu zaman, yani anne-baba veya kendi evinde beklerken yeni bir evlilik görüşmesini maruf üzere yapabilir. Ama nikâhını üç kur’ süresini bitirince yapacaktır. Bu durum, üç kur’ ve iddetin, iki farklı “süre” ve “süreç” olmasını gerektirecektir.
Madde 5– Kadın, annesinin evinde üç kur’ bekler veya kocası vefat ettiğinde dört ay on günlük süreyi bekler iken, hamile olduğu anlaşılsa dahi, süresini bitirdiğinde; evlenmesine mani olan hiç bir engel ve gerekçe kalmaz. Ama kocası ile beraber iddet beklerken hamile olduğu anlaşılırsa, onun iddeti ancak doğum yapmasıyla sona ermiş olur. Bundan dolayı da iddet ve üç kur’ iki farklı bekleme zamanlarıdır; diyoruz.
Madde 6 - Evinden ayrılmış veya kocası vefat etmiş ve böylece mutallaka olmuş bir kadının geçimi, muttakilere yüklenmiş bir haktır. Erkekle beraber aynı evde iddet bekleyen kadınların geçimleri ise, kocalarının yükümlülüğü altındadır. Bu nedenle de iddet süreci, kur’ süresinden farklıdır.
Madde 7 - İhtimal dâhilinde olsa bile, bir kadın, kocası ile beraber bekledikleri iddetin son gününde evinden ayrılır; aynı gün bir alt komşusunun evine gidip nikâhlanırsa, insanların o kadına karşı düşünceleri kuşkusuz olumsuz olacak ve töhmet altında kalacaktır.
Doğrusu bu akla, fıtrata ve marufa da uygun düşmez. Çünkü bu tür bir uygulama temiz/fıtri bir uygulama değildir. Kadın, mutallak vasfına erişince anne-baba veya kendi evinde bekleyeceği üç kur’ süresinde maddi ve manevi olarak temize çıkacak ve bazı kötü niyetli insanların suizanlarından ancak o zaman kurtulacaktır. Bu sebepten kur’ ve iddet farklı şeylerdir, diyoruz.
Madde 8 - Herhangi bir koca, hamile olmuş hanımını boşayabilir. İddet süresi kadının yükünü bırakması ile sona erecektir. Kadın iddet süresini kasıtlı olarak kısaltmak ve bir başkası ile hemen nikâh yapmak için düşük ya da kürtaj yaparsa iddetin süresi sona ereceğinden, ertesi gün evlilik yapması fıtrata uygun düşmez. Bu nedenle de olsa, boşanacak olan bir kadının kur’ ile iddet sürelerini her birini ayrı ayrı olmak üzere beklemesi zaruri ve kaçınılmazdır, diyoruz.
Madde 9 – Geleneksel anlayışa göre karı-koca aynı evde iddet beklerken, lâfzî bir, iki veya üç talakla boşanma gerçekleştirebilirler. Daha önce tablolarda gösterildiği gibi hasen talakta bu şekildeki bir boşamada iki ayda toplamda üç talak verilirdi. Hâlbuki iddetin bitimine/firaka bir aylık süre daha kalıyordu. Ahsen talakta ise bir lafızla boş olur ve üç ay aynı evde iddet beklenilirdi. Eğer geleneğin dedikleri gibi bu şekil lâfzî boşanmalar oluyorsa, iddet müddetinde iken aynı evde, tek çatı altında iken, koca, karısının kız kardeşini nikâhlayabilir mi? Fıtraten, aklen, ahlaken, örfen evlenemezler. Peki, şer’en evlenebilirler mi?
Geleneksel İslam fıkhının buna hayır deme şansı yoktur. Hâlbuki iddet bitiminde kadın kocasından firak ettiği an, talakı gerçekleştiği için, kadın anne-baba evine gider ve sorumluluğun yalnız kendisinde olduğu üç kur’ luk bir dönemi beklerken eski kocası, baldızıyla evlense bile kimse bir şey söyleyemez. “İddet” kocasıyla bekleyeceği bir dönem olduğu için bu dönemde yani daha aynı evi paylaşıyorlarken kocanın, baldızıyla evlenebilmesi tüm değerlere aykırıdır. Onun için iddet’i ayrı bir bekleme, üç kur’ u da ayrı bir bekleme olarak düşünmek zorundayız.
Yukarıda maddeler halinde sunduğumuz gerekçelerden dolayı, üç kur’ ve iddet’in iki farklı bekleme süresi ve süreci olduğuna kanaat getirdik. Bu nedenle, nirengi noktasını oluşturan iddet ve kur’ hadisesi bile boşa(n)ma (talak) konusunun yeni baştan ele alınması gerektiği inancına sevk ediyor bizi. Boşanmak yâda boşanılmaya dair mükemmel bir sistemin varlığına şahit olduğumuzda Kuran’ı Kerimin ilahiliği konusunda imanımız artmıştır.
Yüce Rabbin, on dört asır önce tamamen örfe dayalı yaşayan ve hiçbir hukuki alt yapısı olmayan oldukça ilkel bir topluluk içerisinden; insanlığa sunmuş olduğu Kuran’ın, büyük bir ayet (mucize) olduğu konusundaki delillerinden birisine daha şahit olmanın, hoşnutluğunu duymanın da ayrı bir keyif verdiğini haykırmak istiyoruz.
İddet ve Kur’ Kavramlarını Yeniden Tanımlayalım:
Şimdiye kadar iddet ve kur’ dönemlerinin üzerinde durduk. Sonuç olarak iki bekleme süresinin varlığını müşahede ettik. Bu süreleri birbirinden ayırt etmek için, yeni bir ıstılahi tanım yapma ihtiyacı duyduk.
İddet Süreci: kadının, kocası ile beraber aynı evde bekleyip illeti, yani hamileliği varsa bilgi ve hesap ile bunun ortaya çıkarılmasıdır. Ve buna bağlı ikinci illetiyse, eğer yüklü (hamile) iseler yükünü bırakıncaya (doğum, düşük veya kürtaj yapıncaya) kadarki bekleme, ortaya çıkarma ve onun için hazırlık yapma, neticelendirme sürecidir. Zamanı değişken olduğu için biz bu iddete hazırlanma sürecidir, diyoruz.
Üç Kur’ Süresi: Kadının kocasından firak ettiği andan itibaren yani mutallaka vasfına eriştiği an, yeni bir evlilik için kocasının evinden farklı bir yerde beklemesi gereken süredir. Bu bekleme süresinin, net olarak bilinip, sayı temyizi ile geldiğinden, uzatılması veya kısa tutulması mümkün değildir. Bundan dolayı biz üç kur’ a, yeni bir evlilik için bekleme süresidir, diyoruz.
Görüldüğü gibi üç kur’ ve iddete; Türkçe olarak verdiğimiz lugavi süre ve süreç manaları arasındaki fark, sadece ‘Ç’ harfi kadardır. Ama ikisinin arasındaki ıstılah/anlam farkı ise gerçekten de bu güne kadar edinilmiş algılardaki boşanma sistemini tamamen değiştirecek niteliktedir.
Peki, böylesine hassas ve mühim bir meselenin uygulaması nasıl olmalıdır? Şöyle ki, boşanacak olan kadın, kocası ile beraber iddet sürecini tamamladığı an yani üçüncü hayızın/âdetin başında evini terk ederek ayrılır. Evi terk ettiği gün kadın, kendi kendine kalacağı için hala hayız halinde olacaktır. İşte bu hayız hali dâhil, anne-baba evi veya kendi evinde, kendi kendine sayacağı üç hayız/adetten sonra bir başka erkekle nikâh yapmak için bekleme süresini tamamlamış olacaktır.
Bu tespitin âlimlerce üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken bir konu olmakla beraber, fıtratı temiz olan her birey de bunu bilmek zorundadır.
Başına veya etrafına gelebilecek bu tür boşanma hadiselerinde birbirimize faydalı olmak Müslümanlık görevlerimizdendir. Selam ve dualarımızla.
Facebook Yorum
Yorum Yazın