İnsanlığın Hz. Âdem’den bugüne değişmeyen gereksinimi olan barınma gerçeği, 5 bin yıl önce ne ise, bugün de özünde aynı anlamı ifade ediyor. İnsan varlığının üzerinden yüzlerce medeniyet ve kültür akımı geçmesine rağmen, giyinme ve yeme refleksleri değişmediği gibi barınma refleksleri de değişmedi, değişmeyecek. İnsanlık temelde bu gereksinimler üzerinde binyıllarca yıl süregeldi, yeni bir milenyumda da bu değişmiş değil.
Barınma konusu sosyal-kültürel anlamda farklı değişkenlerle mutlaka birlikte irdelenmesi gereken bir konu. İnsanlık bu gereksinimini yerine getirirken aile yapısını kültürel yapısını ekonomik konumunu, sosyal düzeyini hepsini göz önünde bulundurarak yuvasını oluşturacağı yeri seçiyor yahut yapıyor.
Temelde bu kadar basit ve somut olan gerçekler, yukarıda da bahsettiğimiz gibi bin yıl öncesinde ne ise aslında bugün de aynı ilkelere dayanıyor. Günümüzün kalabalıklaşan ve buna zıt olarak gelişip yalnızlaşan sosyal yaşantısı şehirleşmenin bir acı gerçeği olarak apaçık karşımızda durmakta.
Yükselen apartmanlarda birbirlerini sadece otoparklarda ve asansörlerde gören komşular, içerisinde binlerce kişinin yaşadığı fevkalade şaşaalı sitelerde derdini paylaşabilecek bir arkadaş dahi edinemiyor, çekinebiliyor veya tüm bunlara ilaveten aksine uzak durmayı da tercih edebiliyor.
Toplumsal değişimin farklı alanlarda yoğunlaşması değişik ihtiyaçlar doğurmakta ve neticesinde benzer kültüre sahip aileler kendilerini bu kümeleşmeye dâhil etmek istemekteler. Bu durum sonucunda şehirler kendi içinde görünmez bir çizgi ile birbirinden kültürel ve toplumsal düzey açısından ayrılıyor ve bu keskin ayrışma tüketim ve alışveriş noktalarında dahi kesişmeyebiliyor.
Tüm bu bahsettiğimiz konuların aslında dikkatlice incelendiğinde konut ve barınma ile olan yakın ilgisini iyi analiz etmek gerektiği ortadadır. Şehirlerimiz, oluşan ekonomik büyüme imkânları ve yeni istihdam alanlarının açılması ile son yıllarda önceki on yıllara oranla daha fazla göç almaya başladı. Yakın zamanda geride bıraktığımız ramazan bayramında milyonlarca insanın yollara dökülüp, geçmişiyle ailesiyle yakın bağlar kurmak ve bu bağları tazelemek için yüzlerce kilometre kat ettiği de bunun en belirgin görünen örneklerinden.
Ülkemizin Cumhuriyet sonrası yaptığı büyük ekonomik atılımlar ve sanayileşme projeleri ile şehirleşme giderek artarken kırsal kesimde nüfus giderek azaldı, bir zamanlar 100 kişiyle ders işlenen köy sınıfları boş kalır oldu. Tüm bunların neticesinde şehirlerde artan nüfusun ihtiyacı olarak yapılan konutlar altyapısız ve plansız şekilde gelişirken tüm şehirlerimiz gerek altyapısı gerekse de üstyapısı itibarı ile bu durumu günümüze geldiğimizde taşıyamaz oldu. Burada tabii ki siyasi çıkarları gözeterek yapılan yönlendirmelerin, verilen izinlerin, göz yummaların da etkisi olduğunu söylemeli ve bu kontrolsüz büyümeyi sadece belirli bir kesime havale etmemek gerektiğini de vurgulamak oldukça önemli.
Gelinen noktada bu kontrolsüz yapılaşma ve sağlıksız büyüme, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kenti yenilemek yani dönüştürmek fikrini ortaya çıkardı. Özellikle İstanbul gibi büyüme aksları tıkanmış ve zorlanmış şehirlerde, daha fazla kontrolsüz büyümenin olmaması adına bu konunun önemi açıkça ortadır. Bunun yanı sıra, konutların deprem güvensiz ve denetimsiz olarak yapılması da ileride oluşabilecek afetler için herkesi diken üstünde tutmaktadır. Kentsel dönüşümün gerekliliğini sadece birkaç konuya indirgemek elbette mümkün değildir. Günümüzde kentsel dönüşüm gerekliliği onlarca farklı sebep sonuç ilişkisiyle açıklanabilmektedir. Kısaca bahsetmek gerekirse, altyapı sorunları, otopark gereksinimi, yeşil alan azlığı, sosyal donatıların giderek azalması, deprem ve diğer afetlerin risk düzeyinin artması, insanların sosyal ihtiyaçlarının değişmesi, toplum beklentilerinin artması, ülke ekonomik düzeyinin gelişmesi gibi konular başlıca nedenler arasında sunulabilir.
Bir kenti dönüştürmek sadece ekonomik boyutuyla değil, sosyal yönüyle de oldukça zor ve karmaşık bir iştir. Bu küçük bir mahalle de olabilir, ya da tümüyle bir semt de. Örneklemek gerekirse, komşuluk ve sosyal ilişkileri iyi seviyede olan bir mahalle düşünelim, bu mahallenin yıkılıp yeniden yapılması sürecinde insanlara alıştıkları ve benimsedikleri sosyal imkânları sunmak oldukça önem arz etmektedir. Bu mahalle sakinleri yüksek apartmanlarda dairelere sıkıştırıp yalnızlaştırmak gibi bir neticeyi onlara dayatmak, mahallenin bakkalını kasabını manavını ortadan kaldırıp oraya farklı kültüre sahip insanların çalışacağı AVM’ler inşa etmek o mahalle insanını mutlu eder mi? Bu soruyu sormadan sadece rakamlar düzeyinde bir projeyi ele almak son derece yanlıştır.
Bunun belirgin örneği yakın zamanda dönüşüm sürecine giren Sulukule sakinleri için söylenebilir. Oradaki insanlara daha ferah, daha modern daha güvenli evler sunmalarına rağmen, alıştıkları sosyal ortamı ve donatıyı bulamayacaklarından endişe ettikleri için soğuk baktılar, uzak durdular, ikna edilmeleri zor oldu. Göründüğü üzere, insanların barınma ihtiyacı, kendi başına bir olgu olmayıp birçok sosyal öğeyi de içermekte ve bunlarla yakın ilişki içerisinde olmaktadır.
Bir yandan kenti dönüştürürken öte yandan toplumunu da değiştirme gibi bir dayatmacı yaklaşıma asla başvurulmaması gerektiği günümüz medeni anlayışının ve demokratik yaşamın bir gereğidir. Masa başında yapılan ve getirisi oldukça yüksek olan bir projeyi insanlar arasına karışıp anlatmadan, onları ikna etmeden yapmaya çalışmak, yani özetle halka rağmen bir projeye başlamaya çalışmak sonu zarar olacak kocaman bir adım olarak da netice bulabilir.
Yine benzer bir durumu Tarihi Yarımada’nın dönüştürülmek istenen bölgesi Balat’ta da görmek mümkün. İnsanların hayallerinin, geçmişlerinin, anılarının bir kepçe darbesiyle yıkılamayacak kadar kuvvetli olduğunu göz önüne almadan, mahalleliye modern konutlar vaat etmek hiçbir anlam taşımamaktadır.
Ekonomik değerlerin, kimi zaman sosyal değerlerin önüne geçebildiği günümüzde, yine de sadece rakamlarla hesap yapıp tamam haydi burayı dönüştürelim şeklindeki bir yaklaşımın sağlıklı sonuçlar doğurmayacağı açıktır.
Kentsel Dönüşüm ve Toplumsal Değişim kavramlarının optimum düzeyde örtüştüğü projelerin daha akılcı ve neticelendirilmesinin daha kolay olduğu bilinciyle şehirlerimizi yeniden yapılandırmak ümidiyle.
Son söz: Kendin Değiş ki, Kentin Dönüşsün.
Facebook Yorum
Yorum Yazın