Türkiye zor bir coÄŸrafyada yaşıyor, tarih boyunca bu coÄŸrafyada yaÅŸayanların iÅŸi hiç bir zaman kolay olmadı. Türkiye’nin iÅŸi de kolay deÄŸil. Küresel sistemin yeni bir yeni bir revizyona girdiÄŸi, güç dengelerinin yeniden belirlendiÄŸi bir dönemi yaşıyoruz. Genelde bölgemiz, özelde Suriye bu güç dengelerinin belirleneceÄŸi vekâlet savaÅŸlarının verildiÄŸi bir arenaya dönüÅŸtürüldü. Türkiye’nin bundan etkilenmemesi beklenemezdi nitekim çok ciddi ÅŸekilde etkilendiÄŸimiz son birkaç yılda gerçekleÅŸen terör eylemlerine baktığımızda bile bu açıkça görülebilir.
6 Ocak 2015 Sultanahmet’te Diana Ramazanova adında canlı bomba saldırısı yapıldı 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta bildiri okuma hazırlığı yapan insanların arasında bir canlı bombanın kendini patlatmasıyla 34 kiÅŸi hayatını kaybetti. 10 Ekim 2015’te Ankara garındaki patlamada 103 kiÅŸi öldü, onlarca kiÅŸi yaralandı. 12 Ocak 2016’da Sultanahmet tekrar bir saldırıya hedef oldu. Arkasında Ankara’da da devlet mahallesine saldırı yapıldı. Ä°stanbul BeyoÄŸlu saldırısı, Ä°stanbul Atatürk havalimanı saldırısı, Vezneciler, Cizre saldırıları onlarca insanımızın canına mâl oldu fakat 2016 yılı bu saldırılarla da bitmedi. Son BeÅŸiktaÅŸ saldırısı ve Kayseri de yapılan saldırılar eylemlerin devam edeceÄŸini hem de ölçek büyüterek devam edeceÄŸinin göstergesi olarak algılanmalıdır.
Tabii ki, 15 Temmuz adi kalkışmasının da 2016 yılında yapıldığını yaklaşık 250 canımızı kaybettiÄŸimizi, 2000’den fazla insanımızda asker kılıklı caniler tarafından yaralandığını eklemeliyiz.
Ne Yapılmak İsteniyor?
Uluslararası sistemde güç dengelerinin yeniden belirlendiÄŸi bir dönem yaÅŸanıyor. SoÄŸuk SavaÅŸ döneminden sonra oluÅŸan tek kutuplu dünyanın sonuna gelindi bu yeni dönemin görünen mücadele alanı bizim bölgemiz. Bu coÄŸrafyada son derece kırılgan dengelere dayalı bir sistem var. Halkla yönetimler arasındaki meÅŸruiyet açığı bu kırılganlığın en belirgin göstergesi. Nitekim Arap Bahar’ı eylemleri bu açığı kapatmaya dönük kitlesel talepleri içeren eylemlerdi. Fakat bölgedeki yönetimler ve uluslararası sistem bu açığın kapanmasına ÅŸiddetle karşı çıktı. MeÅŸru taleplerine karşı çıkılan kitlelerle, yönetimler arasında denge daha da kırılganlaÅŸtı. Ve yönetimler zaten açık oldukları küresel güçlerin taleplerine daha da açık hale geldiler.
Kısaca bölgemiz, birkaç reel devletin dışında küçük devletimsilerin bulunduÄŸu bir bölgedir, meÅŸrutiyet açığının meydana getirdiÄŸi boÅŸlukların doldurulmasına hevesli örgütlerin, yapıların, organizasyonların kolayca hayat alanı bulabilecekleri bir coÄŸrafya. Bu örgütlerin bölgeye iliÅŸkin tasavvurları olan ülkeler tarafından oluÅŸturulduÄŸu, desteklendiÄŸi veya kullanıldığı da sır deÄŸil böyle bir iklimde dengelerin kolay bozulabilmesi ve yaratıcı kaosların oluÅŸturabilmesi ise örgütlerin vasisi olan güçlerin kararına baÄŸlıdır. Nitekim bölge bu baÄŸlamda örgütler vasıtasıyla istikrarsızlaÅŸtırılmış ve müdahaleye hazır hale getirilmiÅŸtir. Åžu anda DAEÅž’ten PYD’ye Nusra’dan HaÅŸdi Åžaabi’ye kadar örgütler bir vekâlet savaşının aracı durumundadırlar. Ve bölge insanının hayatı ve geleceÄŸi üzerinden küresel güçler birbirleriyle hesaplaşıyorlar.
Irak ve Suriye, devlet vasıflarını yitirmiÅŸ vekâlet savaÅŸlarının verildiÄŸi arenaya dönüÅŸtürülmüÅŸlerdir. Bölgedeki diÄŸer devletimsiler kendilerine hayatiyet veren uluslararası güçlere daha da fazla baÄŸlılık göstermenin ötesinde bir ÅŸey yapabilme potansiyeline sahip deÄŸiller ÅŸu anda. Bölgenin yarım reel devleti olan Mısır teslim alınmış durumda. Geriye bölgenin iki gerçek devleti kalıyor Türkiye ve Ä°ran.
Maalesef Ä°ran, bölgenin bu zayıf durumunu, tarihsel ihtiraslarının gerçekleÅŸebileceÄŸi bir zemin olarak deÄŸerlendirmek hevesine kapılmış durumda. Son dönemde insanlık tarihinin en önemli devrimlerinden birini yapmış bulunan bir halin, mevcut yönetim tarafından bir bezirgân fırsatçılığına mahkûm edilmesi dramatik bir durumdur.
Türkiye ise, bölgenin yüz yıl öncesine kadar yönetiminde bulunmuÅŸ, günün reel bir devleti olarak hareket ediyor son 10 yılda bölgeye iliÅŸkin yapılanlara baktığımızda, Türkiye’nin dış politikada ölçek büyüttüÄŸünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Suriye savaşından önce Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan arasında bir serbest bölge oluÅŸturma çabalarının, bir hâkim gücün bölgeye dönmesinden ziyade kazan-kazan ilkesine dayanan bir tasavvuru içerdiÄŸini görebiliriz. Arap Bahar’ının yarattığı siyasal iklimde, bölgesel statükoya karşı çıkıp, halkların deÄŸiÅŸim isteÄŸinin yanında yer alınması da, çok önemli bir tavır alıştı. Ayrıca, Türkiye’nin birinci ağızdan mezheplerin ötesinde bir Ä°slâm anlayışını vurgulaması ve bölgenin bütününü kuÅŸatan bir dil kullanması da bölge halklarını etkileyecek doÄŸru bir davranıştı.
Bu tür söylem politika ve davranışlar, Türkiye’nin uluslararası düzeni kendisine çizdiÄŸi çizginin dışına çıkması olarak algılandı bu algı doÄŸruydu çünkü çizilen çerçeve Türkiye’yi mahkûm, muhtaç kılmaya dönük bir çerçeve idi. Türkiye denileni yapmaya mecbur olmaktan çıkıp, kendi sözünü söylediÄŸi bir düzleme geçmek istiyordu. Yani müttefikleriyle bir karşılıklılık iliÅŸkisi içinde bulunmak istiyordu. Ekonomik tercihlerin, atılımları, siyasi yapılanma çabaları, dış politikada kurgulandığı yapı tümüyle birinci sınıf devlet olma iradesinin tezahürleri idi. Bu çizgi dışı davranışları dolayısıyla müttefikleri tarafından terbiye edilmek isteniyor. Türkiye genellikle uluslararası politikanın bir enstrümanı olarak kullanılan terör, ülkemizi dışına çıktığı çizgiye çekmenin ve terbiye etmenin (!) bir aracı olarak kullanılıyor ÅŸuanda
Terörün hiç ÅŸüphesiz ki, güvenlik boyutunun ötesinde bir anlamı var. Teröre sebebiyet veren problemlerin uzunca bir dönem görmezden gelindiÄŸi bir gerçek… Bölge ülkelerinin geçmiÅŸte Türkiye dâhil kendi problemlerini sahici çözümlere kavuÅŸturmak konusunda yeterli bir performans göstermediklerini söylemekte bir gerçeÄŸi ifade etmektir. Kısacası bu eksiklikler teröre malzeme temin eden ve terörü siyasetin bir aracı olarak kullanmak isteyen küresel güçlerin iÅŸlerini kolaylaÅŸtırmıştır. Åžu anda ülkemizi mustarip kılan, insanlarımızın canlarına mal olan terörün oluÅŸturduÄŸu iklimle mücadele ediyoruz. Türkiye’nin siyasal, ekonomik, etnik, mezhebi fay hatlarını bu mücadele sürecinde yerinden oynatılmaya çalışılıyor. Bir topyekûn saldırı karşısındayız.
Neler Yapmalıyız?
Bir beka sorunuyla karşı karşıyayız demek kendimizi çok küçümsemek olur. Ama karşımızdakilerin bir takım müttefiklerimizde dâhil “Türkiye’nin yenilgisi üzerinden yeni bir Lozan oluÅŸturmaya” çalıştıklarını söylemek abartılı bir tespit olmaz Sayın CumhurbaÅŸkanı “EÄŸer durmaya kalkarsak duracağımız yer Sevr ÅŸartlarıdır” ifadesini kullanarak durumun ciddiyetini vurguladı. Sayın Numan KurtulmuÅŸ ise, Türkiye’nin içinde bulunduÄŸu coÄŸrafyanın etnik olarak bölünmek istendiÄŸini belirterek, bu durumu ikinci bir “Sykes Picot” olarak tanımladı…
Yaklaşık yüzyıl önce Türkiye’ye bölgeye dayatılmış olan bu anlaÅŸmaların iki yetkili ağızdan hatırlatılması durumun ciddiyetini ortaya koyması açısından önemli. Hele de bölgenin bütününe iliÅŸkin bir perspektifi olan ve irade koyma gücü bulunan yegâne bölge ülkesi olan Türkiye’nin yöneticilerinin bu tespitte bulunması, karşılaÅŸtığımız durumu daha da dikkate deÄŸer kılıyor.
Bölgemizin darmadağın edildiÄŸi bir ortamda, Türkiye bir bütün olarak ayakta durmayı baÅŸardı. Ama yukarıdan beri söylediÄŸimiz gibi bu bölgesel dağılmanın etkilerinin Türkiye’yi de vurduÄŸu bir gerçek. Terör, bizim geçmiÅŸten gelen bir takım eksiklerimizin yanında, daha çok dışarının Türkiye’ye bir politika dayatmak için kullandığı bir vasıta olarak deÄŸerlendirilmelidir.
Çok açıktır ki, Türkiye kendisine uluslararası güçlerin çizdiÄŸi çerçeveye razı olursa, bu terör çırpınışı kesilir. Ama Türkiye’nin bu çerçeveye razı olması demek, en az elli yılını kaybetmesi demektir. Dolayısıyla bu kayıp göze alınamayacağı için, kendi kararlarımızı kendimizin alacağı, halimize ve istikbalimize iliÅŸkin edimlerin bizim kararlarımızla belirleneceÄŸi, halkı olan bir devlet deÄŸil, devleti olan bir halk olarak yola devam edeceÄŸimiz bir sürecin mücadelesini dirayetle vermek durumundayız.
Türkiye’nin bu kaotik ortamdan bulunduÄŸu hal ile çıkma imkânı oldukça zayıftır. Ya büyüyerek ya da küçülerek çıkacaktır. Ä°kinci bir ihtimal olarak deÄŸerlendirmek bile yanlıştır. Türkiye bu kaotik ortamdan verdiÄŸi bir mücadele ile kendisi için ve bütün bölge için gücünü halkından alan büyük bir devlet olarak çıkacaktır. BüyüklüÄŸü toprak iktisabı ÅŸeklinde almak akla ziyan bir durumdur. Büyüklük Türkiye’nin kendi tarihsel havzalarında etkinlik kazanması ve karşılıklılık esası içinde tabi coÄŸrafyasını da geliÅŸtiren bir geliÅŸim süreci içinde bulunmasıdır.
Aynı zamanda dış politikada bir otonomi kazanma mücadelesi verirken devleti halkın devleti haline getirecek siyasal dönüÅŸümleri de paralel olarak yürütmek gerekiyor, bunların dışında toplumsal, kurumsal ve ekonomik düzenlemelerinde eÅŸ zamanlı yürütülmesi ayrı ve vazgeçilmez önem arz ediyor.
Açıkça kabul edelim ki Türkiye toplumsal bir dayanışma gösterilmesi gereken bir süreçten geçiyor. Hepimizin saÄŸlamca ayağını bastığı bir zeminin var olması için bu dayanışma ertelenemez bir gerekliliktir. Saldırı bir gruba, bir iktidara yapılıyor görüntüsü verse de tümüyle ülkeye ve ülkemizin halkına yapılmaktadır. Cevap topluca ve güçlü bir biçimde verilmek zorundadır.
Vatanseverlik baÄŸlamında bir konsensüsün oluÅŸması en makul ve ulaşılması en mümkün durumdur. Bunun için siyasal dilin yumuÅŸaması ve iktidar muhalefet iliÅŸkisi mevcut gerginlikten uzaklaÅŸtırılmadır. Siyasetin bir imkân olmaktan çıkarılması sonucunu doÄŸuracak “milli hükümet” gibi teklifler gündeme bile alınmamalıdır. Bu halkın teveccühüne mazhar olamamış ve olamayacak partilerin iktidar olma hayalidir.
Siyaset dilinin makul hale getirilmesi ÅŸiddetten uzaklaÅŸtırılması hayati bir öneme haizdir. Bir kısım muhalefetin yukarıda anlatıldığı gibi bir büyük kısmın küresel siyasetin ve bölge ÅŸartlarının bir sonucu olarak ülkemizi tesir altına alan terör eylemlerinin sorumlusu iktidarmış gibi, iktidara bir gülle olarak fırlatılması, haklı da deÄŸildir, doÄŸruda deÄŸildir.
Yine en makul bir eleÅŸtiriyi, bir iyi niyet belirtisi olmanın ötesinde hainlikle karşılamak da, oluÅŸacak konsensüsü imkânsız kılacak sonuçları üretecektir. Hem iktidarın hem muhalefetin bu konularda dikkatli olması gerekiyor.
Son olarak “kazası olmayan” bir süreçten geçiyoruz. Bu süreci doÄŸru yönetmeliyiz. Ä°ktidar da genel anlamda muhalefette kazası olmayan bu süreçte azami fedakârlık göstermelidir. Toplumsal konsolidasyonun saÄŸlanması gereken bu süreçte, CumhurbaÅŸkanı olarak Sayın Tayyip ErdoÄŸan’ın konsolidasyonu saÄŸlama noktasında ihmal edilemez bir ağırlığı vardır. Bu durumun bütün siyasal aktörler tarafından dikkate alınması ve gereÄŸinin yapılması önem arz ediyor.
Facebook Yorum
Yorum Yazın