8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ülkemizde kutlanırken asıl konuÅŸulması gereken sorunları deÄŸil, bazı kadınların gösterilerde sergiledikleri tutumları konuÅŸmak zorunda kalıyoruz.
Feminist hareket, özellikle radikal feminist kadınlarca amacından öyle bir saptırılmış ki, erkek düÅŸmanlığına evrilmiÅŸ ve onların yüzünden antipati ile karşılanır olmuÅŸtur. Maalesef özgürlükleri de salt cinsellik üzerinden okuyan bu radikal grupların, kadınlara faydasından çok zararı dokunmaktadır.
Oysa Batı’da on yedinci yüzyıldan itibaren kadının kamusal alanda artık yer almak istemesiyle baÅŸlayan bu hareket, tüm dünyayı etkisi altına alan ve önemli destek bulan bir hareketti.
“Kadının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaÅŸam alanlarında yer almasını saÄŸlamak üzere geliÅŸen kadın hareketi, kadın hareketi tarihinde “birinci dalgayı” oluÅŸturur. Birinci dalga kadın hareketinin faaliyetleri kısaca üç noktada özetlenebilir: Birinci olarak kamusal yaÅŸam alanının kadınları da içine alacak ve barındıracak ÅŸekilde yeniden ÅŸekillenmesini; ikinci olarak kadınların da siyasal egemenlik hakkına ortak olmasını; üçüncü olarak da kadının erkekle eÅŸit yasal haklara kavuÅŸmasını saÄŸlamak. Kısaca, birinci dalga kadın hareketi ekonomik hayatta var olmayı, siyasal hayatta söz sahibi olmayı, hukuksal platformda erkeÄŸin düzeyine çıkmayı amaçlamıştır.” (Kaynak: Ömer Çaha, “Türkiye’de Kadın Hareketi Tarihi: DeÄŸiÅŸen Bir Åžey Var mı?)
Her hareketin en zoru birinci safhasıdır. Önemli eÅŸikler vardır. Bazı ÅŸeylerin baÅŸlangıçta konuÅŸulması bile kolay deÄŸildir.
Günümüzde birinci dalga, büyük oranda amacına ulaÅŸmış, kadının kamusal alanda olup-olamayacağı gibi bir tartışma bile kalmamıştır. Birkaç istisna dışında en muhafazakâr toplumlarda bile kadın artık kamusal alanın diÄŸer aktörüdür.
Burada artık baÅŸka bir tartışma konusu baÅŸlamıştır. Kamusal alandaki hakim dilin erilliÄŸi. Bu da aşılması çok kolay bir ÅŸey deÄŸil. GeliÅŸmiÅŸ ülkelerde bile, bunun yüzde yüz aşılabildiÄŸi söylenemez.
En trajik yanı da kamusal alanda aktör olan kadınların da bu dili benimsemesi, erkekle eÅŸit olacağım derken ona benzemesi diyebiliriz. Oysa erkek gibi olmak, eÅŸitlik olmadığı gibi tam tersine kadın kimliÄŸinden duyulan bir ezikliÄŸin ifadesi deÄŸil mi?
Bir kadın olarak, iki cinsin ÅŸüphesiz insan olarak eÅŸit haklara sahip olduÄŸunu belirttikten sonra, fiziksel ve ruhsal özelliklerimiz yüzünden birbirimizden farklı üstünlüklerimiz olduÄŸunu kabul ediyorum. Bunu ne zaaf ne de üstünlük olarak görüyorum.
Feminizmin birinci dalga hareketi ne derece doÄŸru ve gerekli ise yirminci yüzyılın son yarısından beri bunun erkek düÅŸmanlığına evrilmesi de o denli yanlış olmuÅŸtur. Elbette tümü için bunu söylemek yanlış olur. Ancak, genellikle radikallerin uç davranışları görünür olduÄŸundan, bu algıyı beslemiÅŸlerdir/doÄŸurmuÅŸlardır.
Zira feminizm erkek karşıtlığı deÄŸil, kadınların hukuki, siyasi ve toplumsal alanlarda, cinsel kimliÄŸinden ötürü sahip olamadıkları hakların talebiydi. Aradaki ciddi farkların giderilmesi için, pozitif ayrımcılık talebi de oldukça yerindeydi. Zira iki cins için kamusal alanda en azından bir üç yüz yıllık fark vardı.
Taksim’deki kadın cinselliÄŸini öne çıkaran pankartların, eril dile meydan okuyacağım derken erilleÅŸmenin, gerçekten sorunlarını dile getirmek isteyen kadınların önünü kesmekten baÅŸka ne iÅŸe yaradığını bu pek zeki(!) kadınlara sormalı.
Facebook Yorum
Yorum Yazın