“- Ağaç köküyle yaşar, insan da öyle… Bizse maziden koptuk, istikbale bağlanamadık. Türkiye bütün kütüphaneleri yakılan, bütün mazisi imha edilen, 600 yılı cerrahi bir ameliyatla içtimaî uzviyetinden koparılıp atılan bedbaht bir ülke. Oysa milletin ana vasfı devamlılık... Türk milleti... Hangi millet? Bu millet 10 senede bir değişen hafızasız nesiller amalgamı...
Murdar bir hâl’den muhteşem bir mâziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
Bu memlekette sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur. Bu memlekette namuslular ve namussuzlar vardır. Siz namuslulardan olun.” satırlarıyla bizlere seslenen merhum Cemil Meriç’i rahmetle yâd ederek bu ayki yazıma başlıyor ve devam ediyorum:
“Mesele bir millet, bir topluluk olmaktır. Birbirimizi sevmeyen bir ülkeyiz. Herkes herkese düşman, kimse kimseyle konuşmuyor. Herkes herkesten korkuyor, herkes herkese şüpheyle yaklaşıyor.
Parça parça olmuş bir millet halindeyiz. Bugün realite olarak bir Türk Milleti'nden söz edilebilir mi? Millet demek müşterek inanç demektir. Bizim hiçbir müşterek inancımız yok. Kendi şahsiyetimiz yok. Bu itibarla bütün mesele şuurlanmak, bütün meselelere açık olmak, bütün meselelere açık olurken de sırtını bir kaleye dayamak: ŞAHSİYET KALESİNE, TARİH KALESİNE!”
Sanki tâ o günlerden bugünleri görmüş de kaleme almış dedirten bu satırlardan, büyük dersler çıkartmak hepimize nasip olur inşaAllah...
Gerek yurdum insanı olsun, gerekse batılı bir aydın olsun, yapılan tesbitler o kadar yerinde ve sıcak ki, tazeliğini yitirmesin diye çalışılan bir ders gibi tekerrür ettiriliyor adeta tarih sahnesinde. Oyun kurucular aynı olduğu sürece, sahneler değişecek ama oyun hep aynı kalacak, ‘bu filmi görmüştük’ diye diye…
“Tarihden Türkleri çıkartırsanız, tarih kalmaz " itirafının sahibine gelelim şimdi de: İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesi olan Alman asıllı Prof. Naumark ile bir kaç öğrencisi Boğaziçi’nde geziye çıkarlar. Öğrencilerden birisi Prof. Naumark’a şu soruyu sorar:
- Avrupa bizi neden sevmez?
Prof. Naumark şu cevabı verir:
- Çok samimi olarak itiraf edeyim ki; Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:
1) Müslüman olduğunuz için sevmezler. Ancak laiklik şöyle dursun, Hıristiyan olsanız dahi size düşman olarak bakmaya devam ederler. En az 400 yıl Avrupa'nın sırtında hatta ensesinde at koşturdunuz. Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlı'lar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlılara mezar ettiler.
2) Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek egemenlik sağladılar. Önce giyiminizden yaşantınıza kadar ahlâkî değerlerinizi yıprattılar, sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar. Sizler gerçek kimliğinize döndüğünüz an, Avrupa’nın refah ve medeniyeti yıkılır. Ama sizde bunun olması bu şartlarda çok zor.
3) Avrupa'nın pazarıydınız, şimdi orayı pazar yapıyorsunuz.
4) Selçuklu-Osmanlı, İslâmiyet uğruna her şeyini fedâ etmeseydi, İslâmiyet bu gün sadece Hicaz Bölgesinde varlığını sürdürebilirdi.
5) Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, Osmanlılar zamanında ise her yerde medreseler vardı. Tarihinize bakın, her medresede bilim eğitimi vardı. İlk denizaltıyı Osmanlı'nın yaptığını belki de çoğunuz bilmiyorsunuzdur, ama Avrupa bunu biliyor. Sizler belki farkında değilsiniz ama onlar, şu gerçeğin farkındalar: Osmanlı arşivleri tam olarak ortaya çıkarsa, tarihin yeniden yazılması gerekir. Sizler, Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima öyle kalacaksınız.”
Evet, almasını bilene ders ve ibretlerle dolu bir itirafname. Bu tarihi itiraflardan alınması gereken dersler bunca şeye rağmen alınmamışsa, içinde bulunduğumuz durumdan şikâyetçi olma hakkını da vermez bize. Zira, 12 Eylül’den bu yana bu kadar sıradan meseleler hakkında şiddetli siyasi bölünmeler yaşamıyorduk! Savaşlar, çatışmalar, kavgalar, hıyanetler, işbirlikçiler, kan ve ölümler hep Türk ve İslam dünyasında oluyor. İsrafil Sur'a üfleyince mi uyanacağız?
Üstâd Necip Fazıl’ın kaleminden alıntıladığım bu satırlarda; yine aldatılmışlığımız ve köklerimizden bihaber tutuluşumuz ne kadar sarih! Genç dostlarıma salık verilen düşünme yetisini kullanmaları, tam da bugünün şartlarına ne kadar tanıdık?
“Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün!
Seni karartmak isteyen tesirler evvelâ sende mücerret fikir istidadını, yani varlık şiarını körletmekle işe girişti. Bunu düşün!
Hiç bir kaptan haritadan, hiç bir şoför kilometre işaretinden, hiç bir doktor röntgen camından şüphe edemez. Fakat sen, Tanzimattan bu yana, önüne sürülen bilgi ve hakikat unsurlarından şüphe edebilirsin!.. İlimde bile dolandırıldın? Bunu düşün!
Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlanmıştır ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!”
Millet olarak en çok ihtiyaç duyulan şeylerin arifesinde ve en uç noktalarda saflaştırılmışsak, ötekileştirilmişsek, taraflaştırılmışsak, o gün geldiğinde ‘saf’ ‘saf’ çok geç dememek için, gelin Mevlana topraklarında var edilişimizin hakkını verelim. Var oluş gerçeğimizin aslına dönelim, sevelim, sevilelim, sevdirelim. Bizim işimiz sevmek! Söz ile değil öz ile, kalıp ile değil kalp ile, yaratılandan değil yaratandan ötürü sevmek… Satırlarımı noktalarken, birbirini sadece Allah için seven kimselere Rabbim rahmetlerini yağdırsın duasıyla, sizleri en sevgiliye emanet ediyorum.
Kalbi selamlar…
Facebook Yorum
Yorum Yazın