Baş parmağım sağcı,
İşaret parmağım solcu,
Yüzük parmağım Türk,
Serçe parmağım Kürt,
SONUÇ !
Hangisini kessem acıyor…
Şehid Lider Muhsin Yazıcıoğlu
“Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece 2’ye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar.” Albert Einstein
En önemlisi de Yüce Rabbimiz Kur’an’da insanları ‘iman edenler’ ve ‘iman etmeyenler’ diye ayırırken, bunların üstün olanını da takvası ile müjdeliyor.
Ama velakin “Ahd’e vefası olmayanın, Abd’e vefası olmaz”mış… Müminlerin kardeş olduğu gerçeğinin enkazı altında kalan güzel ülkemin bir insanı (!) olarak, kaleme aldığım bu satırlar, bir karınca misali, damlacık kabul edilir Rabbim katında inşaAllah.
Bıçak sırtı bir süreçte yürütülen böyle bir medeniyetin beşiğine reva mı bunlar? biçareliğinde yazdığım ve kalemimin namusu bildiğim bu satırlarla 2014 yılının finalini yapıyorum biiznillah.
“Allah, bir topluluğa niyetlerinin doğruluğuna göre amel eder.” dediğinde Hz. Ömer (r.a.) Mısır’ı, İslam topraklarına yeni katmıştı Aslında ne Türk toplumu için ne de bütün İslam uygarlığı için yeni bir kavram değil bu demokrasi. Bilakis bu bizim kültürümüz. İleri demokrasi sahteciliğiyle, kendine yer bulmaya çalışan fitne gruplarını yerle yeksan eden milyonlar, sulh edası ve şehadet nidasıyla, tek millet olmuş kafiri rezil rüsva ettiler tarihin tozlu raflarında… Zira ‘sözde demokrasi’nin’ bumerangı kendini vuruyor en nihayetinde…İlahi adalet!...
Ne zaman bizdeki sözüm ona aydınlarımız “ileri demokrasi” diyerek konuşmaya başlasalar benim aklıma büyük İslam uygarlığının o dönemleri gelir. Ve bu ümmetin şimdilerde o döneme, o uygarlığa, o halkçı demokrasi ve hoşgörü anlayışına ne kadar uzak oldukları.. O İslam uygarlığı ki; halifeler seçimle işbaşına gelirler; devlet başkanı olarak Müslümanların toplanma yeri olan camide her cuma Müslümanlara devlet işleriyle ilgili hesap verirlerdi. İşte o günün demokrasi anlayışını çarpıcı bir şekilde yansıtan ibret verici bir olay:
“… zaferlerden elde edilen ganimetlerin kardeşçe paylaşıldığı o dönemde, başşehre gönderilen kumaşlar da herkes arasında eşit bir şekilde taksim edilirdi. Müslümanlar bu kumaşlardan kendilerine elbise dikerek camiye devlet başkanları olan halifeyi dinlemeye gittikleri cumalardan bir cuma, Hz. Ömer söze başlar başlamaz Müslümanlardan biri hemen ayağa kalkar ve
"-Ya Ömer" der, "-Sen bir hırsızsın, senin söyleyeceğini Müslümanlar dinleyemez" der.
Düşünün bir kere; nasıl bir düşünce özgürlüğü ortamı sağlanmış ki herhangi bir vatandaş, devlet başkanına (üstelik halife) kalkıyor ve ona doğrudan hiçbir izah da yapmaksızın “Sen bir hırsızsın” diyebiliyor. Peki Hz. Ömer ne yapıyor? Söyleyenin kellesini mi uçuruyor, hemen derdest ettirip zindana mı tıkıyor? Hayır.
"-Bu sözün sebebi var mı? Ben neden hırsızım? Bilmiyorum. İzah et. Eğer hırsızsam hakikaten, sözümü keseyim." Diyor. Şu hoşgörüye, eleştiriye karşı tahammüle bakın. Ve sonra ne oluyor; bu vatandaş cemaatin ortasından kalkıp kendi üstünü göstererek
"-İşte bak" diyor,
"-Hepimize dağıtılan kumaştan ben de üzerime elbise yaptım. Ancak küçük bir sağ kol, küçük bir ceket çıktı bana.. Hâlbuki sen, Ey Ömer! Boyunca kocaman bir cübbe giymişsin. Bu cübbeyi yapmakla, sen, o kumaştan bütün vatandaşlara düşen paydan iki hisse aldın. Demek, çaldın. Demek hırsızsın! Öyle ise, ben senin hilafetini tanımıyorum, sen sus!” diyor. Bunun üzerine Hz. Ömer son derece sükûnetle, sinirlenmeksizin oğluna dönerek
"Ya Abdullah! Kalk cevap ver" der. Oğlu kalkar. Der ki: ,
"Vatandaşlar, görüyorsunuz. Benim üzerimde sizinki gibi kısa bir ceket de yok. Ben hissemi babama verdim. Babam da bir cübbe yaptı." Bunun üzerine Hz. Ömer:
"- Ne dersin?" Diye soruyor o vatandaşa. Ve vatandaş cevabında:
"- Peki. Anladım, hırsız değilmişsin, Ömer. Otur şimdi, söyle, dinleyeceğim."diyor.
İşte size demokrasi ! Onu farklı kılan, yaptığı her bir şeyi sadece ve sadece Allah rızası için yapıyor olmasıydı… Halifelik hırkasını giydiren Hz. Ebubekir’e bu göreve razı olmadığını söylerken,
“-Yâ Ebubekir, ben kendi ailemin hesabını nasıl vereceğimi düşünürken, ümmetin hesabını nasıl veririm” kaygısına cevaben
“-Allah sana yardım edecek Yâ Ömer” müjdesiyle razı oluyordu müminlerin emiri. Hepimizin özlemle aradığı, o hakiki halk egemenliğinin asırlar öncesinde bile yaşanan canlı örnekleri gözümüzün önünde dururken; süper bir gücün kaşıkla getireceği demokrasi (!) ve buna mukabil kepçeyle götüreceği ile güzelim coğrafyamız bu istikrarsızlığa mahkum edilmemeli!
"Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.." diyen Aliya İzzetbegoviç’in ruhunu şad ederek, anmadan da geçmemek lazım. Bu coğrafyanın vicdanlı aydınlarına ve siyasetçile
rine düşen görev: insan hakları, demokrasi, yeni siyasi sistem ve birlikte yaşama ruhunu gür sesle yeniden tanımlamak… Demokrasiye saygı icra ederken, sizin demokrasiniz size, benim ki bana bağnazlığından kurtulup, evrensel bir çatı oluşturabilmek ve kendilerini müdafaa etmek yerine tüm insanlığa neyi vaad ettiklerini göstermektir aslolan. Asr-ı Saâdet'teki gibi, insanlar arasında ayrım gözetmeden, sevginin paylaşıldığı, kaynaşmanın yaşandığı mutlu ve huzurlu yarınlarda buluşmak niyazıyla, kalbi selamlarımı gönderiyorum güzel ülkemin güzel insanları. Yeni bir dünya’ya gözümüzü açıp uyanacağımız 2015’de insanlığın cemresi bize de düşer de, bizleri hayırlarda buluşturur, görüştürür, konuşturur inşaAllahu Rahman…
Facebook Yorum
Yorum Yazın