İmtihâne...

‘Şu değersiz dünya hayatı’ndan bahseder yüce Kur’an-ı Kerim. Ama o hayata değer atfeden sadece insanlardır. Bizler için yaratılmış, donatılmış, sunulmuş  pek çok nimet, şükrüne eda beklerken, değişik imtihanlarla dolu hayatlarımız, bizleri katmış önüne götürüyor.

Okul çağlarında, yazılı ve sözlü imtihanlarla uykusuz geçen gecelerimi hatırlıyorum. Bildiğim yerlerden çıkması için dualar ettikten sonra, bir yenisine hazırlandığım. Ve en sonunda rahat bir nefes aldığım. Her imtihan sonrası yaşanan rahatlık, mutluluk, özgürlük gibisi yoktu.

Gerçek şu ki büyüyünce anlıyor insan, imânı büyük olanın imtihanının da büyük olduğunu.
Meğer imtihan, ilimle ne derece yaşayabildiğimizi fark etmekmiş, başkalarının mükâfatlandırması ya da cezalandırması değil. Talip olduğu dereceye göre, imtihanlara tâbi tutulurmuş insanlar. ‘İmtihan Dünyası’ demek de, elimizdeki doğru ve yanlış bilgilerden doğru olanını tercih edebilmekmiş. Nefsin öğretmeni, vicdanın öğrencisi olabilmekmiş...

Elest Bezmi’nde,  “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitabına muhatap olduğumuzda “Evet Sen bizim Rabbimizsin!” diye verdiğimiz söz için imtihan dünyasına gönderilmedik mi? Rabbimizi tanıyacağımıza, ihsan ettiği sayısız nimetlere teşekkür edeceğimize dair verdiğimiz sözü yerine getirip getirmeyeceğimiz denenmiyor mu? Zira bu bilince ulaştığımızda,  hakikat-i imtihaniyye ile de müşerref olunuyoruz.

Hepimizin bildiği bu gerçekler, bizi harekete geçirmeliyken, ataleti yenememek, nefsin imtihanı yerine bedenin imtihanlarıyla iştigal etmek ile geçiyor ömür. Hep son dakikalarda aldığımız keskin virajlar, zamana karşı yarışan insanı, son dakika beklentilerine kilitledi. Oysa her nefes bir son dakika belki!

‘Önce kendini oku’ der Mevlana. Bir bakıma önce kendini çalış, bütün sorular oradan çıkacak der gibi 500 yıl öncesinden. Hakikati aramak, kendimizden başlaması gereken bir süreç de olsa, kendi dışımızdakilerle olan ilgi eşiğimiz her zaman daha yüksek.

Kulluk imtihanında haslet edinemediğimiz ehl-i sünnet yolundaki hakikatler, bilgi dağarcığımızdan ötesine geçemiyor. Az söz, çok amel deyip de, lafta kalan kulluk bilinci, raflarda kalan Kur’an-ı Kerim gibi, bize faydası dokunamayan tek hakikat. Oysa bu imtihandaki tüm soruların cevabı orada! Öyle bir imtihan ki, kitabı açıp bakmak serbest! Ancak vakit, ezan ile namaz arası kadar da kısa!  

Eğitimci olarak hayata hazırladığım yüzlerce öğrencime, rehberlik ederken, onları dünyevi başarılara motive ederken, sınava göre, sisteme göre, sürekli revize edilirken, tüm bu çabalar, bize nasıl da haz veriyor! Bu süreçte kazanmak, kazandırmak tutkusu, zamanla, nefse bir irtifa da kazandırıyor maalesef. ‘Ben’lik yükseldikçe, bir o kadar da uzaklaşıyoruz kulluktan.  İnsanoğlu, en ufak başarıyı kendine mal ettikçe, bu döngü de devam edip gidiyor.

O’nun sonsuz merhameti, rahmeti, ilmi bizleri her daim kuşatmışken, hayr ve şer ile gelen imtihanlara sabr edemezsek, ‘hiç’ lik bilincini kendimize yâr edemezsek,  hesap gününde sadece şu ayet-i kerimeye nasıl cevap vereceğiz?

“Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı” Saffat Suresi;106.

Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’ne ait bir menkıbe ile bu ayki yazımı noktalıyorum sevgili dostlar...
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri yoldan geçerken bir buz satıcısına rastlar. Satıcı:
“-Sermayesi erimekte olan insana yardım edin!‘’ diye bağırmaktadır.
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri bu sözü duyunca düşüp bayılır. Etrafına toplananlar onu ayıltırlar. Neden bayıldığını merak ederler. Sonra Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin;
“-Satıcı buzunun erimesine üzülürse benim ömür sermayem erirken ben ne yapmaktayım” düşüncesiyle bayıldığını öğrenirler...”
Rabbim, ömür sermayemiz tükenmeden, imtihanı kazanan kullarından eylesin inşaAllah...

Bâki selamlar