Bu tepki bir kişiye tapınmak değil. Bu emeğe saygı, bu başarıyı takdir, bu tarihe sahiplenme tepkisidir. Sulta sahibi sultanlar, güçlerini orantısız ve adaletsiz kullandıkları an meşruiyetlerini kaybederler. Bugün ben bu takımın patronunu tanımıyorum. Kararlarına saygı duymuyorum. Tebası olsam dağa çıkarım. Bu konuda yanlız olduğumu da düşünmüyorum. Siz insanların sevgilisini yerseniz, kahraman değil, kahra müstehak olursunuz. Tarih sizi yazmaz, yazarsa da Musa’nın karşısındaki Firavun, İbrahim’in karşısındaki Nemrut, Davut’un karşındaki Callut olarak yazar. Tarihe Eleman’ın karşısındaki “Şiş(in)miş Balonlar” olarak geçtiniz. Bir iğne ucu, bir püf dürtmesi kadar mecaliniz var. Ma’şeri vicdanın ten kafeslerinden yükselen sitemli nefesler sonunda tufan olup yutacak sizleri. İlahi adaletin gereğidir bu!
Biz kendisine rahat batan bir milletiz. Hani derler ya “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!” Ben bunun doğru olmadığını tarihte okudum, hayatta yaşadım. Aslında söyleyen kinaye yapmış. Malesef “Türk’ün Türkten başka düşmanı yok”! Ne zaman ki gerçek düşmanlarla kapışmayı bıraktık, cenk meydanlarından eve döndük, daracık evimizde birbirimizi yemeye, birbirimizi düşman bilmeye başladık. Malesef bugün bir Türk’ün bir Türk’e layık gördüğü muameleyi düşman görmüyor. Bahsi geçen takım daha dün düştüğü bataklıktan Eleman’ın sırtında çıkarak, son iki senesini zirvede bitirmiş, süper süper kupalar kazanmış, gücünün çok üzerindeki Avrupai takımlar arasında ilk sekizde fotoğraf çektirmiş, Britanya’da İngilizlere Kopenhag’ı unutmamaları için bu yaz küçük bir hatırlatma yapmış, arkasındaki zaferlerle, geleceğe emin adımlarla yürüyen bir takım. Bu yay gibi başarıya gerilmiş makinayı tahrip için dışarıdan kimse içeriye sızamaz. Bu makinayı ancak içerideki bir “mecnun ya da meczup” dinamitleyebilir!
Ülke olarak kaosa bayılıyoruz. Krizlerin her türünden hoşlanıyoruz. Ruhumuz fırtınalı herhalde. Bir türlü dinmek bilmiyor. Türk’e durmak yaraşmıyor zira. Asude bir gün bizi sıkıyor. Süt liman bir gün bizi daraltıyor. O zaman düşmanlarımız lütfedip bize bir kriz çıkarmazsa, biz kendi kendimize ev yapımı bir kriz çıkarıp rahatlıyoruz. Uzak değil bir kaç sene önce, herkes küresel kriz altında inlerken, her ülke hasar derinleşmesin diye bin bir türlü önlem alırken, hiç bir sorunu olmayan Türkiye, ülkenin en büyük partisini kapatma davası açarak nur topu gibi bir kriz doğurmuştu. Hakeza “la yüsel” bir ülke tarihinde ilk defa tükürdüğünü geri almışken, ülkeyi on yılardır kan gölüne, nefret denizine çeviren terör belası sönmeye yüz tutmuşken, çılgınca projeleriyle dünyanın dikkatini çekmişken, kısa zamanda aldığı mesafelerle bir çok ümitsiz ülkeye ümit olmuşken, dostları sevindirir, düşmanları ürkütürken, yine rahatsızlandık, hemen “Gezi’inmeye ve kaşınmaya” başladık. İçeride bir kaşık suda kopardığımız suni fırtına, bir çuval inciri berbat etti. Bazılarımızın alın teri, beyin teriyle, tırnaklarıyla kazıya kazıya geldiği tepeden, kendini bilmez, evini düşünmez, katkısız bazılarımızın aşağı çekişiyle şu an “Made in Turkey” cehennemine yuvarlandık. Ondan sonra da düştüğümüz cehennemde yanlızmışız! Biz yanarken niye yanımızda kimse yokmuş?
Bize ne olduysa artık, ne kutsala saygı, ne ataya saygı, ne emeğe saygı, ne büyüğe saygı kaldı. Zirvede kimi görürsek nişan alınacak bir hedef sanıyoruz. Hemen alaşağı etmeye çalışıyoruz. Aşağıda yanlız kalmak hoşumuza gitmiyor herhalde. Başımıza taç olanları hemen ayağımızın altına nal yapmak istiyoruz. Bir sanatçı “eğer Terim işinden olduysa, hiç birimizin işi garanti değil” demiş. Zulme diklenmesiyle bir coğrafyada mazlumların vicdanlarında taht kuran, kısa zamanda yaptıklarıyla Time Dergisine kapak olanları sokaklarda homurdanarak, duvarlarda karalayarak dünyaya naklen yayında itibar linçine uğratan biziz. Taraflı tarafsız insanların takdiriyle, siyaset koridorlarından kirlenmeden yükselişiyle, gülüşüyle duruşuyla Strassborg’tan Cidde’ye saygınlık kazanarak ülkenin en yüksek rakımlı tepesine çıkanları gurbet sokaklarında (New York’ta) cümle alemin önünde protesto eden yine biziz. Dünya tarihinde eşine ancak “Peygamber” hikayelerinde rastlanan bir hareketle, yaşamayı değil yaşatmayı hedef alan, yetiştirdikleriyle Afrika cangıllarındaki karanlığa diklenen, Batı (ve Doğu) mahfillerindeki tahribi yüksek hasımları yumuşatan, sadece yurda değil, dünyaya örnek bir nesil yetiştirmek icin yola çıkanların içeride köklerine kasteden, dışarıda şikayet etmedik yer bırakmayan, huzur için inzivaya çekildikleri tenhalarına kadar uzanıp patırtı ve vızıltı koparan yine biziz.
Eleman’ın patronu krizi takiben ilk lig maçında fütursuzca Arenaya teşrif etmiş. “İmparatoru yedim yeni imparator benim” demek için herhalde. Bilmiyor ki, girdiği mabet dirilere değil, ölülere daha büyük tazimde bulunur. Bazıları öldürmekle ölmez. İmparator, Usta, Beyfendi ve Gönül’fendi kıymeti bilmeyenler ne Galata Saray’da, ne dünya sarayda, ne de öteki sarayda huzur bulurlar. Onlar mitolojik Sisyphus gibi ebede kadar bir düşer, bir kalkarlar, bir düşer, bir kalkarlar... Hem de yapa yanlız!
Bir ayağımıza ve bir birimize kurşun sıkmayı bıraksak, ruhu mücerret gibi yerden fışkıracağız. Kimseyi değil, bir kendimizi aşabilsek!
Facebook Yorum
Yorum Yazın