İLMİN ÜCRETİ: AMEL

Dinin konuşulmaktan ziyade yaşanılan ve yaşamak üzere öğrenilen bir ilim olduğunu hiç aklımızdan çıkarmayalım. Gerçek âlimler sükût etmeyi, konuşmaktan daha çok severler, ilimleriyle amel ederler. Sünnet-i Seniyye’ye titizlikle riayet ederler. Her daim istikamet üzere olurlar.

 İkrime (r.a.) bir gün:
“-İlmi sadece ücretini ödeyen kimselere öğretin”, dedi. Kendisine sordular:

“-İlmin ücreti nedir?”

Şu cevabı verdi:
“-İlmin ücreti onunla gerektiği gibi amel edilmesi, ilim sahibinin de yine onunla amel edecek kimseye öğretmesidir.”

Fahreddin Râzi'ye göre; ilmiyle amel etmeyen ve ilminden yararlanmayan kimselerin hali; sırtında su kapları olduğu halde çölde susuzluktan ölen devenin durumu gibidir.

Kişi bildiğiyle amel ettiği sürece Allah Tealâ ona bilmediklerini öğretir. •Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: “Bildiği ile amel eden kimseye Yüce Allah bilmediğini öğretir ve amelinde onu muvaffak kılar da cenneti hak eder. Buna karşılık bildiği ile amel etmeyen kimse hem bildiğinde şaşar hem de amelinde muvaffak olmaz ve böylece cehennemi hak etmiş olur.”  

İmam Gazali’ye göre; bildiği ile amel etmeyenler, sayfaları ilimle dolu defter veya kitap gibidir; başkasına kârı olsa da kendisi ondan yararlanamaz. Bileği taşı gibidir; bıçağı biler, fakat kendisi kesmez. İğne gibidir; başkasını giydirir, fakat kendisi daima çıplak durur. Lâmba fitili gibidir; başkasına ışık verir, fakat kendisi yanmaktan kurtulamaz.  Ve yine İmam Gazali’nin öğütleri der ki:
 
“Ey oğul!
Nasihat etmek kolaydır. Mühim olan onu tutup gereğince amel etmektir. Bu ise çok zordur. Çünkü benlik ve nefis üstünlüğü olan kişilere nasihat acı gelir. Yasaklanan işler ise onların kalplerine güzel ve cazip görünür.
Kişi bilmez mi ki, bildiği ile amel etmeyince bu bilgiler, aleyhlerinde delil olacaktır.” Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerifinde:

"Kıyamet günü en şiddetli azaba çarpılacaklar Allah'ın, bilgilerinden kendilerini faydalandırmadığı âlimlerdir", buyurmuştur.

Rivayet olunur ki, Cüneyd (Allah rahmet eylesin) vefatından sonra rüyada görüldü ve ona şöyle soruldu:

- Ey Ebü'l-Kasım, halin nasıldır, ne haber? Cüneyd bu soruya şöyle cevap verdi:

- Dünyada sarf edilen o büyük büyük yaldızlı sözler fayda etmedi, kaybolup gitti. Faydasını gördüğüm, gece yarısı kıldığım birkaç rekâtçık namazdır.

“Ey oğul!
Amel bakımından iflas etmiş olma, hâl ilminden de geri kalma. Bil ki, sadece nazarî ilim sana yardım elini uzatmaz. Sana bir misal vereyim:
Yanında on hind kılıcı ve diğer bazı silâhlar bulunan savaşçı, yiğit bir adama kırda bir arslan saldırsa, sanır mısın ki, elindeki bu silâhlan kullanmadan o yiğit adam kendini kurtarabilir? Pekâlâ bilirsin ki, adamın kurtuluşu, hareket ve silâhları kullanmakla mümkündür, îşte bunun gibi bir kimse ilimden yüz bin mesele okumuş ve öğrenmiş olsa fakat öğrendikleri ile amel etmese ona bir faydası olmaz. O ancak bildikleri ile amel ederse bir fayda sağlayabilir. Onu ancak ameli kurtarabilir.”

Bir şeyin ilmini yapmak, ondan istifade etmek içindir. Allah bu dini, insanlar "ona göre yaşasınlar" diye gönderdi; sözünü ve lafını etsinler diye değil. Yine Gazali şöyle der: “İlim olan yerde söz az olur; lafı uzatanın ilmi de azdır.”

Şimdi laf çok, kitap çok, konferans, seminer ve benzeri etkinlikler çok. Fakat bu işler insanların davranışlarında bir değişiklik yapmıyor. (!) Bana göre, amel edilmeyen bilgi, vücutta yakılmayan enerji gibidir. Bilgiyi amel etmek ve onun enerjisiyle bir sinerji oluşturmak, ilim halkalarını tetikler. Bir toplumun bilgi düzeyi ve mutluluk düzeyi paralel ise, bilginin sinerjisi oluşmuş demektir. Bilgisi, kendisini hakikate ulaştırmayan kimse, mutlak surette bilginin hammalıdır. Yolcuyu gitmesi gereken yere (gerçek kurtuluş limanına) götürmeyen gemi, çok güzel de olsa basit bir süsten başka bir işe yaramaz, buna gemi de denmez. İnsan için marifet ve hüner, yön belirleyen pusulayı cepte taşımak değil; şu çalkantılı dünya gemisinde asıl hedefe gidecek yönü belirlemek ve o yola koyulmaktır. O yüzden, ilim; satırlardaki değil, sadırlardaki (göğüslerdeki)dir denilir. Bilginin papağan gibi hâfızı ve hammalı olmak boşuna yorulmaktır. Bir insan bilginin amelesi olduğu sürece, toplum nazarında ‘bilgili’ olmaktan öteye geçemeyecek ve zihinsel tatminini böyle göreceli nazarlarda arayacaktır. Sükut etmek konusunda da Hz. Ebubekir’in bir sözü yıllardır duvarımda gözümün önünde yerini alır: “Ya söyleyecek sözü olmalı insanın, ya da susacak edebi”…

Maalesef ki biz söz söylemek için donatıyoruz kendimizi, susmak için değil. Bilge bir  toplum olduk da "O ne söylüyorsa doğrudur" diyeceğimiz insanlara ihtiyacımız her geçen gün arttı… Rabbim, insana insandan tecelli etmeseydi, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış efendimiz; Ömer,’i Hz. Ömer, Ali’yi Hz. Ali, Osman’ı Hz. Osman ve Ebubekir’i Hz. Ebubekir nasıl yapardı? Asırlardır milyonlarca insana nasıl tecelli ederdi?
 
Son olarak sözlerimi bir hikâye ile bitirmek istiyorum biiznillah:
Köyün birinde yaşayan ihtiyar bir Allah dostu, bir sohbete çağrılır. Kendisi gitmek istemese de ısrarlara dayanamaz merak eder ve ne konuşulacağını sorar. Derler ki;
“-Bu akşam sohbetimizde Kuran’dan ayetler okuyup, hadislerden konuşacağız”

Adamcağız bunu duyunca:
“Hayatta gelmem” der. “Bundan yıllar önce elime bir takvim yaprağı geçtiydi. Orada okuduğum bir hadisi hala amel etmeye çalışıyorum, yenilerini öğrenince hangi  vakit amel edeceğim” diyerek haklılığını ortaya koyar.

Rabbim, hepimize rızası dâhilinde ilimler amel etmeyi, bu amellerle •hüsn-ü misal olabilmeyi nasip etsin.
Kalbi selamlar…